“Boş” insanlarla geçirilen zaman “boşuna geçirilen” bir zaman olsa da, aslında benim için tam da böyle değil; ilgiyle ince ince izlediğim bir “boş insan sergisi bu.”
Bir de, bir yandan da hep aynısın; bir rengin tek tonusun, dört mevsim değil ille de hep bir mevsimsin, sözcük sayın aynı, bir dağdan başka dağ/arkan yok, bu yüzden senden çok umutlu değilim arkadaş!
Bir de, herkesin dilinde damağında olan bir şeyi, kendi diliyle bir arkadaşım öyle bir anlattı ki; “Çocukluğumuzda biz dağa eşekle oduna giderken cep telefonu mu vardı, bir yerden bir yere birkaç gün gittiğimizde cep telefonu mu vardı?.. Şimdi tuvalete bile telefonla gidiyoruz. Eskiye göre yaşamımız oldukça kolaylaşsa da, hepimizi çalan korkunç bir bağımlılık bu.”
Bir de, tamam, beni ayakta tutan bunlar, belli, ama sizler de benim kadar ayaktasınız, hatta ikinizin yaşı da benden büyük, peki sizleri ayakta tutan nedir? Söyleyeyim mi? Yaşama tutkusu; sevgi; çocuk ve torun sevgisi, sorumluluklarınız, umutlarınız, “oh bee, yaşıyorum!” demeniz…
Bir de, son günlerde babanın acıları o kadar çoğalmıştı ki, dayanamadığı durumlarda yumruğunu duvara kütt, kütt vururdu, “yeter artık al canımı!” diye diye. Kanardı yumrukları. Ama yine de yaşam ölümden daha güçlüydü ki, yaşıyordu. Peki bir insan babasının ölümünü ister miydi? Açık söylüyorum, sessiz sessiz istiyordun sen! Çünkü ölüm kaçınılmazdı ve çektiği acı ölümden ağırdı, ölüm onun kurtuluşuydu.
Baban dedim de, babana öyle sevdirmiştim ki eşini, senden ileri…
Bir de, kimi zaman yumuyorum gözlerimi, açıyorum ağzımı. Ama bilincim tam gaz; en insani, en haklı…
Ah benim saçları savruk yurdum
Cellatlarına vuruldum
Vuruldukça
Milyonlar oldum.
Bir de, köylü pazarındaki a güzel bacım! Kimden öğrendin bu hileleri, üste güzel alta çirkin koymaları?..
Bir de, şimdi kalkıp bir ağaç sergisi açmaya kalksam, bu sergiye hangi tür ağaçlar ve bunların hangi ağaçları girer ki?..
Açıklıyorum; dünyanın bütün ağaçları, hatta bütün doğası…
Sevgiyle, sağlıkla, saybanla…