DOLAR
32,5215
EURO
34,7523
ALTIN
2.493,00
BIST
9.524,59
Adana Adıyaman Afyon Ağrı Aksaray Amasya Ankara Antalya Ardahan Artvin Aydın Balıkesir Bartın Batman Bayburt Bilecik Bingöl Bitlis Bolu Burdur Bursa Çanakkale Çankırı Çorum Denizli Diyarbakır Düzce Edirne Elazığ Erzincan Erzurum Eskişehir Gaziantep Giresun Gümüşhane Hakkari Hatay Iğdır Isparta İstanbul İzmir K.Maraş Karabük Karaman Kars Kastamonu Kayseri Kırıkkale Kırklareli Kırşehir Kilis Kocaeli Konya Kütahya Malatya Manisa Mardin Mersin Muğla Muş Nevşehir Niğde Ordu Osmaniye Rize Sakarya Samsun Siirt Sinop Sivas Şanlıurfa Şırnak Tekirdağ Tokat Trabzon Tunceli Uşak Van Yalova Yozgat Zonguldak
Mersin
Az Bulutlu
23°C
Mersin
23°C
Az Bulutlu
Cuma Az Bulutlu
22°C
Cumartesi Parçalı Bulutlu
22°C
Pazar Az Bulutlu
22°C
Pazartesi Açık
24°C

HÜSEYİN YAŞAT MANAV İLE SÖYLEŞİ

HÜSEYİN YAŞAT MANAV İLE SÖYLEŞİ
28.12.2018
A+
A-

Yaşat Manav: “Babam son bir öneride bulundu, “Sen kuruşunu tut, lira kendini tutar” dedi.”


Kendi alanında ün yapmış, bir anlamda zoru başarmış Mutlularla söyleşi dizimize başlıyor ve ilk söyleşimizi Sayın Yaşat Manav’la yapıyoruz. Ben kendisinin adını çok duymuş ve kendisini hep merak etmiştim. Ama bugüne kadar da kendisiyle hiç karşılaşmamış, hiç konuşmamıştım. İşte Çıtlık adına kendisine sorduğum sorular ve aldığım yanıtlar:

Nihat Mustul: Yaşat Manav kimdir? Bize biraz kendinizden bahseder misiniz?

Yaşat Manav: 1937 Mut doğumluyum. Babam zamanının önemli simalarından tüccar Ali Manav’dır. Annem de babam gibi Ermenek doğumlu olup, Fındık Hoca lakabıyla bilinen müderris Hüseyin Fehmi Efendi’nin kızıdır. Babamın annemle evlenmezden evvel vefat eden ilk eşinden Şefika ve Yadigâr ablalarım da vefat ettiler. Benden dört yaş büyük Yaşar Abim halen Mut’ta emekli tüccardır. Yedi yaş küçüğüm Yılmaz ise Mersin’de eczacıdır. İki yaş küçüğüm Süheyla ise eşi Yılmaz Hancıoğlu’nu yıllar önce kaybetmiş, İstanbul’da yaşamaktadır.

Evliyim, ikisi evli üç oğlum, ikisi kız, ikisi oğlan olmak üzere dört torunum vardır.

İstanbul’da yaşıyoruz. Babamdan ve amcalarımdan olan çocuklar ve torunlarla kalabalık bir aileyiz. Büyük bölümü Mut’ta olmak üzere özellikle İstanbul ve Mersin’de aile bireyleri yaşamlarını sürdürmektedirler.

Nihat Mustul: Çocukluğunuzun Mut’ta geçtiğini biliyorum. Hangi okulda okudunuz? Öğretmenleriniz, sınıf arkadaşlarınız kimlerdi?


Yaşat Manav: Benim çocukluğumda Mut’ta bir tek okul vardı. 1944-50 yılları arasında ilkokulu Mut’ta okudum. O zamanlar her sınıf tek şubeydi. Kaydımı okul müdürümüz olan dayım Tevfik Yavuzer, 23 numara ile yapmıştı. Kaydı yaptıktan sonra bana, “Öğretmenin 23 deyince ‘buradayım’ diye yanıt vereceksin” demişti. Sonra sınıfta öğretmen “23” deyince, bu defa ben, “buraya dayım!” demiştim ve öğretmen çok şaşırmıştı. Bu olayı hiç unutamam.

İlkokulda Zehra Doğanlar ve İhsan Baykal öğretmenlerim oldular. Sınıf arkadaşlarım; Tapucuların kızı Yıldız, Niğdelilerin kızı Türkan, Nihal, Gürbüz, Hamdi, Cavit Özer, Mustafa Esen hemen anımsayabildiklerimdir.

O dönemde Mut’ta henüz ortaokul yoktu. 5. sınıftayken herhalde, İhsan Hoca başımızda, ellerimizde “Ortaokul isteriz!” yazılı karton pankartlar, sokaklarda koro halinde bağırarak dolaştığımızı anımsıyorum.

Nihat Mustul: Peki Mut’tan sonraki öğrenim yaşamınız, gençliğiniz?


Yaşat Manav: Ortaokulu Karaman’da okudum, Tevfik Dayımın yanında. Okulda, özellikle matematik öğretmenimin dikkatini çektim. Bir gün bu öğretmenimiz, “Büyük bir yemek sinisi çevresinde 12 kişilik büyük bir aile düşünün. Bunlar masa çevresinde kaç değişik şekilde oturabilirler?” diye bir soru sordu, çözümü de ev ödevi olarak istedi. Hemen teneffüste elime bir çubuk alıp, bahçede toprakta çizerek düşünmeye başladım. Sonra evde uğraşarak çözümü buldum. Bunu henüz 12 yaşında ortaokul 1. sınıf öğrencisi olarak yapabilmiş olmama hala şaşırıyorum. Masada 2 kişi olsa 2 değişik şekil, 3 kişi olsa 6 değişik şekil, 4 kişi olsa 24 değişik şekil olabileceğinden, formülü bulmuştum. 2×3=6, 6×4=24 olduğuna göre, hesap 24×5=…, sonra da çıkan rakamın bir üst sayı olan 6 ile çarpılması ve devamı şeklinde olacaktı.

Karaman’da bir ay kadar kaldım. Dayımın görev yeri değişince benim de Mut’a geri dönme ihtimalim çıktı. Aileme ve arkadaşlarıma kavuşacağıma çok sevindim ama, matematik öğretmenim de çok üzüldü.

Abim ortaokulu bitirmişti. Annem benim de en az abim kadar okumamı istiyordu. İşte bu nedenle olmalı ki, abim dükkânına mal almak için Konya’ya gidişinde beni lise orta bire kayıt yaptırmış.

Konya Lisesi’nde bir ay gecikmeli ve yatılı olarak okumaya başladım. Yatakhanenin tavan arası bölümünde 56 abi ile kalıyordum. Tavan penceresinden bazen kedilerin baktığını görürdüm. Soba bile yoktu. Kışın eksi 18 derecede titreyerek buz gibi yatağa 1, 2, 3 diyerek topluca girişimizi, yorgan ve battaniyeye sarınarak yatışımızı hiç; unutamam.

Orada da, “Efendi” takma adlı matematik öğretmenimiz tahtada bir arkadaşımıza bir soru sordu. O yapamayınca bir arkadaşımızı daha çağırdı. Sınıfa dönerek, “Siz de yerinizde yapın” dedi, ikinci arkadaş da yapamadı. “Yapan var mı?” diye sınıfa sordu. Bir tek ben parmak kaldırdım. “Söyle” deyince, hemen ayağa kalktım, önce soruyu yineledim, sonra çözüm yolunu ve sonucu söyledim. Öğretmenim çok şaşırmıştı. “Söyle efendi kaç numarasın?” deyince, “1524 Hüseyin Manav” dedim. Not defterini açıp adımı soyadımı, numaramı yazdı. Arkasından da ekledi, “10, otur!” dedi. Birkaç ders sonra bir soru daha sordu ve çözene 10 vereceğini söyledi. Soru şöyleydi: “Bir üçgenin iç açıları toplamı 180°dir, nasıl kanıtlarsınız?” Ben hemen defterimin alt köşesinden bir üçgen kâğıt kopardım, iki yan parçalarını yine kesip dik açılı köşenin yanına yerleştirince 180°lik çizgiyi elde ettim. Rastlantıya bakın ki, soruyu benden başka çözen yoktu. “Efendi yine otur, aferin!” deyince, bu kez kimi öğrenciler, “Hocam 10 verecektiniz” demeye başladılar. Bu sefer, “Efendi, istediğin 10 numara mı?” diyerek, 2. bir 10 verdi. Durumu öğretmenler odasında anlatmış ki, derse her gelen öğretmen, “1524 Hüseyin Manav kim?” demeye başladı. Matematiğin tersine, Fransızca ve tarihte başarısızdım. Tarih hocam Razi Bey, “Yediden az alırsan seni bırakırım” demişti. Fransızca hocam Mustafa Yenisey ise hem başıma hem de sıraya vurarak, “Nato kafa, Nato mermer, sende akıl varsa ben kendimi şu pencereden atarım” demişti.

Ortaokul ve lise yaşamım, arkadaşlarımla ve hocalarımla bugüne kadar süren ilişkilerim, hayat hikâyemin en önemli bölümüdür. Ortaokula başlayışımın 58, liseyi bitirişimin 52. yılında, 10 Mayıs 2008 Cumartesi günü İstanbul Korukentteki kahvaltıda 54, Boğazdaki öğle yemekli tekne gezisinde öğretmen, arkadaş, eş, çocuk 68 kişiydik.

Üniversite yaşamım, İTÜ Maçka Mimarlık Bölümü’nde, 1956-60 arasıdır. Mimarlık eğitimim süresince Karamanlı Mimar Hulusi Güngör’ün yanında ve Mersin DDY lojman inşaatları şantiyesinde staj yaptım. Son sınıfta da, Efe Mimarlık Bürosunda çalıştım.

1960’da Mimar olarak mezun olduğumda işler bıçak gibi kesilmişti. Fırsat bilip askerlik görevimi aradan çıkarmak istedim. Altı ay Ankara’da yedek subaylık eğitimi gördüklen sonra kura çekerek Kars’a gittim. O tarihlerde kardeşim Yılmaz’la birlikte yaptığımız Kars gezisi gerçekten çok ilginçti. Önce Karaman’dan trenle Erzurum’a gittik. Trenden inince ilk dikkatimi çeken bütün erkeklerin bıyıklı oluşlarıydı. Nitekim Kars’a indikten sonra ben de bıyık bırakmıştım. Erzurum’la Kars arası dekovil hattı idi. Dekovil adı verilen küçük vagonlar birbirine geçişleri olmayan, ortadaki kömür sobasıyla ısıtılıyordu. O kadar yavaş gidiyorlardı ki, Yılmaz’la hareket halindeki trenden inip, çiçek koparıp, yeniden biniyorduk. Çok ilginç bir başka gözlemim, biletçi vagondan vagona ancak tren durdukça geçiyordu.

Sarıkamış’tan sonra, bu kez Kars’a kadar Ruslar’dan kalma geniş raylı kocaman vagonlu trenle yolculuk başladı.

Askerlik anılarım da çok insanınki gibi oldukça ilginçtir. 18 aylık Kars’taki görevimin bitişi ile trenle dönüş yolculuğumda, sabaha karşı tren durup uyandığımda, Tarsus/Yenice tren istasyonunda inmiştim. Kars’ı karlar içinde bırakmıştım. Yenice’de yağmur çiseliyordu, mis gibi toprak ve çiçek kokusunu hissettim. Mersin’e gelince faytona atlayıp Silifke Hanına geldim. Faytondan tam inerken, Rahmi Doğanlar abiye rastladım. Rahmi abi bana, “Yaşat, ben hâkim yüzbaşıydım. 60 Devrimi’nden sonra Adana’da durumun çok iyiydi. Ancak Mersin hızla gelişiyor, liman ve rafineri yapıldı, ben de istifa edip Mersin’de avukatlığa başladım. Benim yanımda boş bir oda var. Gel sen de mimari büro aç” önerisinde bulundu. Oysa ben altı ay kadar Ankara ya da İstanbul’da kalmak, Almancamı geliştirip Almanya’ya gitmek, 2-3 yıl orada eğitim görmek, belki ondan sonra Mersin’de çalışmayı planlıyordum.

Askeri giysilerimi çıkarıp, Vali Konağı karşısındaki pegolalı yoldan yürüyüp, deniz kenarındaki bir bankta oturup, Kars’tan sonra aralık ayında adeta bahar havasını teneffüs ederek, gelip geçenleri seyrediyordum. 32 bin nüfuslu Kars’ta en çok sekiz ay inşaat yapılabilmesine rağmen, askerlik sonrası orada kalmayı bile düşünürken, bu kez önümde 72 bin nüfuslu, 12 ay 365 gün inşaat yapılabilen benim şehrim, zengin Mersin vardı. Bu düşüncelerle, ertesi gün Silifke Garajı’ndan Mut otobüsüne binerek Mut’a geldim.

Annemi ve babamı görmeyeli bir buçuk yıl olmuştu. Daha yaşlandıklarını hissettim. Almanya konusunu açınca babam bana, Mut’ta kalabileceğimi, ev kirası vermeyeceğimi, belediyede mühendis olmadığını, 800 lira maaşla çalışabileceğimi, bağ bahçemizin olduğunu söyledi. Bense Almanya’ya gitmeyeceksem, büroyu Mersin’de açabileceğimi ve 10 bin lira sermaye vermelerini istedim. Babam karşı çıktı buna. “Mersin’in havası nemli, gidersen Konya’ya git” dedi.

Sonuçta babam 5 bin, abim 4 bin, Hüseyin enişte de Şefika ablamın altınlarını satıp bin lira borç vererek Almanya projem engellendi. Babam 5 bin lirayı verirken annem babama sordu, “Ağa, oğlana parayı veriyorsun ya, ya batırırsa ne olacak?” Babam Doğancı Tepesini gösterdi, “DSİ orada 15 liraya amele çalıştırıyor, gelir orada çalışır” dedi. Ben de “çalışırım” diye yanıtladım. Babam son bir öneride bulundu, “Sen kuruşunu tut, lira kendini tutar” dedi.

Nihat Mustul: Ben Mersin Öğretmen Okulu’nda okuyordum. İlk o zaman duymuştum adınızı. Mersin’de Yaşat İş Hanı ile ünlendiniz. Bu iş hanı birçok ilkleri getirdi Mersin’e. Ta o zamanlar bu iş hanıyla gurur duyardık sizinle. Nasıldı o günler, Mersin’e bu alanda ilkleri getirmek?

Yaşat Manav: Yaşat İş Hanı’nın temelini 19 Mayıs 1969’da attık. 2 yıl sonra bitirmeyi planlamıştım. Ancak yürüyen merdivenlerin ithalindeki gecikme yüzünden sadece 6 günlük bir gecikme ile 25 Mayıs 1971’de hizmete girdi. Biri bodrum olmak üzere 3 çarşı katı, sonra Set Kafeterya, üste 8 büro katı, en üste de 1,5 kattan oluşan Roof Restoran ile toplam 13 katlı, 8500 metre kare inşaat alanlı, o zamanki para birimi ile 15 milyonluk bir projeydi. Başlangıç sermayem, apartman projesini ve emanet inşaatını yaptığım Mario Diap adına Garanti Bankası’ndan aldığım 48 bin 500 liralık kredi idi. Başladığımda 32, bitirdiğimde 34 yaşındaydım. Yaşat İş Hanı pek çok yönü ile meslek yaşamımın hala en önemli projesidir.

Mersin için olduğu kadar Türkiye için de önemli bir proje olduğunu sonradan anladım. İki adet yürüyen merdiveni ile hizmete girdiği 1971 yılında ondan önce bir tek Ankara Kızılay’daki Gima’da yürüyen merdiven vardı. Zaten ben de oradan esinlenmiştim. O tarihte ne İstanbulda, ne İzmir’de, ne de Türkiye’nin başka bir yerinde yürüyen merdiven yoktu.

Kafeteryada 6 ayda 100 bin kişiye hizmet verilmişti. Roof Restoran bölgede örneği olmayan güzellikteydi. Dükkân ve bürolarda 3 kanaldan müzik yayını, 200’lük otomatik telefon santrali, henüz Türkiye’de televizyon yayını yokken bürolarda televizyon anten bağlantıları sağlanmıştı. Bu sayede Kıbrıs’tan ve Beyrut’tan televizyon izlenebiliyordu.

Mersin’deki ilklerimizden söz açılmışken, diğer 2 önemli ilki de söylemek gerekir. Birincisi; Yaşat Mimarlık Bürosu olarak biz, Mersin’in ilk mimarlık bürosuyduk. Bizden önce Yüksek Mimar Nuri Abaç ağabeyimiz 10 yıl tek başına mimarlık işini sürdürmüş, ancak maalesef tutunamayarak, mesleği bırakıp Devlet Planlama Teşkilatına geçmiştir. Nuri Abi daha sonra ressam olarak çalışmalarını sürdürmüş, Türkiye’nin ünlü ressamları arasında yerini almıştır. Mimarlık bürosu açtığım 1963’ten Mersin’den ayrıldığım Ocak 1972’ye kadar, mimarlık büro sayısı 10’a yaklaşmıştır. Şimdilerde bu sayının 300’ü aştığını, Mimarlar Odası Şubesinin olduğunu, ayrıca Mersin Üniversitesi bünyesinde Mimarlık Fakültesi olduğunu biliyorum. Ve bu gelişmenin öncüsü olduğumu düşünüyorum.

İkinci önemli ilkimiz; eşim Bilsev’in yine 1963 yılında açtığı, Bilsev Bale Dershanesidir. 1963 ve 64’te bale dersleri vererek, her iki sezon sonunda da, o zamanki Mersin Halkevi Salonu’nda bale resitalleri düzenlemişti. Bu öncü sanat girişiminin de bugünkü Mersin Opera ve Balesi’ne ve Mersin Uluslararası Müzik Festivali’ne öncü adım olduğunu düşünüyor eşim. Bilsev adına bu nedenle de gurur duyuyorum.

Nihat Mustul: Peki İstanbul’a ne zaman gittiniz, nasıl oldu bu? İstanbul’da neler yapıyorsunuz?

Yaşat Manav: Yaşat İş Hanı’ndaki Roof Restoran’ın 1971’de hizmete girmesiyle Mersin’deki çalışmalarımı bitirmiş oldum. Arkasından da İstanbul’daki işlerimiz başladı. İlk işimiz Zincirlikuyu’da şimdi Tat Towers adıyla bilinen gökdelenlerin olduğu projemizdi.

Mersinli iş ortaklarım Yılmaz Ok ve Nebil Hayfavi ile birlikte 1972-73’te Yaşat Ticaret Merkezi adı altında 32 katlı yürüyen merdivenli, İstanbul’un ilk gökdelenini biz yapacaktık. Ama rahmetli Nebil’le anlaşmazlığımız yüzünden sonuçsuz kaldı. Yine 450 dönümlük Tarabya’daki arsada Sümer Sitesi ve 6000 dönümlük Terkos Gölü cepheli çiftlikte Deli Yunus Tatil Köyleri ve Rekreasyon alanları projelerimiz (Günümüzde Ali Üstay’ın Doğal Yaşam Projesi) vardı. Bu işler de yine Nebil ile anlaşmazlık yüzünden ben ayrılmak zorunda kaylınca sonuçsuz kaldılar.

Mecidiyeköy’de, bünyesindeki Antikacılar Çarşısı ile iyi bilinen Abide Sitesi inşaatlarıyla, Levent Ortaköy’de ünlenmiş Korukent Sitesi projemizi gerçekleştirdik.

Mersin’de Yaşat İş Hanı’nın öncü ve ünlü oluşu gibi Korukent’te İstanbul’da oldukça ün yapmış ve 30 yıldır bu ününü sürdürmektedir.

Korukent, açık ve kapalı yüzme havuzları, fitness ve dans salonları, Türk hamamı, sauna, açık kapalı tenis kortları, buz paten pistleri, bowling salonu, restoranları ve benzer birçok tesisleriyle, ayrıca çok güzel yıllanmış ağaç dokusu ve özenle korunup güzelleştirilen yeşil dokusuyla hep beğeni toplamıştır. Korukent olayını özetlemeye çalışıyorum ama, söyleyecek o kadar şey var ki, en iyisi bu kadarla yetinmek.

İstanbul sorunuzun içinde yer verilebilecek bir diğer konumuz da, Amerika’nın Florida eyaleti Miami yakınlarında Fort Laderdale’de kurduğumuz inşaat şirketimizle 5 yıllık bir çalışma dönemimiz vardır.

Nihat Mustul: Yeniler pek bilmez ama, eskilerden de babanız Manav Ali’yi bilmeyen yok. Mut’un en ilginç esnaflarından birisiydi. Manav Ali’yi birkaç cümleyle nasıl anlatırsınız okuyucularımıza?

Yaşat Manav: Babam Ali Manav, hicri 1311, miladi 1895 doğumlu idi. 1981’de 86 yaşında kaybettik. 11 yıl askerlik yapmış, Kurtuluş Savaşı gazilerindendi. Aslen Ermenekli bir köşkermiş (ayakkabı ustası). Ancak Mut’a yerleşip ticarete atılmış. Mut’ta ticaretin öncüsü olmuş. Akıllı, becerikli, iyilik seven, çok sevilen bir insandı. Babamdan önce Mut’taki esnaf mal almak için aşağıdan Silifke ya da Mersin’e, yukarıdan Karaman ya da Konya’ya gidermiş.

Babamsa o zamanlar çok uzak bir yol olan İstanbul’dan getirirmiş. Başlangıç sermayesi çok az olduğundan ve kendisini sevdirip güven kazandığından, aybaşında maaşını almış olan memur arkadaşlarının maaşlarını borç alıp, İstanbul’dan mal getirip satarak borçlarını ödermiş. Bizim çocukluk yıllarımızda babam Mut’un tartışmasız en zengin insanıydı. Yeniliklere açık olduğundan, Mut’a ilk otomobili o getirmişti. 1940’lı yılların başında Tenezzüh denilen otomobilimiz vardı. Sonra kamyonumuz da oldu. Silifke’den posta taşıma işlerini de yaptı.

Daha sonraları 3 tekerlekli, sepetli, Harley Davidson marka motosikletimiz oldu. Mut’a henüz elektrik gelmeden Westinghouse marka buzdolabımız getirilmişti. Dükkânın önünde kocaman bir sandığın sökülüşünü ve içinden beyaz buzdolabının çıkışını hiç unutmam. Yine çocukluk yıllarımızda babamın pilli ve akümülatörlü çeşit radyoları vardı.
Babam, köylülerin getirdiği her türlü malı alan ve her çeşit malı bulunduran birisiydi.

Yine benim çocukluk yıllarımda karasinekle mücadele amacıyla, öldürülmüş sinekleri tartarak aldığını anımsıyorum. Bu olayı bilenler henüz yaşamaktadırlar. Amaç karasinekle mücadele idi. Tartı ile ödenecek bedel çok küçük, yok edilecek sinek oldukça önemliydi. Babamın bir önemli anısı, dükkânımızı satın aldığı Rum’un mübadelede (değiş tokuşta) Selanik’e gitmiş olması nedeniyle onları ziyarete, Selanik’e kadar gidişidir.

Nihat Mustul: Babanızın evi yıkılmak üzere. Orada elbette ki sizin de çocukluk anılarınız var. Orayı Müze ya da eski bir Mut evine dönüştüreceğinizi duyduk. ÇITLIK olarakta çok sevindik. Bu düşünce hangi aşamada; Mut’lulara bu konuda neler söylemek istersiniz?
Yaşat Manav: Abim ve kardeşlerimle de konuşarak, o evimizi eskisine uygun şekilde restore etmek ve müze olarak yaşatmak istiyoruz. Bu konuyu Belediye Başkanı kardeşimiz Selahattin Arslan’la da konuştuk. O da çok memnun oldu. Öncelikle bölgemizde eski eser restorasyon (yenileme) projeleri yapan bir mimarla tanışmamızı Selahattin kardeşimiz sağlayacak ve umarım çok gecikmeden olumlu bir sonuca ulaşırız.

Nihat Mustul: Mut’un en çok neyini özlüyorsunuz? Mut’a gelince nerelere gidiyorsunuz? Neler şaşırtıyor, neler üzüyor sizi, neleri bulamıyorsunuz?

Yaşat Manav: Çocukluğumla ilgili Mut’un her şeyini özlüyorum. Yeme içmeyle ilgili soruyorsanız, şüphesiz en başta batırık, sonra şekerpare ve beyaz ballı incir diyebilirim.

Mut’a gelince haliyle Çınaraltı’ndan başlayarak evimizin civarını, çarşıyı geziyorum. Mezarlık ziyareti, sonra çocukluğumun önemli anılarıyla dolu Deveci’ye gidiyor, bahçeden meyve koparıp, avuç avuç soğuk suyundan içiyorum. Sonra tabi, Kozlar’a çıkıyoruz. İki gece Yılmaz’la birlikte ağabeyimde kalıyoruz. Yıkılgan’a, Kumru yönüne yürüyor, kahvede nane ya da adaçayı içiyoruz. Sohbet ediyoruz. Maalesef ülkemizdeki bütün şehirler gibi Mut’ta fazla doldu. Kötü şehirleşti. Yeni yapılan birçok bina bizi çocukluğumuzdaki Mut’tan kopardığı için üzüyor.

Nihat Mustul: İstanbul’da da batırık içiyor musunuz?


Yaşat Manav: Annemin sağlığında annem İstanbul’a batırık malzemesi yollardı ve genellikle hafta sonları evde iki küçük oğlumla adeta bir şölen gibi batırık yapar, keyifle içerdik. Şimdi kardeşim Süheyla, yeğenlerim Zennur ve Hacer ile beraberliklerimizde yemek kısmet oluyor.

Nihat Mustul: Sabancı’yı ben o dev mal varlığından çok, kültürsel/sanatsal yanlarıyla anımsıyorum. Peki, sizin kültür sanatla aranız nasıl? Butür etkinlikleri izliyor musunuz?

Yaşat Manav:
İstanbul Kültür ve Sanat Vakfı İstanbul Festivalinde 2 yıl küçük çaplı da olsa sponsor (destekleyici) oldum. Mersin Uluslararası Müzik Festivalinde de 2 yıl önce yine sponsor oldum. Mersin’de Nevit Kodallı Müzik Okulu’nda maddi katkılarla oluşan bir odamız var. Mersin’de ünlü heykeltıraş Hüseyin Gezer ağabeyimin (ki kendisi maalesef ailzeilmer hastası olup huzurevindedir) heykelleri, yine Mersinli ünlü ressam Nuri Abaç ağabeyimizin resimleri, diğer Mersinli ressamlar Doğan Akça, Ahmet Yeşil ve başkalarının eserlerinden olanak buldukça alıyorum.

İstanbul’da Darülaceze Vakfı Mütevelli ve Yönetim Kurulu Üyesiyim. Ermenek ve Çevresi Vakfı, Konyalılar Vakfı, Mimarlık Vakfı, Mersin Liseliler Derneği, Türk Dünyası Araştırmaları Vakfı ve benzeri vakıf ve derneklerde görevlerim var. Galatasaray Kulübü Divan Üyesiyim.

İstanbul’da fırsat buldukça tiyatrolara, opera, bale ve konserlere katılıyorum. Her gün en az bir saat gazete okurum. Özellikle gezilerde ve tatillerde kitap okurum. Cumhuriyet tarihi, uzay ve evren bilimleri en çok ilgi alanımdır.

Nihat Mustul: Ünlü bir paşa, “Görmediğin yerler senin değildir” demiş. Bu anlamda, Türkiye’nin ya da dünyanın ne kadarı sizin acaba?

Yaşat Manav: Rahmetli babam için yine rahmetli annem, “Dağda yatmadığı akşam gözüne uyku girmez” derdi. Ben kendimi bu yönden de babama benzetirim. Gezmeyi çok severim. Yurdumuzun Güneydoğu Bölgesi dışında hemen her bölgesini oldukça gezdim. Gelecek yıl Gaziantep’teki bir mimar arkadaşımızın organizasyonuyla kısmen orayı da gezmek istiyoruz. Yurtdışında tüm Avrupa’yı gezdim diyebilirim. Güney Afrika, Singapur, Avustralya, Yeni Zelanda, Çin, Hindistan, Amerika’nın bazı bölümlerini ziyaret ettim. Gemi gezilerini de çok seviyorum. Karayipler, Bahama ve Akdeniz gezileri yaptım. Ayrıca nehir gezileri olarak Mısır’da Nil, Kuzeyde; Volga Nehrinde Moskova’dan Leningrad’a, ayrıca Dinyaper Nehrinde Kiev’den Odesa’ya, Tuna Nehrinde Viyana’dan Budapeşte’ye geziler yaptım. Sağlığım el verdiği sürece gezip görmek istediğim yerler pek çok.

Nihat Mustul: Sizin alanınız inşaat, neler yaptınız bu konuda? İnşaatla kültür/sanat ilişki hakkında neler söylemek istersiniz?

Yaşat Manav: Yaptığımız inşaatlar konusunda yukarıdaki bölümlerde oldukça bilgi verdiğimi sanıyorum. Mimarlık öyle güzel bir meslek ki, önce tasarlıyorsunuz, sonra projeye dönüştürüyor, daha sonra da gerçekleştiriyorsunuz. Siz ve insanlar yaşayarak kullanıyorlar ve yaptığınız işler sizinle birlikte yaşadığı gibi sizden sonra da yaşamaya devam ediyor. Bu sayede birçok insanla tanışıyor, alışveriş ediyor, dostluklar oluşturuyorsunuz. Yaptığınız iş, diğer yönleriyle kültür ve sanat oluyor haliyle.

Nihat Mustul: Çıtlık Dergisi Mut’un ilk kültür sanat dergisi. Dergimize katkılarınızdan dolayı sağolun dileklerimizi de sunmak istiyorum size. Peki dergimizi nasıl buluyorsunuz? Çıtlık hakkında neler düşünüyorsunuz?

Yaşat Manav: Çıtlık sözcük olarak hem yöremize hem de çocukluğuma ait çok güzel bir kelime. Dergiye de çok yakıştı. Sizi kutlarım. Her yönüyle beğeniyorum. Başarılarınızın devamını ve mutluluklar dilerim.

Nihat Mustul: Sizi epeyce yorduk Çıtlık adına çok sağ olun. Yaşamınız çıtlık kadar uzun olsun.

Yaşat Manav:
Ben de sağ olun diyorum, başarılar diliyorum size.

Söyleşi: Mut ÇITLIK Kültür Sanat Dergisi adına 2008 yılında Nihat Mustul tarafından yapılmıştır.

ETİKETLER:
Yorumlar

Henüz yorum yapılmamış. İlk yorumu yukarıdaki form aracılığıyla siz yapabilirsiniz.