Abim Orhan Karaman için:
Son “Ağabeyciğim” Orhan Karaman’ı da gönderdik. En son telefon konuşmamız kendisi yoğun bakıma girmeden önceydi. Benim geçmiş olsun sözüme “Geçmiş olacak birşey yok.” demişti. Herhalde ben üzülmeyeyim diye öyle söylemiş.
Geçen yaz yaylaya beni görmeye gelmişti, demek ki “helalleşmek” içinmiş. Dobra dobra bir kişiliği vardı, “Show” yapmayı hiç sevmezdi. Türk Sanat Müziği‘ni çok severdi; Kristal’lere, Maxim’lere, Casablanca’lara beni ilk defa O götürdü. Bütün makam ve güfteleri bilirdi. Mesleğini çok severdi; maden yüksek mühendisi idi. Etibank’ın bütün madenlerini ve DSİ’nin Toroslar’daki yeraltı sularını bilirdi. Avrupa’ya gitmenin mümkün olmadığı 50’li yıllarda Avusturya’ya bilgisini, görgüsünü arttırmak için gitmiş, Viyana kapılarına dayanmıştı.
Emekliliğinde Ermenek’teki maden ocağına teknik müdür olması için çok iyi şartlar sunmuşlardı, bir ay birbirimizi tanıyalım demiş ve alınması gereken önlemleri ilk günlerde madde madde yazıp patrona vermiş ve bir ay boyunca hiçbir önlem alınmadığı için ayrılmıştı. Liseyi bitirdiğim zaman; Paris’te Telekomünikasyon Yüksek Mühendisliği imtihanina beni zorla sokmuştu. Kazandım fakat gitmek istemedim. Nedenini sordu; o kelimeyi (Telekomünikasyon) ilk defa duydum, manasını bilmiyorum dedim. Çok kızmıştı, argo bir şekilde “Ne mühendisliği olursa olsun, gideceksin!” dedi ve beni zorla Marsilya vapuruna bindirip göndermişti. İyi bir ağabey ve çocuklarına karşı da iyi bir babaydı. Nurlar içinde uyusun Ağabeyciğim…
Yeğenim Rifat Baymul için:
Ailenin en küçüğü olduğum için; hep benden küçük bir kardeşim olsun istedim. Olmadı. Bari bir yeğen olsun dedim, en büyüğümüz çok sevdiğim Makbule abamın oğlu, ilk yeğenim Rifat Baymul doğunca dünyalar benim oldu. Rifat çok başarılı bir okul hayatından sonra üniversite sınavlarına girdi ve 401 puan aldı.
1969 senesiydi; İstanbul’a geliyordum, “Dayı, benim Hacettepe Tıp ve İTÜ’nün imtihanı için önkayıtlarımı yaptırıver.” deyip gerekli belgeleri verdi. Ankara’ya gelip Hacettepe’ye vardım, belgeleri görevli iki kişiden birine verdim. O öbürüne döndü, “1‘ci geldi” dedi. Ben “Nereden bildiniz?” diye sordum, görevli “Fakültenin açıldığı geçen sene hiç 400 puanlı gelmemişti” dedi. Fakat İTÜ imtihani ile İnşaat Fakültesi’ni kazanınca orayı tercih etti.
İlk sene sadece Konyalıların kalabildiği Konya Yurdu’na annesinin kızlık soyadı sayesinde kaydını güç bela yaptırdık. Ertesi yıl kuzenlerle Kazancı Yokuşu’nda büyük bir daire kiraladık, daha sonraki sene ise yeğenlerle Asmalımescit’te beraber kaldık. Kendisi ile çok güzel günlerimiz, anılarımız oldu. İşinde de hep başarılı oldu. Sonraki anılarımız ise genelde Mut’a ve Kozlar’a geldiklerinde ve son yıllarda İstanbul’da oldu. Ancak böyle erken gidişini kabullenemedim. Bu azraille iyi geçinmek mi, kötü geçinmek mi gerekiyor bilemiyorum. Bir gün ara ile hem dayı hem yeğen gittiler; Korona morona da değiller. Bir ay kadar önce görüşmüştük meğer son görüşmemiz olacakmış. Elden gelen birşey yok, “Nur içinde yatsınlar” demekten başka…


Abdurrahman KARAMAN