Birkaç yıl önce bir öğrencim geldi yanıma, elinde bir defterle.
“Hocam ben bir kitap yazdım, okur musunuz?” dedi.
Okudum yazdıklarını…
Birkaç gün sonra defteri almaya geldi ve “Hocam ben ne yapayım?” dedi.
Ben de “yazdıklarını bir de sen oku” dedim.
Sonra yine geldi “okudum” dedi.
Bir ay sonra “bir daha oku” dedim.
Bir ay sonra yine geldi. Bu kez üç ay sonra “bir kez daha oku” dedim.
Sabırsızlanmıştı artık. İçten içe bana da kızmıştı.
Ben olayı unutmuştum.
Bir süre sonra tekrar geldi.
Ben de bir yıl sonra “bir kez daha oku sonra yırt at” dedim.
Anlamadı tabi ki…
Eğer doğuştan bir Orhan Pamuk, Yaşar Kemal veya Tarık Buğra değilsen zaten zaman değirmeni küflü mahzenlerinde öğütür yazdıklarını.
Sosyal medyada yazmak bir şeyi değiştirmiyor aslında.
Yazdıklarımız; kardeşliği, umudu, dostluğu, hakkı, adaleti savunmuyorsa zamana yeniliyor hep.
Sevgisizlikle sınanmanın revaçta olduğu günümüzde bize düşen belki de yalnızca bir gülümsemeyken çok görüyoruz yaşadığımız evrene kahkahalarımızı. Tükene tükene yaşamayı öğreniyoruz çaresizce. Kendi tecrübelerimizi oluşturuyoruz aptalca!..
Oysa ki düşünmek, sormak, sorgulamak, hakkından fazlasına el uzatmamak, paylaşmak ne kadar insani değil mi?
Dünyanın sahibiymiş gibi davranıyoruz hep!
Oturduğumuz koltukların sahibi! Paranın sahibi, şöhretin sahibi ve de gösterilmesini beklediğimiz saygının sahibi… Kendimizde olmayan her şeyin sahibi!
Torpille, rüşvetle sahip olduğumuz makam ve mevki libasları ne kadar yakışıyor faniliğimize oysa. Günahı kendimize bir yakıştırabilsek…
Ha unutmadan bahsettiğim öğrencim kitabını çıkardı.
İkinciye hazırlanıyor şu an!..
Özcan YILDIRIM