“Dersim dört dağ içinde
Dersim dört dağ içinde
Gülü bardağ içinde
Dersimi hak saklasın”
Dersim’de düzenlenen “Canlar hakikat ve adalet için buluşması“na katılmak üzere 23 haziran günü Silifke den saat 20.oo de Can Dersim otobüsü ile hareket ettim.
Perşembe sabahı 10.00 ulaştım. Grand Şaroğlu otelinde bir iki saatlik bir dinlenme sonrası , kendimi sokaklara atıyorum. Küçük bir kent görümünde. Sokaklar hareketli. Gezenler, alış veriş yapanlar. Saat 13.00 te belediye binasına gidiyorum. Silifke – mut ‘tan üzerimde olan selamları iletmek istiyorum. Belediye başkanı toplantıda.. bir süre salonda oturuyorum. Salonda kitaplık oluşturulmuş. Kimisi kitap bırakıyor. Kimisi alıyor. Eşek ve katır semeri artıkları ile birer sehpa yapılmış. Üzerinde gelen çayımızı yudumluyoruz.
Başkan Mehmet Fatih Maçoğlu bizi kabul ediyor.İstanbul dan gelen gençler var. Konu mut’tan açılınca üretim kooperatifinden söz ediyor. Gelen konuklardan birisi Sakarya da 3 dönümlük bir ceviz bahçesini bir aile ekmek yesin diye ovacık kooperatifine tahsis ediyor.
Anı fotoğrafları çekiliyor. Oradan ayrılıyorum. Güneş yakmaya başlamış. Gölgelerden gezerken bizi Seyit Rıza anıtı karşılıyor. Bir levha konmamış. Ama fotoğraflardan, usumuza kayıt olan heybetinden onu tanıyoruz.
Akşam olurken tepe insanlarla doluyor, parkta aşağı Munzur vadisine bakıyorlar. Doğa evleri suyun kenarında kurulmuş, iki yakada yürüyenler var. Emekli bir elektrik teknisyeni ile söyleşi yapıyoruz. Munzur vadisinde Hes e karşı , ala geyik avlanmasına karşı yapılan mücadeleyi anlatıyor. Orta Doğu Teknik Üniversitesini birincilikte bitirip işsiz gezen oğlunu, diğer gençleri anlatıyor.
25 haziran günü otel de Canlar Hakikat ve Adalet için Buluşma çalış tayına katılıyoruz.
26 Haziran günü sabah 10.00 da bu çalışta ya katılanlar iki dolmuş, ve özel araçlar ile Munzur Vadisine doğru yola çıkıyoruz. Kaptanımız Hıdır Çil bizi sarsmadan götürüyor.ilk durağımız Ana Fatma ziyaret yeri oluyor. . Yıllarca gelmişler, ziyaret yerlerine gelmişler, çıra yakmışlar, çer ağ uyandırmışlar. Dileklerini dilemişler. Çöreklerini, lokmalarını hayır dua ile dağıtmışlar. Burada da gelenler ziyaret etti. Dedeler hayırlı verdiler.
Vadi de yapılması planlanan HES ler, mücadele sonucunda engellenmiş, doğal sit alanı ilan edilmiş, park alanı olmuş.
Kaptanımız bir yol kenarında durdu. Aşağı indik. Karşıda kayalıklar vardı. Aşağıda uçurumun altında Munzur suyu coşku ile akıyordu.
“ 38 kayalıkları. Biraz sonra oraya varacağız. 1938 de katliamlar sırasında teslim olmak istemeyen kadınlar, kayalıklardan aşağı atlayıp ,birer , birer ölmüşler. “
İçimiz cız etti.
Aralara bindik. Birkaç km. sonra yukarda bir mezra vardı. Yolun altında 38 ler kayası gözesi. Üç pınar gibi .sular akıyor. Avuçları ile sular içip, yüzlerini yıkadılar. Üç pınara bir ad koyduk. HAK MUHAMMET ALİ çeşmesi.
Bir yoldaşın aşağı inerken ayağı burkulmuş. Onu ambulansa gönderdiler. Biz aşağı 38 ler kayalığının üst tarafına indik. Yaşlanmış ceviz ağaçları , üzüm bağları kendi halinde yaşamaya devam ediyor. Ermeni yerleşim yerlerinin biri olarak ilenim edindik.
Kayalıkların ucunda toplanan can lar 38 li yıllarda canına kıyan kadınları andık. Çer ağ uyandırıldı, lokmalara hayırlı dualar edildi. Sanatçı Ayfer Düzdaş bir ağıt dillendirdi. Duygularımız depreşti. Gözlerimizden yaşlar aşağı doğru kaydı. Munzur suyuna karanfilleri bıraktık.
Munzur vadisinde tarih bize ışık tutmaya devam ediyor. Halvori Gözelerine sapıyoruz. Munzur suları kenarında ağaçların altında sular fışkırıyor. Yalın ayak sulara basıyoruz. Sular buz gibi. Katliamların yapıldığı yerde şimdiler de piknik alanı yapmşlar. Kimileri bu amaçla gelirken, kimileri ise burada yaşananları anmaya geliyor. Ağaçların altında dinlenirken, çaylarımızı yudumluyoruz.
Araçlarla biraz gidince ,Hıdır kaptanımız yavaşlıyor. Ağaçların arasında kaybolmuş bir vadi yukarılara doğru uzanıyor. Dağların zirvelerine doğru yerleşim yerleri var. O yıllarda vadi içinde yer alan inler mağaralara saklanan kadın çocuklara, gaz bombaları atıldığı, bunları dışarı çıkanları da kurşun sıkarak öldürülüşünü anlatıyorlar. Kaynak kişi bir zamanların dış İşleri Bakanı İhnsan Sabri Çağlayangil.
Anlatılanları duydukça içimiz cız ediyor. Bu ne öfke, bu ne kin. Bir Kerbela yaratılmış . insanlar katledilmiş. Ortak payda , inanç bağında , burada yaşayanlar Ehlibeyt olması…
Vahabiler hala katliamlara devam ediyor. Orta doğu kan ağlıyor.
Vadide dar yolardan, virajlardan devam ediyoruz. Bizi Munzur’un sarp dağları karşılıyor. Az da olsa dağlar da karlar var. Bir ova, ovacık.. vadi biraz genişliyor. Küçük bir kent , birkaç yıldır ekilmeye başlanan tarlalar. Munzur gözlerinden çıkan sular akıp, gitmiş. Bir Komünist başkan Mehmet Maçoğlu belediye olarak hazine arazilerini alıp, üretenlere tahsis etmiş. Şimdilerde üretilen nohutlar İzmir de, İstanbul, Ankara da kendi satış mağazalarında tüketicinin eline ulaşıyor. Dersim ‘in nohudu, balı nı alıp, özlemle tüketiyorlar.
Mersin Mut’ta Mehmet Maçoğlu geliyor. üretim kooperatifi kuruluyor. Zeytin, zeytin yağı, kaysı, erik üreticileri bir araya geliyor. Artık Mut zeytin, zeytin yağı bu satış merkezlerinde yerini alıyor.
Araçlardan inince su sesleri bizi karşılıyor. Yamaçlara bakıyoruz. Her bir yerden taşların arasından sular fışkırıyor. Bizler suyun gözü deriz. Burada göze demişler. Ne güzel kulağa hoş geliyor. Tahta köprüler yapmışlar. doğaya dokunmadan tesisler yapılması için dernekler kurmuşlar. Valilik, dernekler arasında bir mücadele devam ediyor. Akan sular bizi selamlarken, Munzur Baba’ya ulaşıyoruz. Tarihi bin yıllık bir meşe ağacı ona yoldaşlık yapıyor. Ziyarete gelmişler, çer ağ uyandırmışlar. Dualar edip kurbanlar kesmişler. Topum hep güzel şeyleri istemiş. Barışı , sevgiyi istemişler. Bizler geldik, niyaz ettik, çer ağlarımızı uyandırdık, lokmalarımızı dedeleri hayırlı vererek dağıttılar.
Gözeleri gezerken Sivas Divriği den gelen canları gördük. Gelmişleri çer ağ uyandırıp, niyaz etmişler. Kömürde çaylarını pişirip yudumluyorlar. Dere kenarlarına lokanta gibi tesisler kurulmaya başlamış. Ama gördüğümüz şekilde çok plansız. Derme çatma.
Gözelerin yukarısında ülkeye, dünya pazarlanan Munzur sularının tesisleri var.
Kış aylarında kayakçılar için kayak merkezi de kurulmuş. Bir cem evi inşaatı var.
Ovacık ta yaşayan insanlar:
“ aman doğaya dokumayın” diye haykırıyorlar. Dernekler kurmuşlar. Kitap yazmışlar. İşte bunlardan birisi de Hasan Şanlı(Hayri Dede) nin Munzur Efsaneleri kitabı.
Binlerce yıllık bir tarih var. İslam öncesi, İslam sonrası. Her bir efsane de Munzur Baba doğanın sahibi. Barış istiyor,savaş yapacak olan askere, komutana öğütler veriyor. Savaş sonrası ona sığınanlara sahip çıkıyor. Munzur Baba olmak kolay mı ?
Munzur Baba, bir çobandır. Ağanın sürülerini güder, savaşa giden ağa , canı helva ister, ama çok uzaklardadır. Eşine bu istek nail olur. Çoban ile ona helvayı yapar gönderir. O hemen gidip gelmiştir. Tabak geri gelmeyince, ona inanmazlar. Hanım ağa ona kızar .
Ağa gelince hanımına :
“ gönderdiğin helva çok iyiymiş. Al tabağını “ der. Hanımı çok utanır. çobana bakarlar, o süt kovasını almış, gidiyor. Koşarken sütleri yere gökmüş. Söylence bu ya. O sütler birer göze olup sular fışkırır. Munzur kayanın oyuğuna saklanır kaybolur. Onun saklandığı yerden büyük su fışkırmaya başlar. Bu sular bahar gelince süt rengini alır. Yöre halkı Munzur ın sütü olarak inanırlar. İşte bu sulara Munzur’un suyu adı verilir. Gözelerden akan sular, vadiden aşağı akar gider. Fırat a karışır.
İslam sonrası, ve alevi inancı ile ilgili bir çok söylence vardır. Bir birlerine benzer. Hepsin de bir çoban vardır. O da Munzur baba dır. Kerametleri anlatılır. Ortak özelliği ona sığınan insanların dertlerine derman olması. Gelenlerin ruhlarını dingin geri göndermesi.
Canlar olarak geldik, , niyaz edip, çer ağ uyandırdık. Dedelerin verdiği hayırlı ile lokmalarımızı pay ettik. Ülkemiz ve dünya için barış, sevgi istedik.
Bu ülkede ötekiler, bir araya gelecek. Munzur Baba’ nın yüzü suyu hürmetine kini, nefreti bu ülkeden gönderecek. Hakikat ortaya çıkıp , adalet yerini bulacak.
Kaynak: Munzur Efsanesi – Hasan Şanlı (Hayri Dede) Payda Yayıncılık.