Merhaba!
Ben İbrahim Arı. Bugün Mut’un yakın tarihine tanıklık etmiş değerlerimizden 1941 doğumlu Ahmet Boyar (Sızmaz) abime konuk oldum. Hep Mut’u konuştuk; o anlattı ben dinledim. Hem de anlattıklarını kaydettim. Mut hakkında ondan yeni çok şey öğrendim. Sizlerin de bu zamanla yolculuğu ilgiyle okuyacağınızı düşünüyorum. Keyifli okumalar dilerim.
Merhaba abi, iyi akşamlar! Bu söyleşimiz için öncelikle kendini tanıtır mısın, ismin Ahmet Boyar değil mi? Bu Sızmaz nereden geliyor? Kaç yılında doğdun?
İyi akşamlar. Evet, ismim Ahmet Boyar, 1941 Mut – Doğancı Mahallesi doğumluyum. 1963 yılında Jeep kullanmaya başladım. Askerden geldikten sonra bir delege seçimi dönemiydi, üç gün geceli gündüzlü uyumadan çalıştım. Çalıştığım Jeep’in sahibi de “oğlum sen Sızmazsın” dedi. Ondan sonra benim ismi “Sızmaz” olarak kaldı. Sızmaz demezsen kimse tanımaz beni. Mesleğime de uyduğu için ben de sahiplendim.
Ahmet Abi kökeniniz neresi? Kaç kardeşsiniz, ailenden bahseder misin?
Ben doğma büyüme Mutluyum. Annem ve babam Ermenek kökenli. Ben dört kardeşin üçüncüsüyüm. En büyüğümüz ablam Zehra Boyar, 1929 doğumluydu, 2000 yılında öldü. Abim Mehmet Boyar 1931 doğumlu, o da 1970’li yıllarda Zonguldak Ereğli’de öldü. Orada demir çelikte çalışıyordu, emekliydi. Ben 1941 doğumluyum, şükür sağlığım yerinde, ölmeye de hiç niyetim yok. Benim küçüğüm bir kız kardeşim var, emekli öğretmen, o da Mersin’de yaşıyor.
Eşimden ayrıldım. Bir kızım bir oğlum var. Oğlum İsveç‘te çalışıyor, kızım Sağlık Meslek Lisesini bitirdi, burada İl Sağlık Müdürlüğü‘nde çalışıyor. Kızımdan iki tane torunum var; biri kız biri oğlan. Kız şimdi üniversiteye hazırlanıyor. Oğlan da ortaokul son sınıf. Torunlarımın isimleri: Başak ve Arda Agaşe. Oğlumun iki kızı var: büyük olan Beste Boyar, küçük Beren Boyar.
Okul yıllarından bahseder misin, okula kaç yılında başladın? Öğretmeninin ismi neydi? Sınıf arkadaşlarını isim olarak hatırlıyor musun? O yıllarda Mut’un nüfusu ne kadardı?
Okula 1948’de başladım. O zaman Mut’un nüfusu 3000 ya vardı ya yoktu. Öğretmenimin ismi Ali Osman Sönmez’di. Sınıf arkadaşlarımın hepsini hatırlıyorum, istersen sınıf numaraları ile birlikte söyleyeyim:
1 Emine Arlı, 3 Kemal Günel, 5 Ahmet Gözleği, 7 Hediye Uçan, 9 Şefik İnce, 10 Hüseyin Eren, 13 Hüseyin Özer, 14 Osman Özyürek, 15 Yılmaz Seyrankaya, 16 Zekiye Alagöz, 19 Şadiye Ünsal, 20 Aydın Akkulak, 24 Ayhan Dikmen, 25 Ahmet Mercan, 26 Turan İnce, 27 Gürel Büyükçakır, 28 Suzan Mercan, 29 Günsel Gürkan, 30 Emine Manav, 35 Hüseyin Peker, 36 Naile Doğan, 38 Emine Yazıcı, 39 ben Ahmet Boyar, 40 Mustafa Kemal Kocatepe, 44 Yaşar Yazar, 48 Mustafa Şimşek, 49 Mustafa Yıldırım, 52 Hacı Arlı, 67 Hatice Örs, 69 Fadime Demirdelen, 88 Suzan Kaçar, 76 Sultan Örs. Ben bunların tümünü numaralarıyla çağırırım. Bunların hepsi 1948 yılında ilkokula başlayanlar, hepimiz aynı sınıftaydık. 1955 yılında ortaokula başladım, birinci sınıftan ayrıldım.
İlk ve Ortaokul öğretmenlerini hatırlıyor musun?
Tabi ki, Başöğretmenimiz vardı Oğuz bey, sınıf öğretmenim Ali Osman Sönmez, İhsan Baykan, Zekiye Baykan, Mustafa Bilger, Hüsnü Oskay, Ali Yedigöz, Zehra Doğanlar, Şeref Turan, Okul müdürümüz Lütfi Özalp, matematik hocası Ali Başev, Türkçe hocamız Nazmi Erdoğan vardı, not verirken 2 onda 1, 2 onda 2, 2 onda 3 diye verirdi notlarını, sonra ağır ceza hakimi oldu, not verişinden belliydi. Şimdi karı-koca İzmir’de huzurevindelermiş.
Peki, okuldan hatırında olan anın var mı?
Ben çok yaramazdım ama öğretmenlerim severlerdi beni. Ortaokuldayken annem beni evde hiç ders çalışmıyorum diye şikayet için okula gelmiş. Okul müdürümüz hem Tarih dersimize girerdi hem de Fransızca öğretmenimizdi, “Daha ne çalışsın; burada benden duyduğunu aklında tutuyor” demiş.
Annene kim derlerdi, ya baban?
Annemin ismi Seyde, babama da Boyacı Mustafa derlerdi. Mustafa Boyar, Boyar ismi ta Ermenek’ten bu yana gelmiş bize
Ahmet abi, sen tabi ki Mut’un ilk elektrik ve su tesisatçısısın, sen de birçok usta yetiştirdin, mesleğe nasıl başladın?
1952 yılında, ben daha ilkokul dördüncü sınıftayken ustamın yanına gidiyordum. Ustam Mehmet Parlatan’dır ve yetiştirdiği tek çırak benim. Yazın çalışıyor kışın okula gidiyordum. Ortaokulu bıraktıktan sonra sürekli çalışmaya başladım. O zamanlar su işi henüz yoktu, elektrikle başladık. Mut’a su 1953’te geldi. Su tesisatçılığına da bu şekilde başlamış oldum. Karadeniz Ereğli’ye gitmiştim, tesisatçılığımı esaslı olarak orada pişirdim. Orada görüp öğrendiklerimi Mut’ta uyguladım. Birçok çırak yetiştirdim.
Mehmet Parlatan kimdir?
Ermenek’ten geldi. 1946 yılında Mut’ta un değirmenini elektrik santralına çevirdi. Kendi olanaklarıyla perçinleyerek tribün yaptı, kaynak yoktu. O şekilde evlere elektrik verdi. Kendisi Ermenek’te yetişmiş bir usta. Ermenek’teki elektrik fabrikasını da onlar kurmuşlar, yanında bir Macar usta varmış onunla birlikte kurmuşlar, Macar gittikten sonra Mut’a gelmiş. Ustam 3’üncü sınıf elektrik ustası, ehliyetliydi. Ben daha okula başlamamıştım, mahallede yalaklar kazarken görüyordum onları, hatta merak edip ne yaptıklarını sorduğumuzda “Evinizden incir kurusu getirin söyleyelim” demişlerdi, biz de evlerde incir kurusu koymamıştık. Meğer elektrik vermek için açıyorlarmış o yalakları. Elektrik santralı Barabanlı’ya doğru ustamın bahçesinin olduğu yerdeydi. Su ile dönerdi. Çınarların üstünde otogar vardı, çınaraltında belediyenin sineması vardı, bir subay çalıştırıveriyordu.
Ustanla yaşadığın bir anı var mı aklında kalan?
1957’de Mut- Karaman yolu yeni açılmaya başlamıştı, bizim su kanalını kapatıp sonra tekrar açmışlardı. 16 beygir gücünde dizel motor çalışıyordu, su gelmeyince motor bayılmaya başladı. Su 10 dakika sonra geliyor, tekrar kesiliyor. Ustam elime bir el feneri verdi, suyun neden kesildiğini bulmam gerekiyor. Daha küçüğüm, çocuğum ve de korkuyorum, oralar çok ıssız. Çıktım köprünün oraya kadar suyu takip ederek gidiyorum, her taraf bahçe tabii. Bakıyorum hiçkimse bahçe sulamıyor, geri döndüm ustama durumu bildirdim. Beni tekrar gönderdi, suyun kesilmesinin nedenini yine bulamadım. Üçüncüde yine geri dönerken bir gümbürtü duydum arkamda, kanal yeni açıldığı için alttan su giderken ham toprak göçüyor, su orayı doldurup akıncaya kadar su kesiliyor. Su gelmeyince motor bayılıyor ve haliyle elektrikler kesiliyor. Ustama durumu anlattım.
Belediye Başkanı İsmail Susan’dı (1957-1960), yanında bir komutanla birlikte geldiler. Komutan orada ustama ağır bir söz söyledi, ustam sinirlendi motorun kolçağını aramaya başladı, komutana vuracak. Komutan bunu farkedince kaçtı gitti. Ustam İsmail Susan’a “Benim amirim sensin, o adam kim ki bana ağır söz söylüyor?” dedi. Sabah erkenden de beni de yanına alarak istifa dilekçesini İsmail Susan’a verdi. O da kabul etmedi, ustamla doğru kaymakamlığa gittik ustam olayı anlattı. Kaymakam “Bu çocuk kim?” dedi, o da “Gece sorunun kaynağını bulan işte bu çocuk” dedi. Kaymakam İsmail Susan’ı çağırttı ve “Bu çocuğa 75 lira maaş vereceksiniz” dedi. 3 ay 75 liradan maaş aldım sonra kaymakamın tayini çıkıp gidince maaşım da kesildi.
Elektriğin Mut’a gelişi 1946 yılı mı?
Evet, benim ustam 1946 yılında un değirmenini elektrik fabrikası yaptı. Direkler dikildi ve Mut’a elektrik verilmeye başladı ama kömür gibi yanıyordu. Şimdiki gibi trafo falan yok, santralden ne çıkıyorsa öyle veriliyordu. Elektriği öyle herkes alamıyordu tabi evine. Telefon da öyleydi, pek nadir alınıyordu. Örneğin ben 1970’li yıllarda dükkanıma telefonu rica minnet aldım. Onu da Sertavul’da telsizlerde bir iş yapmıştım o yüzden. Tahir Örnek bana numara verdi. Numaram 227 idi, sonra 1227 oldu. Televizyon da 1974 yılında falan geldi Mut’a. Her yeniliğin içinde olduğum için 17 ekran Rus malı bir televizyon almıştım, Mut’ta televizyon alan 14’üncü kişi bendim. O dağlarda, sırtımızda akü ve televizyon; ayak basmadığımız yer kalmadı, sinyal arıyoruz. Karaman’dan birisi geldi Şevket isminde o, ben, rahmetli Pekşen Kemal, rahmetli Basri Ertan abi arabayla gelir “Haydi çocuklar yayın yine bozuldu” der atlar giderdik Zeyker’e. Zeyker‘de bir yayın bulduk ama saniyesi oynadığı zaman yayın gidiyordu, kaçak yayındı ve Kıbrıs’tan geliyordu. Direği diktik, Mut’a geldik ama Kıbrıs yayını bitmeyince bizimki yayına girmiyor. Daha sonra Sertavul’da telsizlerin olduğu yere kurduk. Elektrik fişi çekilip Mut’ta yayın kesilince orada çalışanların çayının kahvesinin bittiğini anlardık, çay kahve alıp doğru yanlarına giderdik. Çok uğraştık çok…
Mut’a suyun gelişi nasıl oldu?
Ali bey isminde mühendis birisi vardı, o uğraştı. Kanallar kazıldı borular döşendi ve Asbut pınarından su geldi. Bütün Mut halkı içme suyunu çınaraltında kale pınarından götürürdü. Sakalar vardı; Sultan Teyze vardı, Sucu Fadime vardı, bir de Kör Ali vardı onların dışında askılarla taşıyan bir de Süleyman vardı. İlk başlarda evlere su bu şekilde temin ediliyordu. Suyu eşeklerin üzerinde 4-er tane tenekeyle taşıyorlardı. Tenekesi 5 ya da 10 kuruştu. Akşama kadar hiç durmazlardı. Evlerin önüne su tesisatlarının döşenmesi 1951-1953 arası diyebilirim. Ufak tefek birer musluk takıyorduk sonraları gelişti tabii. Ben ustamdan ayrıldıktan sonra 1972 – 73’te malzeme almak için Konya’ya giderdim yeniliklere meraklı olduğum için orada konaklar yeni yapılan binaları incelerdim ve orada gördüklerimi Mut’ta uygulardım. Mersin’e gittiğimde de aynı şekilde… Daha sonra teknoloji gelişti tabii.
Mut Kalesinden Kalepınarına inen bir tünel vardı bununla ilgili bilgin var mı?
Pek yok ama indiğini duydum. Zaten kalenin kapısının önünde açık bir yer vardı daha önceleri.
Ahmet abi bu ilk kayısı bahçesi kurma olayını anlatır mısın?
1952 yılında elektrik fabrikasının öbür tarafından 9 dönüm kadar tarla satın almış ustam, iplerle ölçüldü, işaretlenen yerlere ağu dalı sokuldu, sonra yalaklar kazıldı. Gelip geçenler gülüştüler; “Elektrikçi bahçeye ağu dalı (zakkum) dikmiş” diye. Sonra fidanlar döşendi. Fidanlar 3 yaşındayken 1955 yılında ilk meyveyi topladık. Karaman’a götürecek araç yok. Karaman’da Muharrem Usta diye birisi vardı o Ford bir pikapla geldi. 1 buçuk ton kayısıyı yükledik. Sertavul’a varmadan Kargasekmez’de bir gece konakladılar. Sonra kayısıyı trenle İstanbul’a götürdüler ve o kayısıdan çok iyi para kazandı ustam. O zamanlar sadece Tokaloğlu ve Karacabey vardı. Karacabey geç olurdu. Şekerpare gibi, adi kayısı gibi yerli kayısımız Mut’ta eskiden bu yana vardı. Sofralık kayısıyı ilk deneyen kişi benim ustam Mehmet Parlatan‘dır.
Milletvekili Refik Koraltan ile olan anını anlatır mısın?
1956 yılında yapımı biten hükümet binasının tesisatını bitirmiştik, müteahhit Silifkeli Şahap Hancıoğlu’ydu, açılışı yapılıyordu. Ustam bana “haydi oğlum teli bağla” dedi, direğe çıktım ama teli bağlamadım bekledim, Şahap Hancıoğlu bana bağırıyor, aldırış etmiyorum tabii. Refik Koraltan çıkarıp bana 10 lira bahşiş verdi, bahşişi alınca teli bağladım.
Hükümet binasının daha önceki yeri neredeydi?
Daha önce hükümet binası Laal Paşa camisinin altındaki Paylıların otelinin olduğu yerdeydi, altında da han vardı. Hanı Hasan Kiya‘nın İbrahim (Taşdemir), Elektrikçi Ceylan’ın babası olur, o çalıştırıyordu.
Başka han var mıydı o zamanlar?
Yukarda Taşhan vardı. Çok sonra aşağısı kapandıktan sonra Remzi’nin hanı açıldı.
O zamanın tarihi binalarından bahseder misin?
Mut Kalesi yerleşkesi içerisinde hapishane vardı, batısında Mut İdman Yurdu’nun yeri vardı onun ilerisinde Kaymakamlık vardı. Ziraat Bankası İhsan Oral’ın evinin üstündeydi.
Mut Ortaokulu ne zaman ve nasıl yapıldı?
1951 yılında yapıldı. Ben 1955 -1956 döneminde 1’inci sınıftayken ilk mezunlarını verecekti. Orası yapılırken su yoktu, şebeke suyu da yoktu. 70’li 80’li yıllardaki Zabıta Amirliğinin olduğu yerin yan tarafına tahtadan bir kule yaptılar, yukarıya da tulumba kuruldu, tahtadan oluklarla okula kadar çıkardılar suyu. 3-4 kişiden biri iner biri çıkar elleriyle basarlardı. Akşama kadar o tulumbadan inşaata su çekerlerdi. Başlarında bir müteahhit vardı.
Ahmet abi bu Kale Mahallesindeki açık tiyatro ile ilgili bilgin var mı?
Hayal meyal hatırlıyorum Mesut Ünal’ın evinin oralarda antik tiyatro varmış, bizim okulun (Cumhuriyet İlkokulu) arka tarafıydı. Eskiden tarihi yerlerin bugün olduğu gibi pek kıymeti yoktu.
Mut Belediyesi’nde çalışmaya nasıl başladın?
1967 yılında; rahmetli Aslan Yalçın belediye başkanıydı, Süleyman Pekacar, ben, Mansur Yılmaz üçümüz aynı gün girdik belediyeye. Beni kadrolu yapmamışlar, 405’lik üzerinden 352 lira 5 kuruş maaş alıyordum. Hem şoför, hem elektrikçi, hem sucuydum ve çok şey yapıyordum.
Belediyede çalışırken başıma gelen ilginç bir anımı anlatayım müsadenle: Aslan Yalçın’ı Mersin’e götürüyordum, sürdüğüm araba her işte kullanılan aynı zamanda makam aracı olan askeriyeden Topraksu‘ya, Topraksu‘dan Mut Belediyesi‘ne verilen Power Doç pikap. 20 km gidince otomatiği ısınır benzini çekmezdi. Yola çıkmadan 10 tane küçük karpuz almıştım. Evkaf Çiftliği’nin oraya gelmiştik tam orada otomatik ısındı. Aldığım karpuzlardan birisini ortadan kesip otomatiğin üstüne kapattım yola devam ettik. Karpuzun 5 tanesiyle Mersin’e o şekilde vardık. Aslan Yalçın bana hep “Paşam” diye hitap ederdi. Dönüşte “Karpuz alalım mı Paşam?” dedi. “Bizi Mut’a götürecek karpuzumuz var” dedim.
İstifa edip belediyeden ayrılmış, başkanla da konuşmuyorduk. Bir zaman sonra balık avına giderken Çakıllıburun‘u geçtim, baktım ki belediyenin Power‘i orada duruyor. Zabıta memuru Hüseyin İşler makam şoförü. Yanında durdum. “Hüseyin abi, hayır ola” dedim. “Araba ateşlemeyi kesti” dedi. Belediye başkanı da arabanın içinde oturuyor. Araştırdım, distribütör kapağını açtım, tevzi makarasının üstündeki kömür bitmiş. Yakındaki köy 500 metre uzaklıkta. Dedim ki, “Hüseyin abi, köye git yeni veya kullanılmış bir pil bul, gel.” Bir pil bulup geldi. Pili kırdım, içindeki kömürü kapağın içine göre alıştırdım ve taktım. “Çalıştır!” dedim. Marşa basınca araba çalıştı. O anda rahmetli Aslan Yalçın arabadan indi “Paşam bir hata yaptık, sen de farkına varıp istifa ettin, ben senin tekrar belediyemizde çalışmanı istiyorum” dedi. Ben “asla olmaz” diye cevap verdim ve balık avına gittim.
Bir de ben her sabah saat 6’da et arabasını mezbahanın önüne çekerdim. Çünkü kasaplara eti ben dağıtıyordum. Taşhan’daki kasap dükkanları o günlerde yeni açılmıştı. Bir gün Orman Mühendisi bir müdür Mut’tan gidecek akşama da ziyafet veriyor. Rahmetli Reis bana akşam kendisini evden almamı tembihledi. Baykan otelinin altında restaurant vardı, ziyafet orada veriliyordu. Reisi getirdim. O güne kadar reisin alkol aldığını hiç görmemiştim. Onların yan tarafında biz de bir masa kurup başladık demlenmeye. Reisi evine bırakıp arabayı mezbahanın önüne çektikten sonra geri geldim ve biz demlenmeye devam ettik. Belediyede görevli rahmetli oldu; sanırım Silifkeliydi, Veteriner Asım bey vardı, oğlu var burada Ercan, bu bana bir jilet ve mühürleri verdi. “Jileti ciğerlere at bak içi köpüklü olursa verme, çöpe at, köpüksüzse teslim et, etleri de damgala” dedi. O gün de kafamız iyi ya koyuna keçi damgası, keçiye koyun damgası vurmuşum. Ben anlamıyorum ama kasaplar da anlamadı. Kasap Musa’nın dükkanı Park otelinin altındaydı önce ona vardım. Etleri dağıtıp arabayı yerine çektim ve gidip yattım. Akkulak Mustafa rahmetli geldi “Ahmet kalk Reis çok öfkeli seni çağırıyor, dikkat et” dedi. Başkan et almaya vardığında durumu fark etmiş. Koyuna bakmış kuyruk yok, keçiye bakmış kuyruk var, “Musa, keçi ne zaman koyun oldu?” demiş. Etleri benim damgaladığımı da öğrenmiş ben odasına girince “Paşam koyun ne zaman keçi oldu, niye sen damgaladın etleri?” dedi. “Asım bey öyle istedi” dedim. “Bu Asım beyin görevi bundan sonra kendisi yapacak” dedi. Asım bey de bu yüzden bana kızmıştı. O zaman Taşhan’ın içi manav doluydu, kasaplar sonradan geldi. Sonra ortaya bir çınar ağacı diktiler, yıl 1968’di.
1968 yılının sonlarıydı bana bir komplo kuruldu. Mehmet Mutlugil vardı Demokrat Parti Milletvekili, onun bir yakını varmış Sucu Kemal. Ben boru döşettiriyordum Kelköy tarafında, o geldi. Hamza onbaşının evinin yanına ikinci bir hat kavuşturuyorduk, bu gelince; orayı şöyle yapın burayı şuraya alın falan demeye başladı. Meğerse Ankara’da bir müteahhitin yanında kalafatlı boru döşemiş. Mehmet beyin de akrabası olunca bana bir sürü numaralar yapıldı. Ben de bana komplo kurulduğunu anlayıp, istifa ettim.
Belediye Başkanı kimdi?
Belediye başkanı Aslan Yalçın’dı. Aslan Yalçın çok temiz ve otoriter bir belediye başkanıydı.
Kendi işine ne zaman başladın?
Yıkılan belediye binasının girişindeki pasajda bana bir dükkan vermişlerdi, belediyede çalışırken de kendi takımlarımı kullanıyordum zaten. Belediyede sadece bir boru anahtarı vardı. İstifa ettikten bir gün sonra kendi işime başladım. Rahmetli Koç Mustafa belediyede tahsildardı ona dilekçe verdim ve o dükkanı 360 lira vererek 6 aylığına kiraladım. Pasajın içinde Arap Mehmet’in çay ocağı vardı, reisin gelme vakti ayağımın biri bir sandalyede diğeri başka sandalyede, elimde sigara ve kahve onun göreceği şekilde kuruldum. Onun yanında hiç sigara içmezdim. Reis merdivenin yanından bana bakıp beni süzdü, ben hiç istifimi bozmadım. Odasına geçince Akkulak Mustafa’yı çağırıp ondan bana belediyedeki işime devam etmemi söylemesini istemiş. Akkulak Mustafa da beni iyi tanıdığını ve istifa konusunda kararlı olduğumu bildirmiş. Pasajdan ayrıldıktan sonra çarşının içinde Urumlu Sokakta (Ahmet Alper’in dükkanının karşısındaki sokak, Şükrü Sezer, Deli Doktor falan orada oturdular) dükkanımı açtım, sonra 1970’te aşağı köprünün orada Hacı Ariflerin oraya taşıdım dükkanı. Daha sonra karşısındaki duvarında büyük yazıyla SIZMAZ yazan dükkana geçtim.
1963 Aralık ayında Çömelek’te geçen ve Arap Osman ile olan anın varmış.
Aslen Çömelekli olan manifaturacı Mustafa Şahin (Altıncı Kamil Sezer’in kayın pederi) var, bana geldi ve “Ahmet, sen bizim köye gideceksin, orada su borusu döşenecek” dedi. 40 lira yevmiye ile pazarlık ettik. Arap Osman üç katırla çıktı geldi. Katırlardan birisine ben diğerine Arap Osman birisine de takımları yükledik. Öğle saatlerinde Mut’tan çıktık, Zeyker’de ayaklarım uyuştu. Yürümeye çalıştım ama dizboyu kar var. Tekrar katırlara binip yatsıya Çömelek‘e vardık, köylü daha ayakta. Davarın birisine al kurdele bağlamışlar, köye usta geldi diye davarı kestiler. O zamanlar sanatın ve sanatkarın kıymeti vardı. Sanatkar yaratıcı olmak zorunda, ustamdan öyle öğrendim ben, onu tatbik ediyorum. Boruları döşerken de bir kurban kestiler. Borudan suyu akıttım üçüncü kurbanı kestiler. Örf ve adetlerimizde böyle şeyler vardı.
Çömelek Mut’un en gelişmiş köylerinden birisi değil mi?
Tabii. Türkiye’de ilk Halkevi Çömelek’te kurulmuş. İşte ben ilk ödülümü Çömelek’te almış oldum. Başka ödülüm de var; 1987 Haziran ayında Mut’tan ayrıldıktan sonra 1996 yılında Mersin’de ELGİNKAN ECA’nın açtığı kursta Mersin bölge üçüncüsü oldum.
Mut Sebze ve Meyve Halinin yapımını bilir misin?
Daha önce orası çayırlıktı, hatta ben okula gittiğim yıllarda hayvan pazarıydı. Cuma günleri Pazar kuruluyordu. Sirk oraya geliyordu. Doğancı Mahallesi’ndeki kaldırımlar sökülüp halin yapımında kullanıldı. Sanırım yıl 1968 idi.
Mısır’da esir düşen Kör Ömer’den bahseder misin?
1948 veya 1949 olacak öğretmenimiz Ali Osman Sönmez, Kör Ömer (Çelik) amcayı getirdi ve sınıfta bir konuşma yaptırdı. Bunlar savaştayken Mısır’da esir düşmüşler. Bunları ilaçlı havuza sokmuşlar gözlerinin o şekilde kör olduğunu söylemişti. Ben daha sonra o konuyla hemen hemen aynı olan bir yazı okudum. O zamanlarda 15 Türk askeri kör edilmiş.
O zaman yaşam merkezi olan Çınaraltından bahseder misin?
İlk hatırladığım Çınaraltı 50’li yılların başları hatta 47 – 48. Çınaraltı iki bölümdü; aşağısı memurlar kulübü yukarısı sivillere aitti. Yukarıyı Rıza Sarıkaya çalıştırırdı, aşağıyı başkası çalıştırırdı ama çayı kahvesi aynı ocakta yapılırdı. Sinema salonu vardı, sinemanın üstünde küçük bir ocak vardı orda pişirirlerdi. Mut’ta kimsede radyo yoktu. Rıza Sarıkaya’nın bir AGA marka radyosu vardı, iki hopörlerleri çınarların gövdesindeydi. Dükkanı kapatan çınaraltına gelirdi haberleri dinlemek için. Yukarı bölümün üç yüz sandalyesi vardı yine de yetmezdi. O tarihlerde Mut’un nüfusu 2-3 bin kadar. Gelenler elinde karpuzla gelir üstüne ismini yazar havuza atardı soğusun diye. Karpuz o kadar çok olurdu ki su görünmez olurdu. Kimse kimsenin karpuzunu da dokunmazdı. Buzdolabı yok. Şimdi çınaraltında 15-20 kişi ya var ya yok, resmen ciğerim sızlıyor. O çınarlar öyle gürdü ki altına güneş giremezdi. Çınaraltında 50’li yılların başında sinema salonunda izlediğim ilk film Ya İstiklal Ya Ölüm’dü.
İçme suyunu tüm oradan götürürlerdi, bazen kavga çıkar, destilerini atarlardı biri birlerine. 7 tane pınar vardı; „7 pınar 5 çınar, olmazsa yanar diyar diyar“ sonra 5 pınara çevirmişler ama değil, aslı 7 pınar. O günkü su bugün yok. Caminin orda bir kazı yapıldı o günden bu yana o su gitti. Başka bir yol bulup gitti muhakkak. Yeşil köylü Hasan Şimşekli diye birisi vardı o elinde ağaçla ölçüm yapardı. O bu suyun Deveci yolu üzerindeki Seydi Salih tarafından geldiğini söylerdi.
Aşağıda un değirmeni vardı çınaraltından akan suyla dönerdi. Çalıştıran Helvacı Fahri (Çınar) ile ilişkisi olan birisiydi. Yıl 1947 olabilir. Kış günü o oluklardan akan sular iki metre uzunluğunda buz olurdu.
Çınaraltıyla ilgili aklında olan bir anı var mı?
En son 1974’lerden bir anımı anlatayım. Rahmetli oldu, Silifkeli tapucu Kamil İyidoğan vardı. Ben de evinin tesisatlarını yapıyordum. Evine pencerelerini yaptırmak için ağaç bulamadı ve Ermenek’ten domruk aldı geldi. Kamil “bugün size bakacağım” dedi ve akşam döşemeci Ali Esen’in dükkanında oturduk, içiyoruz. Sesimiz yükselmiş olmalı ki kapı çaldı, açtık ki yetkili birisiyle 2 jandarma “orada orman yansın siz burada için, kalkın herkes yangın söndürmeye” dedi. Alahan bölgesi yandığındaydı. Tapucu “benim de bu ormanda hakkım var, benim hakkım yansın. Ben evime pencere yaptıracak ağaç bulamadım ta Ermenek’ten getirmek zorunda kaldım” dedi. Neyse bize dağılın dedi hepimiz dağıldık. Gece sabaha karşı evimin kapısı çalındı, açtım: “Ahmet seni Yahya bey (İnanıcı) çağırıyor” dediler gittim baktım her taraf çevre illerden gelen itfaiye araçlarıyla dolu. Çınaraltındaki üst havuzdan kendi olanaklarıyla su doldurmaya çalışıyorlardı. Yahya bey bana “ne yaparsan yap itfaiyeler en kısa sürede suyla yangın bölgesine gitsin” dedi. “Aslan Yalçın zamanında çift çıkışlı VW motor pomp almıştık, ben bir dinamo kurmuştum arazörlere su doldurması için. Arazörler 5 dakikada dolardı suyu direkt havuzdan alırdı, motor pompamız da vardı” dedim. Ayniyat memurunu getirtti ve motorun depoda olduğunu tespit ettik. Hemen kurduk ve ben 36 saat gözümü kırpmadan arazörleri suyla doldurdum. Yangın kontrol altına alındı daha sonra soğutma işleri yapıldı. Abdullah Gürdal ile Mustafa Çağlar’ın dükkanı vardı, hiç kapatmadılar dükkanlarını; gelen şoförlere ekmeğin içine bir şeyler koyuyor şöforlar çalışmaya devam ediyorlardı. Karaman yolu tamamen kapanmıştı.
O yıllarda Mut’ta kaç su değirmeni vardı?
Çoktu. Barabanlı’nın Kızıldağ tarafında Sarıoğlu değirmeni vardı. Sonra yukarı köprünün hemen bitişiğine, evlerinin oraya Çorçiller bir değirmen yaptı. Önce su ile çalışırdı sonra dizel motor koydular yanına. Yine yukarıda Saygeçit’te Manav Mustafaların değirmeni vardı. Eskiden derenin suyu çoktu. Ordan yukarıda Mehmet Çavuşun (Alp) değirmeni vardı. Onun öbür tarafında Niğdelinin değirmeni vardı. Daha yukarda Asbut değirmeni vardı. Yukarıda Dere Masaralının orada bir su değirmeni daha vardı. Perante’nin girişinde de vardı bir su değirmeni. Köylerde de vardı elbette.
Silifke yolu ne zaman açılmıştı?
1950’lerin başında Silifke yolu stabilize oldu. Seydi Salih’ten giden yoldan 24 saate Mersin’e varamazdın. Kurtsuyu ile Kemenli arasında Kazıklıbük diye bir yer vardı. Orada çamura battın mı daha çıkmak mümkün değildi. Arabalar küçüktü 3-5 tonluk. Silifke’ye giderken Ekşiler Köprüsü var oraya gelince önce yolcular geçerdi kayıkla, sonra eşyalar, daha sonra kamyon geçer, Ford kamyona eşyalar yüklenir devam edilirdi. Şöfor Sadık’ın Desoto’su vardı, Kevdoç‘u sonra Enter‘i oldu. Ford kamyon Çakır Hasan’da bir de Basri (Ertan) abide vardı. Bunlar her gün Askerlik Şubesinin önünde dut ağacının dibinden kalkıp Silifke’ye yolcu taşıyorlardı. Bunların dışında bir de Kunduracı Mustafa vardı, evi Uzun Alilerin evinin yanındaydı onun da Bedford bir kamyonu vardı. Daha sonra sanırım Kör İsmail’e geçti.
Ya Jeepler? Kara Rıfat’ın (Gökalp) kahvesinin önünde Jeepler dururdu.
O Jeeplerden birisini de ben sürüyordum.
Yılmaz Güney’in Mut’ta film çevirdiği günleri hatırlıyor musun?
Hatırlıyorum. Eşkiya Celladı’nın yarısını Mut’ta çevirdi, Kızılırmak Karakoyun’un tamamını Mut’ta çevirdi. Cüneyt Arkın da bir film çevirmiş Mut’ta hatta herkes Kara Rıfat’ın kahvesinde Yılmaz Güney’in olduğu tarafta toplanmış Cüneyt Arkın yalnız kalmış ve Yılmaz Güney “o bir doktor ben değil, onun yanına da gidin” demiş. Yılmaz Güney çok sevilen iyi bir sanatçıydı. Nebahat Çehre ile sahneleri tekrar tekrar çekerdi, çok sabırlıydı.
1960’lı yılların sonuydu:
Ermenek yol ayrımından Mut‘a gelirken sol taraftan meydana çıkan yol var, sağ tarafta da hakim İbrahim Yorgun’un inşaatı vardı. Ben oranın elektrik tesisatını yapıyorum. Gazipaşalı bir seramikcisi vardı, akşamüstü geldi “Ahmet Usta, ben yarın seramik döşemeye başlayacağım, ne olur yapacağım yerlerin elektrik tesisatını bitiriver” dedi.
Ben de kalfanın ikisini bırakmadım, löküsü yaktım ve yatsı sıraları inşaata gidiyoruz. Bir de baktım ki; karşımdan Necati Gürgen ve Kamil Pınar geliyor. “Nereye gidiyorsun?” diye sordular ben de söyledim. Kamil “biz de gelebilir miyiz?” dedi. “Olur” dedim. Biz inşaata vardık, işe başladık. Necati ve Kamil geldiler ama ellerinde şimdiki gibi poşet yok, kağıt torbalarda bir şeyler var. Adamlar rakısıyla, mezesiyle tam gelmişler. Onlar düzeni kurdu, biz çalışıyoruz daha. Bana “haydi” dediler, başladık ama işi de aksatmıyorum. Necati kağıtta sarılı olan dilimlenmiş pastırmayı çıkardı, pastırmayı çiğ yemeyelim ama ateş yakacak odun ve çalı-çırpı yok. Ben löküsün üst başlığını güzelce sildim ve pastırmayı orada pişirip yavaş yavaş işi de kolayladık, kafalar iyileşti. Löküs elimizde yola koyulduk. Benim dükkanım çarşının içindeydi. Gecenin saat üçü olmuş, bekçiler “nereden böyle” biz “çalışmadan” dedikse de yutmadılar. 1960‘lı yılların sonuydu. Bazen Necati‘yle bu olayı konuşurduk, ama Kamil arkadaşımız hatırlamıyordu…
1974 Kıbrıs Barış Harekatı esnasında Mut çok hareketli günlere sahne olmuştu, o günlerden bir anın var mı?
1974 çıkartması değil de 1968’de belediyeden yeni ayrılmıştım ve Süleyman Demirel zamanıydı. Çok soğuk bir kış günü. İkindi vakti askeri araçlar Mut‘a gelmeye başladı. Akşam oldu araçlar gelmeye devam ediyor, hava gittikçe sertleşti, araçların gelmesi azaldı. Ortalık anam-babam günü. Bütün pastahaneler, lokantalar ve kahveler açık. Askerlere yer veriliyor. Mut’ta, en fakir kişilerden bile kahveciye “herkese çay ver, parası benden” diyen vatandaşlarımız oldu. Ben belediyeden yeni ayrılmıştım, Şoför Ethem Çelik, “Ahmet, reisten izin alalım senin kullandığın Power pikapla Sartavul‘a gidelim“ dedi. „Abi, o pikapla Alahan’a varmadan hepimiz donarız” dedim. Çünkü her tarafı açık.
Araçlar gelmez oldu. Bir üstteğmen dışarıda bir sağa bir sola gidip geliyor, “Komutanım içeri girip biraz ısının” dedik, “benim birliğim Sertavul‘da donarken ben nasıl ısınırım” dedi ve gözleri doldu. Bir askeri Reo‘ya ben, Ethem Çelik, Tunca Tunca, Hasan Çerekçi, Ekrem Çelik bindik ve Sertavul‘a yola koyulduk. Tipi, fırtına göz gözü görmüyor. Ardıçlı Dolamaya vardık; sekiz-on asker el ele tutuşmuşlar çamların arasına doğru gidiyorlar. Çağırdık “gelin” diye üşümüşler ne yaptıklarını bilmiyorlar. “Şurada bizim birlik var oraya gidiyoruz” dediler. Arabaya onları da aldık. Sertavul‘da lokantalar hınca hınç asker dolu. Bu arada tipi durdu, biz yukarı bele çıktık. Aracın biri arkasında topla birlikte kaymış ve yolu kapatmış. Bel’de, Karaman tarafına giderken sağ tarafta bir kuru çeşme var, çeşmenin üstüne komutan çıkmış “orta defransiyellere zincir takın” diye emir veriyor. Bu arada biz sivilleri görünce “siviller yaklaşmasın” diye bağırdı. Biz Ethem Çelik‘le aralardan, kayan aracın yanına vardık. Kayan aracın şoförünün elinden zinciri aldık ve ön tekerin önüne serdik. Askere “önleri bağla, patinaj yaptır” dedik, patinaj yapınca zinciri altına aldı ve takıp o aracı çıkardık.
Biz öyle yapıp aracı çıkarınca komutan geldi hepimize “sağ olun” dedi. Maalesef topların içinde üç Mehmetçiğimiz hayatını donarak kaybetmiş, Mut halkı o zaman misafirperverliğini gösterdi. Sertavul‘a bir müddet muavinlik yapmış Hasan Çerekçi bile araç getirdi. Şehidimizin ikisini babaları gelip götürdü, biri Mut eski mezarlıktaki şehitliğe defnedildi. Ertesi gün hava açtı, asker Silifke‘ye doğru yola devam etti. Kıbrıs’a çıkarma yapılacaktı bir müddet sonra yapılmadan geri dönüldü.
Bu olayın bir benzeri 1974‘te oldu ama Temmuz sıcağı olunca araçlar rahatlıkla geçtiler. Geçerken Mut‘ta hiç durmadılar. Fakat Mut halkı manavların önünden; domates, sebze-meyve kasalarını yürüyen araçların içine attılar. Mut halkı böyle durumlarda tek yumruk olmayı bir daha gösterdi. Allah öyle günleri bir daha göstermesin…
Gara Sait’le bir anın varmış, bizimle paylaşır mısın?
1970‘li yıllarda idi, tarihini tam olarak hatırlamıyorum. Elektrik ve sıhhi tesisatını yaptığımız iki inşaat aynı gün devreye girdi, ertesi sabah kalfa ve çırakları iki guruba ayırdım, guruplar inşaatlara gitti. Ben de Mut‘un ulu çınarı namıyla maruf Gara Sait abimin yeni evinin elektrik tesisatını yapmaya gideceğim. Ama yalnız yapılmaz. Ahmet Büber‘in yanına vardım. “Ahmet bana bugün yardım et” dedim. “Olur usta” dedi. Doğru Meydan Mahallesinde Sait abinin evine vardık. Malzemeleri çıkarıp önceden döşediğimiz boruların içine tel çekmeye başladık. Ben merdivende iken Sait abi “Ahmet al!” dedi. Baktım bardakta rakı, “Sait abi, işi bitirelim ondan sonra” dedim. “İn aşağı” dedi. “içmeyen adam benim işimi yapamaz.” Neyse bizde başladık, ikindi vakti işi bitirdik ama kapı zili çalmadı. Ben motorla gidip ölçü aleti getirecektim, Sait abinin oğlu Murat da Almanya‘daydı. Sait abi bana “bizim Murat bir şey getirmiş bir bak” dedi. Dijital bir voltmetre, 6 volttan 380 volta kadar ölçüyor. Hemen zil trafosuna baktım, bir plastik pul koymuşlar, çıkardım zil de çaldı. Ben o voltmetreyi dürdüm büktüm cebime koydum. Sait abi “ne oluyor?” dedi. Ben “Sait abi bu alet son sahibini buldu” dedim. Hiç düşünmedi. “Padişahın hoşuna giden kadın kocasından boş düşermiş, o alette benden üçten dokuza boş” dedi. Alet arızalandı ama halen saklıyorum. Sait abiyle birlikte uzun yıllar beraberliğimiz oldu. Ondan bana kalan miras. Yeri geldiğinde düşünmeden lafı yapıştırır taşı gediğine koyarım. Hazır cevaplılık. Allah Sait abi gibi Mut‘un filozofu, ulu çınarına uzun ömür versin.1928 doğumlu ve şu an 94 yaşında, nüfusa göre. Sait Taşkıran abimin sevgi ve saygıyla elinden öpüyorum…
1970’li yıllara dair bir anım daha var:
1970‘li yılların başıydı. Shell Petrol‘un yanında rahmetli Hacı Yalman‘a ait binanın elektrik ve sıhhi tesisatını yapıyordum. Yılmaz Seyrankaya‘ya ait yazlık Süray Sinema‘sının önündeki bahçe kısmına yabancı bir adam akşamları servis açıyor, soğuk meze falan hazırlayıp sinema dağılana kadar orada hizmet veriyordu. Saat 15:00 sularında yorulup oturdum, bir sigara yaktım. Bu arada bir turist otobüsü gelip sinemanın önündeki masa sandalyeleri birleştirip yemek yediler. Termoslarında çay varmış, çaylarını içtiler. Biraz sonra toparlandılar ve ellerinde torbalar, ne kadar atık varsa hepsini doldurdular torbaları otobüse koydular. Masa ve sandalyeleri aldıkları gibi yerli yerince dağıtıp koydular. Otobüse binip tam yürüyecekleri anda bir kadın araçtan inip geldi sandalyenin birini alıp başka bir masaya koydu ve araca binip gittiler. Demek ki araçtan inmeden oranın resmini çekmişler ve giderken resme bakıp o sandalyenin yerini değiştirdi. Hayran kaldım… Bizimkiler, bırakın atıklarını toplamayı ellerindeki şişeleri de kırıp atarlar, oturdukları bankları yıkarlar. Ne yapalım işte bizim bazı vatandaşlarımızın görgüsü de bu kadar…
O zamanlarda da siyasi olaylar hep vardı değil mi işte Demokrat Parti dönemini yaşadın, Cumhuriyet Halk Partisi dönemine şahit oldun.
Mut’ta ekmeği fırında yakarak deyneğin ucuna takıp “işte Halk Parti zamanında biz bu ekmeği yedik“ benzeri düzensiz olaylar oldu. Hulusi dayı Demokrat Parti Mut İlçe Başkanıydı. Bir de Sinan vardı Sakız tarafından, onu daha sonra vurdular.
Konu konuyu açıyor da, daha Mut’la ilgili anlatabileceğim o kadar çok konu ve olay var ki; bak bu ablam Zehra Boyar, onun ilkokul üçüncü sınıftan kalan bir defteri var, içinde neler var neler mutlaka görmelisin. Bu söyleşi burada bitmemeli…
Çok teşekkür ederim Ahmet abi, seni çok sağlıklı gördüm dilerim sağlığın ve hafızan bu şekilde devam eder ve biz Mut ile ilgili daha çok konuları geleceğe taşırız. Ömrün uzun olsun, aklına, bilincine ve yüreğine sağlık.