“Ankara’nın taşına bak” desem olmaz, eskimese de eski bir söz bu, “Ankara’nın başına bak” desem yine olmaz, yarın yanlış anlar birisi, başıma başımdan büyük iş açılır durup dururken, ne yapayım ne yapayım? kolayına kaçıp, “ Ankara’nın simidine bak” diyorum ben de.
Zaten “simidini özledim” diyerek gitmiştim Ankara’ya, büyük bir özlemle ve de keyifle yemiştim, üstelik arkamdan takılan bile olmuştu; “Nihat Hoca Ankara’ya gidip simit yiyecek ya, 15 liraya çıkarılan simit yeniden 10 liraya düşürüldü” denilmişti.
Ama şunu söyleyeyim ki Ankara’nın simidi bir başka arkadaş, özlenecek kadar var. Memur tavuğu! Ama çıktığı dakikalarda yiyeceksiniz, ille de.
Özellikle gençlik yıllarımdan beri, çok çok abartılı yapılar ve yaşamlar beni hep ürkütmüş ve düşündürmüştür. Bir yanda böyle yapılar ve yaşamlar, bir yanda da kümes evler ve yoksulluklar. Büyük çelişki! Sınıf bilincim inanıyorum ki bunlarla ortaya çıktı ve gelişti.
Neden kimisi para içinde yüzüyordu da kimisi yoksuldu, neden kimisinin evleri saraydı da kimisinin kümesti? Oysa en çok çalışanlar yoksullardı. Çalışmakla açıklanamazdı bu ölçüsüz mal mülk, bu sayılamaz, yere göğe sığmaz para pul.
Ankara’da gezerken dünürüm dedi ki, “Seni ille de bir yerden götürmem gerekiyor, burayı görmeden gidersen eksik gidersin Mut’a.”
Aslında biliyordum orayı, daha önce görmüştüm. Yeniden görmemse yeniden yeniden utanmamdı.
Bu kadar yoksul ve bu kadar işsiz bir toplum…
Ve insanlığımdan utana utana geçip gittik oradan.
Aslında utanç çok. Hele hele bizim gibi geri bıraktırılmış yurtlarda (ülkelerde). Seçim nedeniyle Ankara’nın yolları sokakları afişlerle, bayraklarla, reklamlarla dolu. Şu anda bütün kentler böyle aslında. Bunlara harcanan paraları bir düşünün, hepsi bizim cebimizden. Parası olmayan partilerinse eli kolu bağlı.
Oysa batıdaki seçim yarışmaları böyle değil. Almanya’da gördüm bunu.
+++
Derken döndüm geldim Mut’aaaaa!..
Eski adları Üçbey ve Civcik mahalleleri, yeni adlarıyla Cumhuriyet ve Güllük.
Yine de Mut’un en yeşil kalmış yerleri.
Birazcık gezseniz ya da yüksek bir yerden baksanız hemen anlarsınız bunu.
Gün gün büyük bir uçurumda bu yeşillikler. Kala kala ufak tefek zeytin bahçeleri kalmış zaten.
İki çocuk yetmez üç çocuk, üç çocuk yetmez dört çocuk… Bir de açalım kapıları Suriyelilere, Afganlara, Somalilere…
Ev mi yeter, ver elini kayısı bahçeleri, zeytin bahçeleri, tarım alanları…
Alın size beton yığınları!..
Görünüş ve de gidişat o ki, yedi sekiz yıl içinde (ciddi bir önlem alınmazsa) bu mahallelerde de bir tek zeytin kalmayacak, bir tek yeşillik.
Yaşasın BETON!..