Kızıl Dağın eteğinde, Aktepe’nin güney
ucunda , Göksu Vadisine nazır, seyranlık, iki gözlü bir kulübeden ibaretti evi.
Önünde büyükçe bir çam, güneyindeki düzlükte türlü meyveleri olan geniş bir
bahçesi vardı; çeşit çeşit incir, üzüm, elma, kayısı, karpuz, kavun, biber,
patlıcan, domates eksik olmazdı. İbiraam Ağa köyünde ilk meyve bahçesi yapan, pekmez
kaynatmak için Şıhrana (Şırahane) kuran kişilerden biri idi. Yeni ve farklı
şeyler yapmayı severdi.
Şıhrana ayrı bir zevkti onun için. Ağustos
ayı gelince, daha üzümler olgunlaşmadan sabırsızlanır, hazırlıklara başlardı.
Atına biner, taa uzaklardan pekmez toprağı ve odun kütükleri getirirdi. Şıhrana
harlanınca hiç sönmez, gece- gündüz yanardı. Bir taraftan üzüm çiğnenir, diğer
taraftan pekmez kaynatılırdı. Şıhrana’ da kepçe ile pekmez savurmak ayrı bir
iş, bağ teveğini külah yaparak pekmez köpüğü
içmek ayrı bir zevkti. Komşular sıraya girer; az- çok herkes pekmezini
kaynatırdı. O vakitler pekmez satmak adet değildi, herkes kendi ihtiyacını görürdü.
İbiraam Ağa yürürken uçkuru sağa sola
sallanan uzun paçalı ak donla bahçede dolaşmaktan müthiş keyif alır; karpuz,
kavun, üzüm , kayısı ne varsa toplar eve getirir, konu komşuya, hatta yoldan
gelip geçene ikram ederdi.
Evin önündeki seyranlık çam
gölgesi onun istirahat yeri idi. Bacak bacak üstüne atarak uzanır, arada bir de
türkü tuttururdu. Evinin alt kısmından Ermenek- Mut yolu geçer,
aşağı köylerden at ve eşek ile çarşıya
giden veya dönenleri tanısın, tanımasın çağırır; yetiştirdiği meyvelerden ikram
ederdi. Sohbeti çok sever, insanlara takılmaktan, şakalaşmaktan pek hoşlanırdı.
Bir gün komşu köyden bir
arkadaşı ile sohbet ederken, aklına bir muziplik geldi. Dedi ki;
-Sen bir ayağını kaldır, ben üç ıslıkta yere indiririm!
Arkadaşı hemen atıldı;
– Hayır indiremezsin!
İndirirsin indiremezsin
derken iddiaya tutuştular. Arkadaşı tek ayak üstünde beklerken İbiraam Ağa bir
ıslık çaldı, bahçeyi şöyle bir dolandı; bir süre sonra ikinci ıslığı çaldı ve
dolaşmaya devam etti. Bir taraftan da göz ucuyla takip ediyordu. Bu arada
arkadaşı tek ayak üstünde beklemekten yorulur ve ayağını yere indiriverir. İddiayı
kaybetmiş; oyuna gelmek ve kaybetmek zoruna gitmiştir.
Arkadaşı fırsat
kollamaktadır. Bir zaman sonra yine bir sohbet anında lafı döndürüp dolaştırıp;
– İbiraam ben senin aklında ne var bilirim! Der.
İbiraam Ağa kendinden
emin hemen atılır;
– Hayır bilemezsin!
Bilirsin bilemezsin derken yine iddiaya
tutuşurlar… Arkadaşı lafı döndürüp dolaştırır;
-Senin aklında Allah
korkusu var! Der.
İbiraam Ağa itiraza hazır bir refleks ile
– Yok! Deyiverir.
Arkadaşı keyiften dört köşe;
– Ha deli ha! Der ve böylece ödeşirler.
İbiraam Ağa çocukları çok sever; onlarla
türlü oyunlar kurar, türkü söyler, ikramlarda bulunurdu. Bir yakalarsa elinden
kurtuluş yoktur. Hele bir efenek alması (bir çeşit gıdıklama) var ki, evlere şenlik! Bağır, çağır;
gözlerinden yaş gelinceye dek bırakmaz… Kiraz Garı içerden seslenir;
“Goca! Çocukcağızı öldüreceğin, yeter gayri!”
Boş boğazdır, hoş sohbettir; yeri
geldiğinde kavgacıdır. Biraz inat, biraz da muzip tarafı vardır. İlk gelinine 7
sene söyletmelik vermedi, gelini de yanında hiç konuşmadı; söyletmelik almadan
konuşmak iyi karşılanmazdı. Kaynanası Kiraz
Garı 7 yıl geline aracılık etti, ta ki İbiraam ağa bir tencere alana kadar!..
Velhasıl İbiraam Ağa, nam-ı diğer İbili Goca; eli açık, misafirperver,
lafını esirgemez, gözünü budaktan sakınmaz; hem sevilen, hem kızılan bir
kişilikti.
Maalesef 1968 yılı eylül
ayında Mut-Silifke istikametinde meydana gelen bir trafik kazasında daha 63
yaşında iken hayatını kaybetti. Ölümü herkesi yasa boğdu. Cenazesi çok sevdiği
Şıhrana’nın yanındaki ağaçların arasında
çaput çul, kaput bezi gerilerek yıkandı ve köy mezarlığına defnedildi. Can
gecesi, üç cuma ve kırkıncı gecesi yemek verildi; Kur’an, mevlit okundu, dualar
edildi. 52. gecesi de ihmal edilmedi.
Ruhu şad, mekanı cennet olsun!.. Dedem!
Mersin, 06.07.2019
Mehmet AKPINAR