İnsan elindeki olanakların değerini onu kaybedene kadar anlayamazmış. Dünyanın sınavı da bu değil mi zaten. Milyarlarca insan yaşamış ve hepsi aynı şeyi tecrübe etmiş ama yeni doğanlar da ısrarla aynı hataları yapmaya devam etmiş. İşte memleketi terk etmek de böyle bir şey…
Ankara’nın kupkuru ekmeğine sarılmış, hiçbir baharatın olmadığı o döneri yedikten sonra Laal Paşa Cami karşısında tantuni yemeyi özlemek, çok sıcakladığında Roma dondurmacısının dondurmalarının tadını tüm Ankara sokaklarında aramak, iç çarşıya doğru ilerledikçe semercilerin ve demircilerin etrafa yaymış olduğu o kokuya bile hasret kalmak, pazara gittiğinde sana “seç kardeşim” diyen köylü kardeşlerinin yerine meyve ve sebzeleri dokunduğunda seni azarlayan pazar esnafıyla karşılaşmak… İşte bunlar büyükşehir ile tanışan bir siyah beyaz mutlu çocuğun ilk şoklarıdır.
Peki herkes neden ayrılmak istiyor memleketten, neden uzaklaştık? Bu sorunun yanıtını yıllardır arıyorum. Biraz psikolojik, biraz sosyolojik açıdan baktığımda ve gözlerimi kapatıp düşündüğümde Mut…
Mut… Ne güzel bir doğan var senin. Bu güzelliklerini seninle beraber yaşarken fark edemediğim için özür diliyorum. Ama ben daha önce başka yerleri görmemiştim ki… Bozkırın ne demek olduğunu Ankara’ya gelince öğrendim. Açlığın ne demek olduğunu büyükşehire gelince öğrendim. Evlerinin önünde bahçe olan, sokakları mis gibi kokan, her yıl nisan ayında oğlakların hopladığı, annelerinin meleme seslerinin tüm kenti sardığı bu masal şehrini terk etmenin bu kadar kolay olacağını ve geri dönmenin de bir o kadar zor olacağını çok sonradan öğrendim. İtiraf edeyim; ben seni terk etmek için o kadar çok uğraştım ki, bunun için üzgünüm. Benden alacağın intikamlarından habersiz yeni şehrimdeyim şimdi…
Memleketim, ah memleketim… Ben seni çocuk aklıma uyarak terk etmiştim, sen bana yıllardır neler yaptın neler. Bu yaşıma gelene kadar yaşadığım özlemlerim yetmezmiş gibi birçok ölüm yolculukları da yaptırdın bana. Şu son yirmi yılda tanıdığım ve bildiğim birçok insanı toprağının içine aldın. Biliyorum doymayacaksın… Bu kadar acımasız olmana rağmen sana olan özlemim, tutkum, sana olan aşkım hiç azalmıyor…
Uzun yolculukları sevmiyorum. Şoförün selektör yaparken çıkardığı sesten başka ses yok… Bütün gidişlerin bir de geri gelişinin olduğunu düşünerek gidiyorum. Bilmediğim bir şey var ama, bu gidişin dönüşü olmayacak! Bundan habersiz uzaklaşıyorum Mut’tan.
Beni kandırdığı zamanlar olacak bu koca şehrin; Mut’ta daha önce hiç görmediğim ve tadına ilk defa bakacağım bir meyveyi tatmış olacağım. Konserler, sinema, uçsuz bucaksız büyükşehir olanaları. Beni daha nereye kadar kandıracak bu koca şehir!?
Yoksa Sertavul’a yaklaşıp, koca koca ağaçları görüp, aşağı doğru inmeye başlayınca kalbi güm güm atan ve gözyaşlarına hakim olamayan sadece ben miyim? Benden başka siyah beyaz çocuklar var mıdır? Bana siyah beyaz öykülerini yazıp gönderirler mi acaba!?..