*Bu yazı birkaç yıl önce yayımlanmıştı. Güncelliğini hiç yitirmemiş. Sizlerin hoşgörüsüne sığınarak yeniden yayımlanmasını istedim.
İstanbul’da bir Mut Çıtlık sürdürümcüsü (abone) vardı, İstanbul’a varınca ne zaman yanına varsam, durmadan kendisinden konuşurdu; nerde ne kadar arsası var, nerde kaç tane dairesi var, oteli var… Bunları konuşurdu. Bir de, kendisine hiç dokunmaz, başkalarını eleştirirdi hep. En zor yanıysa, cebinden dergi parasının çıkmasıydı…
Övünen insanları hiç sevmem, eminim ki hiç kimse de sevmez. Zaten giderek uğramaz da olmuştum yanına…
Şimdi ben bunları diyorum da, acaba birileri de bana böyle bir şey diyor mu?.. Bu da kafama takılmıyor değil. Mut Çıtlık için, “Ona gönül verenlerle topluca açtığımız ortak bir Mut Gülü’dür” desem de, “Bütün bu etkinlikleri ben yaptım” yerine “biz yaptık” demeye özen göstersem de, böyle bir şeyi düşünmezlik edemiyorum…
Bu günaydından sonra, şimdi gelelim Biraz da Benden’e… Ne dersiniz?..
Aşağıdaki Ben’ler kesinlikle bir övünme değildir, inanın ki!.. Bir insanın özgürleşmesidir, düşünce ve duygularını dostlarıyla ve arkadaşlarıyla paylaşmasıdır, söz tomurcuklarını patlatmasıdır, insanileşmesi ve kalınlıklarını inceltmesidir, çoğalması ve çoğaltmasıdır, yazma sorumluluğudur, kendisine taş başkalarına çakıl atışlarıdır…
Eveeeet…
İstanbul’a, Ankara’ya gidince, hele hele biraz kalınca, küçücük Mut’umu o kadar büyük özlüyorum ki…
Şu Mut’ta işyerine büyük bir keyifle vardığım, o güzelim çayını keyifle içtiğim dört arkadaşım var. İçim beş istiyor, altı istiyor… Yalnızca bana mı bağlı bu sayının artması?..
Sevdiğim, önemsediğim öğretmen bir arkadaşım var, bir yıl imzalı bir kitap sözü vermişim kendisine. Bugünlerde çok yaptığım bir şey, unutmuş gitmişim. Bir alacağımı dillendirince, dillendirdi o da bu alacağını. Çantamda şu an imzalı kitabı…
Geçenlerde eli kalem tutan bir arkadaşıma dedim ki, “Beni biriktir, gün gelir gerekli olur…”
Çok iyiyim, andurduran, çağlayan, ilgi, iyileştirim, içsel, anı, anıt, kalıt, bilgisunar, yontu, gömüt, gezgin, yurt, yurttaş, yanıt, işyeri, … Daha onlarcası, hepsi ben, bensi, çoğaldıkça (sayım arttıkça) bir çoğalıyorum ki…
Dincilik satılıyor; satan satana, alan alana, salon tıklım tıklım… Kitap satılıyor; salon bir avuç…
Bir ülke ki onlarca bilim insanı, bir ülke ki binlerce din adamı; birisi çağdaşlıkta, hakta hukukta, eşitlikte, özgürlükte, gelişmişlikte, bilimsellikte, bilinçte birinci, birisi haksızlıkta, hukuksuzlukta, geri kalmışlıkta, yalanda talanda, kanda kinde, uygarsızlıkta, bilinçsizlikte, beyinsizlikte birinci…
Yazmazsam kendime hesap veremem sonra. Kimseye değil, kendisine hesap vermeli bir insan önce…
Bir insan bu kadar haksızlık yapabilir mi kendisine? Ben yaptım arkadaş! Yaklaşık bir buçuk aydır sabah yürüyüşlerimi aksattım…
Aşağı yukarı bir aydır bahçeye gitmemiştim, dün gidebildim ancak. Toprağı, kazmayı küreği, bahçede çalışmayı ne kadar da özlemişim…
Şu son yağmurlara, biliyorum ki herkes çok sevindi, ama ben herkesin sevindiğinin toplamı kadar çok sevindim. Çukurçanak, kuzugöbeği, çavşır mantarı, buldumbuşşuk, dağ çiçekleri…
Eğitimi özetliyordu küçücük bir çocuk; “Beden eğitimi, resim ve müzik derslerimiz var ama bu derslerde başka ders yapıyoruz!..”
İlkokulda verdiğim bir sözden beri hiç küfretmediğimi kaç kişi bilir ki…
Nereye gitsem, ille de oranın pazarını gezmeliyim…
Birisi çantamın içini merak etmiş; birkaç kalem, not defterim, birkaç bozuk para, kartlarım kimliklerim, el mendilim, andurduranım, küçücük şişe bir kolonyam, bir kitap, yedek yakın gözlüğüm, bilgisayar belleğim, kimi zaman bir ilaç, ses kayıt gerecim…
“Güz Güneşi”ni biliyor musunuz?…
“Yaşamak çok güzel!” Annemin son sözlerinden birisiydi bu…