*SİYAH BEYAZ MUTLU SON*
Ne kadar zormuş aslında yazmak. Ben yazmaya başlayayım da aklıma bir şeyler gelir demekle yazılmıyor. İlham gerekli; küçük bir kıvılcım, gördüğün bir olay, dinlediğin bir şarkı, okuduğun bir haber veyahut kitap, mutlaka seni etkileyen bir şey olacak. İşte bana da uzun yolculuklarım yazdırdı. Tek başına kaldığın ve kendi kendine uzun uzun düşündüğüm yolculuklar. Şoförün selektör sesinden başka bir ses yok. Uçsuz bucaksız Konya ovasında ilerliyoruz. Aklıma ne gelirse bu yolculuklarımda yazıyorum. Yaşıyorum, her şeyden habersizce sadece günü yaşıyorum.
Yıllarca çalıştığım bir şirketten istifa ettiğimde patronum bir söz söylemişti: “Bak oğlum, hayat çok acımasız. İnsanlar akşam olduğunda evlerine gider. Kimse kimse için üzülmez. Dünya mahşer yeri, ekmek aslanın ağzından midesine indi. İşin gücün olursa herkes eşin dostun, arkadaşın işsiz kalırsan etrafında kimseyi göremezsin.”
Gerçekten de öyle oldu. İşsiz kaldık. İşimiz gücümüz var ve yerinde iken herkes eş, herkes dost, herkes arkadaştı. Peki, neden insanoğlu başına gelecekleri bildiği halde kafasına koyduğu her şeyi yapar, neden yapılmış hatalardan ders çıkarmaz kendine? Ben de ders çıkarmadım. Dünyada en büyük sınav bu olsa gerek…
Kararlarımızı alırken hayatımızı, geleceğimizi yönlendirdiğimizi çok iyi bilmemiz gerekiyor. Bazen önümüze iki yol çıkıyor ve biz bir tanesini seçtiğimizde ömür çizgisi bambaşka bir yöne doğru evriliyor.
1998 yılında spor akademisi sınavlarına hazırlanmaya başlamıştım. Sportif faaliyetlerde iyi olduğumu düşünüyordum ve sınavı rahat kazanacağımdan emindim. Çok çalıştım. Sınav sabahında beni bıraksalar Mersin’den Mut’a kadar koşardım. Çok zor ve ağır bir hazırlık döneminden sonra sınavda en zor olan mekik koşusu etabında; hatırladığım kadarı ile yüz on mekik koşusunun üstüne çıkarsam sınavı kazanacaktım. İşte ne oldu bilmiyorum. Ankara’da ki üniversiteyi kazanmam mı etkili oldu yoksa başka etmenler mi bilmiyorum. Tam yüz on mekik koşacakken koşuyu bıraktım. Bir karar vermiştim artık, o an beynimin içerisinde inanılmaz bir ses vardı. Tınlama sesi. Herkes bana bağırıyor ve kimse inanamıyordu. Kimse koşuyu bırakmama bir anlam verememişti. Ama yaşam da beni Ankara’ya doğru çekiyordu. Ben bu süreçte çok pişmanlık yaşadım mı derseniz, hayır yaşamadım. Yaşamımda verdiğim kararların hiçbirisinden pişmanlık duymadım. Ancak vermek zorunda bırakıldığım kararlardan pişmanlıklar duyduğum oldu.
Herkesin eğitimini tamamlayıp memleketine koşa koşa geri döndüğü zaman ben memleketime geri dönmekten çekinirdim. Çünkü iş ve istihdam konusunda çok sıkıntı vardı. Anneden babadan varlıklı, veyahut babanız memleketin saygın esnaflarından biri değilse Mut’ta nasıl tutunabilirsiniz ki. Geri dönmeyi çok düşündüm ama etrafımdaki eş dost arkadaşların hepsi “ne yapacaksın Mut’ta, yaşa büyükşehirde bak keyfine” diyordu. Şimdi onların hepsi Mut’ta sürdürüyorlar yaşamlarını. Ne garip değil mi? Yazlıkları var, yaylaları var, sahilleri var… Bağları var, bahçeleri var ve Mut’ta çok güzel bir yaşam sürdürüyorlar. Yaşamımdan, yaşantımdan çok memnunum buna itirazım yok. İtirazım, bizi memleketten uzaklaştırırken kendilerinin memleketi doya doya yaşamalarına. İsterim ki, onlar da ben ve benim gibi memleketinden ayrı kalanların yaşadığı bu duyguları yaşar. İşin özü; nasıl güzel bir memlekette yaşadıklarının farkına bir varsalar; memleketin her yeri, her sokağı, her caddesi çiçeklerle dolar taşar…
İşte herkesin memlekete dair bir anısı ve geçmişi var. Bizimkisi hep ayrılıklar üzerine. Senede bir defa geldiğin memlekette sokakta yürürken simaları artık çıkaramamak ve her geçen yıl karşından gelenlerin selamlarının azaldığını görmek…
Ben hak ediyordum memleketimde yaşamayı. Herkesten daha çok Mut’ta yaşamayı hak ediyordum. Ama zaman akıp gidiyor işte… Dur demek olmadı hiçbir zaman. Sizlere bu süreçte siyah beyaz anılarımı yazdım. Bir kusurumuz oldu ise affola. Benim gibi çok Siyah Beyaz Mutlu çocuk var. Hepsinin de bir hikâyesi var.
Bu siyah beyaz Mutlunun sadece bir isteği var;
Eğer bir gün salım gelirse evin önünüze,
Beni bir at arabası ile gezdirin Mut’un sokaklarında,
Gülümseyin hep benim için, sonra benim için türküler söyleyin…
Şu dağların yükseğine erseler
Lale sümbül mor menevşe derseler
Bir güzeli bir çirkine verseler
Güzel ağlar çirkin güler bir zaman
*
Yükseğinde olur şahin yuvası
İndim enginine Avşar Ovası
Gabul olur güzellerin duası
Haktan sevdiğini diler bir zaman
*
Vara vara vardık Alma Deresi
Uzak kaldı nazlı yarin arası
Artıyor geçmiyor gönül yarası
Mevla’m dermanını salar bir zaman
Kaynak: Musa Eroğlu
Başka yazı dizilerinde görüşmek üzere…
Hoşça kalın.