Adana Adıyaman Afyon Ağrı Aksaray Amasya Ankara Antalya Ardahan Artvin Aydın Balıkesir Bartın Batman Bayburt Bilecik Bingöl Bitlis Bolu Burdur Bursa Çanakkale Çankırı Çorum Denizli Diyarbakır Düzce Edirne Elazığ Erzincan Erzurum Eskişehir Gaziantep Giresun Gümüşhane Hakkari Hatay Iğdır Isparta İstanbul İzmir K.Maraş Karabük Karaman Kars Kastamonu Kayseri Kırıkkale Kırklareli Kırşehir Kilis Kocaeli Konya Kütahya Malatya Manisa Mardin Mersin Muğla Muş Nevşehir Niğde Ordu Osmaniye Rize Sakarya Samsun Siirt Sinop Sivas Şanlıurfa Şırnak Tekirdağ Tokat Trabzon Tunceli Uşak Van Yalova Yozgat Zonguldak
Mersin
Çok Bulutlu
18°C
Mersin
18°C
Çok Bulutlu
Salı Az Bulutlu
17°C
Çarşamba Açık
18°C
Perşembe Az Bulutlu
19°C
Cuma Parçalı Bulutlu
17°C

SADIK TAŞUCU İLE ANILARIM

Bana önder olan Sadık Taşucu ile anılarım benim yaşantımda çok yer tutar.
Köyden Silifke’ye taşındık. Rahmetli babam Hızır Üçyıldız hem berber, hem de düğünlerde davul çalardı. Say mahallesinde asker arkadaşı Hüseyin Say, Demirci Bayram Usta ile yakın olma adına evimizi Gırnatacı Halil Demir’den tuttuk. İki göz ev. Derenin üstüne tahtadan köprü yapılmış onun üstünden yola kavuşurduk. Köyde 10 km. yoldan okula ulaşırdık. Bizi okutmak için Silifke’ye taşındık. Ama eve en yakın olan Cumhuriyet okuluna kayıt yapmadılar. Say mahallesi çocukları Sakarya’ya gidecek. İşte ana-ata dostu Sadık Taşucu devreye girdi. “Bu çocuk benim evde oturuyor kabul edin, okula kaydını yapın.“
Sadık Taşucu’nun evi okula 200 metre. Öğretmenim Sevim Öztol‘a da teslim ettiler. Okuldan çıkınca evlerine giderdim. Beni kapıda bahçıvan Recep Usta karşılar. Ayakkabılarım ile içeri alırdı. Sonradan öğrendim ki; Sadık Taşucu‘nun babası Hacı Paşa Memet, oğluna nasihat etmiş: “Eğer evine bir TAHTACI gelirse, ayağının çamuru ile içeri alacaksın. Onu eve alıp, yemeğini yedirip, kalacaksa oda vereceksin.“
İşte Tahtacı olmanın ayrıcalığı ile 8 yaşında çocuk, içeri alınırdı. Önce beslemeleri olan Ayşe Abla önüme yemek kor, sonra da Sadık Taşucu ile sohbet etmek üzere odasına alınırdım. Besime Teyze ise çok nazik, alçak görünüşlü idi. Atatürk’ün gelişlerinde anılarını anlatır, hep duygulanırdı.
Zaman zaman, Felteş Dede onun ata yadigarı idi, ona bir oda ayrılmıştı. Köyden geldiğinde hep o odada kalırdı.
Sohbetlerimizde; Taşeli bölgesinde ormanda çalışırken zorunlu iskan ile Kıbrıs’a gönderilen atalarımız gemiyi ele geçirip Alanya Şıhlar köyüne giderler. Süveyş kanalı inşaatı için kereste işi başlayınca, Hacı Paşa Mehmet onları Taşucu üstünde Tahtacı Belen’e yerleştirirler. İşte dostluklar öyle başlar. Gün olur kesim sırasında gördükleri Korucuk / Kırtıl / bahçe obasını beğenirler. Hacı Paşa Mehmet orayı Aydınlı Yörüklerden satın alır, Şıh Abidin Goca’ya teslim ederler.
Ortaokul 2. sınıfta Fransızca’dan ikmale kaldım. Gökbelen’de bunu duyan Sadık Taşucu, “O çocuk bana gelecek. O Fransızca öğretilecek.” der.
Gökbelen’de bağ arasında bağın köşkünde 2 ay derse çalıştırdı. Bana bu süre içinde Fransızca’nın gramer yapısını öğretti. Sınava gittiğimde; “Bana ne sorarsanız sorun, sınava hazırım.“ Fransızca Öğretmeni Kemal Taşkıran sordu.
“Sana kim ders verdi?”
“Sadık Taşucu“ deyince, “çık dışarı “ dedi. 10 vermişler.

O yıldan sonra lise bitinceye kadar, o bilgiler ışığında en başarılı öğrenci oldum. Kemal Taşkıran beni bir kenara oturtur, “herkes bir birine bakabilir.“ ama bana bakmaları yasaktı. Yaz aylarında öğrencilere kurs verdim Fransızca öğretmenim İlyas Yalçın.
“Eğer gazeteciliğe heves etmesen çok başarılı bir Fransızca öğretmeni olurdun.”
Sadık Taşucu ile çok sohbetlerimiz oldu. Silifke’nin ilçe oluşunda faktörleri, Demiryolu projesinde babasının sekter tavırlarını, Atatürk’ün Silifke‘ye gelişlerini anlattı. Babası onu Beyrut’ta kolejde okuttuğunu, Fransızca’yı orada öğrendiğini, ana dili gibi Fransızcayı konuşur, yazardı.
Atatürk o dönemde vekil olmasını istemiş, Ankara’da yanında olmasını istemiş ama o kabul etmemiş.
1946 yılında Muzaffer Sarısözen’in Gökbelen’de evinde günlerce, Felteş Dede, Hüseyin Say’dan derleme yaptığını anlattı. “Menekşe Baştır“ türküsünü de kendinden derlediğini belirtti.
“İçel valisinin tayinini istedim. Tayin edildi. Ben de hızımı alamadım. Cıngarcının pikabına 5-10 adama teneke verip, Avşar’a kadar uğurlattım. Akşam telefonu açtı.
“Paşa çocuğu, paşa çocuğu, işte bunu yapmayacaktın. O benim valimdi.”
Bu benim Paşa ile son görüşmem oldu. Bir daha yüzüme bakmadı. Kısa bir süre sonrada İçel vilayeti Mersin’e gitti. Bir diğer neden ise, serbest fıkranın belediye başkanlığı kazanması idi. Gerici ayaklanmaları da bunun tuzu biberi oldu.“
Gökbelen’de evinde Jandarma Karakol Komutanı Gülhan Başçavuş ziyaret eder. Ona Atatürk’ün hediye ettiği üzerinde ATATÜRK’ÜN İMZASI BULUNAN tabancayı gösterir. Masanın üzerinde dururken, bir çocuk alır oynamaya başlar. İçinde bir mermi kalmıştır. Çocuk tetiğe basar. Gülhan Başçavuş karnından yaralanır. Dr. Pancaroğlu gelip onu tedavi etti. Çabuk iyileşme sağlasın diye Kırtıl Köyünden Felteş Dede ona çekirdeksiz nar getirdi. 10 gün gibi süre içinde iyileşti.
Gökbelen’de bir sabah Sadık Taşucu, sabah erkenden kalkmış, kasap Adil de pirzola ile kahvaltı yapıyorken elinde ağaç motoru ile birisi çınar ağaçlarını kesmeye başladı. Hemen kalktı adamın yanına gitti. Elinden motoru aldı. Ona kızdı.
“Bu ağaçları kesmek için kimden izin aldın?” yanıt, “muhtara para lazımmış, 3 bin liraya 3 ağacı satın aldım kesiyorum.“
Çok ama çok kızmıştı. Meydanda esnaflar da geldiler.
“Al sana 3000 lira. Bundan sonra burada ağaç kesmek yok. O muhtara söyle gözüme gözükmesin.“
O ağaçlar kesilmedi. Hala meydanda yazları gölge yapmaya devam ediyor.
Babam Berber Hızır dükkanını erken açar, biz de ona yardıma gelirdik. O yıllarda anılarım içinde yer alan hoşgörü, sevgi saygı duyguları çok belirgindi.
Gökbelen’de köy meydanına girişte Şaftır Ali, Hüdeyetli Bekır, Tahir Koçak‘ın dükkan önleri tertemiz olurdu. Onlar dükkanlarının önünü temizlerken, önce Cafer Kasapoğu gözükürdü. Onların hatırını sora sora gelir, Kasap Adil’in dükkanına gelirdi. Kasap Adil hemen ona yürek, ciğer gibi sadakattan bir et hazırlar, önüne koyardı. Cebinden çıkardığı 35’lik yarım şişe rakının içine su doldurur, onunla kahvaltısını yapardı. Sonra günlük işine başlardı.
Biraz zaman geçince Sadık Taşucu gözükür o da Kasap Adil’in dükkanına gelirdi. Aynı şekilde 35’lik rakı ile kahvaltı yapılırdı. O kahvaltı sonrası bağ arasında çardağına gider, biraz orada kaldıktan sonra çarşıya geri dönerdi. O dönemde hoşgörü vardı. Kimse kimseye karışmazdı. Kasaplar da, gelenler yanlarında getirdikleri içkilerini, aldıkları eti pişirir, kahvaltısını yapar, öğleyin yaptırdıkları tava ile birlikte yemek yerlerdi. Dodoş Kazım yazları Gökbelen’e lokanta açardı. Orada akşam sohbetleri vardı. İşte, Sadık Taşucu, Cafer Kasapoğlu gibi dostlar orada Gökbelen’in sorunlarını konuşurlar, çözerlerdi. Akşamları bir takım çalgı gelir, onlarla birlikte türküler söylerlerdi. Şimdilerde kasaplar artık içki ruhsatı alıyor. Bir köşede keman çalınca, türkü söylenince Cimer, Bimere şikayetler başlıyor. Hoşgörü, hoşgörü…
1900 yıllarında Taşucu’nda doğan Sadık Taşucu 1973 yılında hakka yürüdü. Sağlığında mezarını hazırlatmıştı, önce Besime Taşucu hakka yürüdü. Bir mezar daha yaptırdı, ona da Sadık Taşucu Amcayı koydular.
Sadık Taşucu’nun kardeşleri soyadlarını “Dölek” koymuşlardı. Ama o soyadını Taşucu olarak yazdırmış. O dönemlerde liman kenti İSKELE olan adı da TAŞUCU nahiyesi olmuştur.
Gökbelen’deki evini torunu elden geçirmiş oturuyor. Yaz aylarında bir araya geliyoruz, sohbet edip anıları dillendiriyoruz. Keşke kızı Silifke’deki taş konağı satmasa ne güzel olurdu. O bahçesinde bulunan güller. Yoldan geçerken türül türül kokardı. Bahçıvan Recep Usta bahçeye bakar, bahçe köşesinde bir yerde ise sebze satardı. Yoldan geçenler onun sebzelerini çok beğenir, tezgah kısa zamanda boşalırdı. Taşucu’nda bulunan Atatürk’ü konuk ettiği evi göremedim, ancak yıkığını gördük. Bolacalı deresinden gelen suların denize ulaştığı yerde bir taş köprü vardı. Onu da kara yolları toprak altında bıraktı.

KİRMEN

Celal Necati ÜÇYILDIZ

Yazarın Diğer Yazıları
Yorumlar

Henüz yorum yapılmamış. İlk yorumu yukarıdaki form aracılığıyla siz yapabilirsiniz.