Hayali ve hikayesi olmalı insanın; hayalin kadar varsın, hayalin kadar güçlü, hayalin kadar büyüksün.
Hayalperest değil elbet; “hayalci olmak” ayrı, “hayali olmak” ayrı…
Hikayenle, hayalinin arayüzü bulunduğun andır. Hayalin muhteşemse hikayende muhteşemdir. Hayalin; düşlerin, projelerin ve ideallerindir. Hikayen ise, gerçekleşen hayallerin, geride bıraktıklarındır. Hikayen ve hayalin; heyecan veriyor, kendine ve çevrene moral ve motivasyon kazandırıyorsa anlamlıdır.
“Yaptıklarımız, yapacaklarımızın teminatıdır” denildiği gibi, hikayemiz de; daha büyük hayallerin ve işlerin enerji kaynağıdır.
Hayal; umudu taze tutar, yaşama sevinci kazandırır. Hayalin, heyecanın ve umudun bittiği an; öldüğün andır. Şunu yapmazsam, bunu görmezsem, “gözüm açık gider” sözü, hayallerin sınırsız olduğunun açık bir ifadesidir.
Her insanın küçük veya büyük hayali, bir de başarı hikayesi vardır. Kalite tesadüf olmadığı gibi, başarı da tesadüf değildir. Tesadüfse, o başarı onun değildir.
Bu durumda büyük yazar, şair, sanatçı ve devlet adamlarının, büyük hayalleri ve geniş kitleleri etkileyen, heyacanlandıran veya hüzünlendiren derin hikayeleri olması eşyanın tabiatı gereğidir. Bunun, devlet hayatımızda, zengin tarih ve kültür dünyamızda sayısız örnekleri mevcuttur.
“Ne efsunkâr imişsin âh ey didâr-ı hürriyet,
Esîr-i aşkın olduk gerçi kurtulduk esâretden.”
mısralarıyla andığımız, Vatan ve Hürriyet Şairi Namık Kemal’in, heyecan ve hayal dünyasının gerisinde; sürgün, zindan ve çile dolu bir hayat hikayesi bıraktığı ve o hazin hikayeden beslenen nice büyük eserlere imza attığı bilinen bir gerçektir.
57 yıllık ömrüne 11 savaş, 24 madalya, 7 nişan, 13 kitap, 1 ülke sığdıran ve “Benim yaradılışımdaki yegane fevkeladelik Türk olarak dünyaya gelmemdir.” diyen Mustafa KEMAL’ in gençlik yıllarından itibaren hayalinde Türk Dünyası ve arkasında muhteşem bir başarı hikayesi olmasaydı, Türkiye Cumhuriyeti devletini kurabilir miydi? Türk milletinin ATATÜRK soyadını layık gördüğü o büyük lider, hasta haliyle yollara düşmüş ve ülkeyi sıkıntıya sokmamak için, gerekirse Cumhurbaşkanlığı görevinden ayrılıp, savaşmayı göze alarak Hatay’ı T.C. sınırlarına dahil etmiştir. Ne yazık ki, Musul sorununu çözmeye ömrü vefa etmemiştir
Atatürk’ün vefatından sonra, 2. Dünya savaşı yıllarında, Sovyetler Birliği sınırları içindeki soydaşlarımıza uygulanan baskı, sürgün, zulüm ve işkence had sayfaya ulaşmış; ülkemiz de benzer baskılardan nasibini almıştır. Türk kimliğini ve Türk Dünyasının meselelerini öne çıkaran aydınlar, ırkçılıkla suçlanarak takibe alınmış; Zeki Velidi Togan, Hüseyin Nihal Atsız, Alparslan Türkeş ve bir çok arkadaşı tutuklanarak cezaevine konulmuştur. Türkçülük akımının ilk kıvılcımları olan bu hareket, sonraki yıllarda Alparslan Türkeş tarafından siyasi arenaya taşınmış ve Türkçülük ve Türk Dünyasının meseleleri yüksek sesle dile getirilmiştir. Türk Birliği hayaliyle yaşayan ve arkasında sürgün, tabutluk, hapis ve çile dolu bir hayat hikayesi bırakan Türkeş, sağlığında Sovyetler birliğinin dağıldığını ve Türk Cumhuriyetlerinin kurulduğunu görme mutluluğuna erişmiştir.
Kişilerin, aydınların, sanatkarların ve liderlerin olduğu gibi, milletlerin de hayalleri ve hikayeleri vardır.
Muhteşem bir başarı hikayesi olan Türk Milletinin, elbette hayali de muhteşem olacaktır.
Bu hayal; Atatürk’ün emaneti Türkiye Cumhuriyetini güçlü ve müreffeh bir ülke yaparak, Türk cumhuriyetleri ve topluluklarının ortak hareket etmesini, ortak siyasi ve ekonomik kararlar almasını sağlayacak “Türk Birliği”ni tesis etmektir.
Başta ifade ettiğim gibi; hayalin kadar varsın, hayalin kadar büyük, hayalin kadar güçlüsün.
@kpınar 220121