DOLAR
34,7099
EURO
36,5359
ALTIN
2.939,66
BIST
9.650,43
Adana Adıyaman Afyon Ağrı Aksaray Amasya Ankara Antalya Ardahan Artvin Aydın Balıkesir Bartın Batman Bayburt Bilecik Bingöl Bitlis Bolu Burdur Bursa Çanakkale Çankırı Çorum Denizli Diyarbakır Düzce Edirne Elazığ Erzincan Erzurum Eskişehir Gaziantep Giresun Gümüşhane Hakkari Hatay Iğdır Isparta İstanbul İzmir K.Maraş Karabük Karaman Kars Kastamonu Kayseri Kırıkkale Kırklareli Kırşehir Kilis Kocaeli Konya Kütahya Malatya Manisa Mardin Mersin Muğla Muş Nevşehir Niğde Ordu Osmaniye Rize Sakarya Samsun Siirt Sinop Sivas Şanlıurfa Şırnak Tekirdağ Tokat Trabzon Tunceli Uşak Van Yalova Yozgat Zonguldak
Mersin
Çok Bulutlu
17°C
Mersin
17°C
Çok Bulutlu
Salı Hafif Yağmurlu
14°C
Çarşamba Az Bulutlu
18°C
Perşembe Çok Bulutlu
19°C
Cuma Çok Bulutlu
20°C

İbrahim ARI

YAŞAMDAN İZLER

AKIL İLERİDE BEDEN GERİDE

11.08.2023
A+
A-

Belli bir yaştan sonra kilo almaya başlıyor insan. Vücut bedensel hareketsizlik nedeniyle yakamadığı yağları doğal olarak depoluyor. Artık göbekleniyor ve hareket alanınız daralmaya başlıyor. Giysileriniz dar gelmeye başlıyor… Ve soluğu kantarda alıyorsunuz.
İşte orada bir “abooo!” çekiyorsunuz…
Aklınızla bedeninizin arayı açmış olduğunun farkına varıyorsunuz.
Şimdi bu durum benim de başımda!…
Ama her ihtimalde vücudunuzla barışık olmaktır esas olan, bunun altını çizmek isterim.

Ben bu mevcut durumu farkettiğimden bu yana, tembelliğimi de dikkate alarak, bana en uygun bedensel hareketin ne olabileceğine dair kafa yoruyorum. Aklıma bir Fitness salonuna gitmek bile geldi, ama kendimi kapalı alana hapsetmemek adına ve Fitness’in benim tercihim olmadığını ta baştan bildiğim için vazgeçtim. Sonuç olarak açık alanda yürüyüş yapmanın başlangıç olarak doğru bir karar olacağı kanısına vardım.

Belli bir disiplin çerçevesinde bana ait olacak ve sürekli gidebileceğim bir yürüyüş yolu bulmam gerekiyordu tabi ki. Haftada en az bir gün olacak şekilde ve 2-3 saat sürecek bir yürüyüş planı yaptım. Daha önce de sistematik olmayan düzensiz yürüyüşler yapıyordum ancak genelde bu çabalarım tembellikle sonuçlanıyordu. Yürüyüş sonrası kendimi çok daha rahat ve zinde hissettiğimin bilincinde olmama rağmen… O yüzden tembellik diyorum.

Evimin çevresinde büyüklü küçüklü yürüyüş yoluna uygun birkaç yer var. Yürüyüş için koşulara da müsait olan ve bana çokta uzak sayılmayan, yapımına çok önceden başlanmış olmasına rağmen 1744-1749 yılları arasında ancak tamamlanan, Habsburgların yazlık sarayı Schönbrunn Sarayı’nın bahçesinde karar kılıyorum. Ve 3 saat süren ilk yürüyüşümü gerçekleştiriyorum.

Schönbrunn Sarayı denince akla en başta 16 çocuğu ile Avusturya Hanedanlığı’nın en güçlü annesi sayılan ve “Ekmek yoksa pasta yesinler.” diyen Maria Antoinette’nin de annesi olan kraliçe Maria Theresa, Sisi, Franz Joseph, valsler ve Mozart gelir. Hani şu Türk Marşı klasiğinin mimarı…

Zaten sarayın avlusuna girişte ilk olarak Mozart giyimli olan ve isteyen herkesle hatıra fotoğrafı da çektiren, daha önce de defalarca karşılaştığım, canlı heykel karşılıyor beni. İçinde saray bahçeleri, müzeler, hayvanat bahçesi ve Palmiye Evi’nin de bulunduğu köşkün tam karşısında yer alan Zafer Takı (Gloriette) bugün için yolumun tam yarısı. İçerisinde bir de Cafe’si bulunan ve dönemin ünlü mimarlarından Ferdinand von Hohenberg’in tasarladığı Neo-Klasik sütunlardan oluşan Gloriette’de olmayı hep çok sevdim. Çünkü orası oldukça yüksek olduğundan, hem köşke hem de mahalleme kahvemi yudumlarken oradan bakmak ve bir yerleri arayıp bulmaya çalışmak ayrı bir keyif.

Daha sarayın avlusuna varır varmaz; Türkçe de dahil, farklı farklı diller konuşan insan seliyle karşılaşıyorum. Yılın hangi mevsiminde olduğunuz ya da iklim koşullarının ne olduğu hiç farketmez; burada yiyecek arayan aç insan edasında etrafını süzen, inceleyen turist birileri mutlaka olur. Hele bir de güneş yüzünü göstermeye görsün etraf insanlarla dolar taşar. Bu insanlar burada II. Viyana Kuşatması’ndan tutun da sarayın bugünkü işlevine kadar ne varsa konuşurlar. Herkes anılarını ve bildiklerini paylaşır. Zaten ne tarafa bakarsan bak sarayın her tarafı tarih kokar.

Buraya her geldiğimde kendimi bir tarih koridoruna girmiş gibi hissederim. Okuduklarım, duyduklarım, bildiklerim sıraya geçerler. Bahar ayında mis gibi kokan, rengarenk ama kırmızı ve yeşilin hakim olduğu güllerin arasından geçerek sağlı sollu heykellerin bulunduğu saray bahçesine giriyorum. Yolumu uzatmak veya kısa tutmak benim elimde. Çünkü burası dolaş dolaş bitmez. Ben sağ tarafta bulunan Palmiye Evi’nin bulunduğu yerden değilde Avrupa’nın en eski hayvanat bahçesinin yanından geçen güzergahı tercih ediyorum.

Benim gibi yürüyüşe çıkmış olanlar, gezenler veya koşanlar, farklı tempolarla yanımdan gelip geçiyorlar. Bir ara hayvanat bahçesinden sesler duyuyorum, artık hangi hayvanın sesi onu ayırt edemiyorum ama etrafımda bir sürü karga var. Yine yazın burada yaptığım bir yürüyüşte sincapla karganın ceviz için oynaşlarına şahit olmuştum. Ama bugün etrafta sincap yok. Uzun uzun ağaçların üzerinde yaprak kalmamış ağaçlar kışlıklarını giyinmişler. Gerçekten de her mevsimin ayrı bir özelliği ve güzelliği olduğunu burada daha iyi farkediyorsunuz.

Yürüyüş boyunca aklımdan tarihe dair neler geçiyor neler. Sadece tarihe dair mi; günümüze dair, sıcak gündeme dair… Bunu unutmadan not etmeliyim dediğim konular, aklıma gelen fikirler…
Adeta beyin jimnastiği yapıyorum…
Bedenim biraz yorgun ama beynim dingin.
Aaa ne çabuk eve gelmişim!…

@20170919

Yazarın Diğer Yazıları