DOLAR
35,5684
EURO
37,0772
ALTIN
3.099,42
BIST
10.029,31
Adana Adıyaman Afyon Ağrı Aksaray Amasya Ankara Antalya Ardahan Artvin Aydın Balıkesir Bartın Batman Bayburt Bilecik Bingöl Bitlis Bolu Burdur Bursa Çanakkale Çankırı Çorum Denizli Diyarbakır Düzce Edirne Elazığ Erzincan Erzurum Eskişehir Gaziantep Giresun Gümüşhane Hakkari Hatay Iğdır Isparta İstanbul İzmir K.Maraş Karabük Karaman Kars Kastamonu Kayseri Kırıkkale Kırklareli Kırşehir Kilis Kocaeli Konya Kütahya Malatya Manisa Mardin Mersin Muğla Muş Nevşehir Niğde Ordu Osmaniye Rize Sakarya Samsun Siirt Sinop Sivas Şanlıurfa Şırnak Tekirdağ Tokat Trabzon Tunceli Uşak Van Yalova Yozgat Zonguldak
Mersin
Az Bulutlu
16°C
Mersin
16°C
Az Bulutlu
Salı Çok Bulutlu
15°C
Çarşamba Çok Bulutlu
12°C
Perşembe Parçalı Bulutlu
14°C
Cuma Parçalı Bulutlu
15°C

AMA ÇOCUKÇA

A+
A-

ANILAR – DÜŞÜNCELER

AMA ÇOCUKÇA

Usumun yettiğince hep düşünürüm. Üç yaşlarında düşünürüm. Karlı bir kış gününde bir anı gözümde belirir. O gün uyandığımda dağlara kar yağmış. Orman yukarından aşağıya, beyazımsı, apak görünümünde. Bütün yaşanılan yerin yalnız köyümüz olduğunu düşünürüm.

Karlar erir, dereler çağlar. Sümbüller, nergisler, mor menekşeler, ardından acı yavşan, kekikler, yarpuzlar, ağaç diplerinde ekşi kulak, otlar belirir. Güneş vurdukça boy boy olur. Badı badı tökezleyerek yürürken dolaşırım aralarında. Çalı dibinden kertenkele, yılan kaçar, su kenarından geçerken kurbağalar hoplar. Suya girerken “cuuup” diye bir ses duyunca irkilirim.

Yaşlarım ilerler. Her gün yeni edintiler kazanırım. Dünyam biraz daha büyür. Çift sürenler, oraklar ile ekin derenler. Harmana sap çekenler, harmanda döven çeken atlar. Dövenci emminin beni dövene bindirişi. Döne döne başımın dönmesi ve sonra bu dönüşten dünyanın döndüğünü öğrenmek en güzeli.

Karşıda keçi güderken bağıran Goca Eşe. Sabahın erken saatlerinde azığını beline saran tarlaya koşar, bir bakarsın imece ruhu ile bir tarlada yardımlaşan kadınlar, erkekler. Ekin dererken kavraşan / yarışan kadınlar, erkekler. Bir uzun hava, bir türkü tutturanlar. O koyaktan bu koyağa yankılanan sesler.

Evin önünde ası tana’nın koşması, ara sıra beni süsmesi ile öküzlerden korkumu artırır. Ebeler, dedeler masal, meseller anlatırlar; onar ilgi ile dinlerim. Korkulu olanlar vardır, ürperir, heyecan duyarım. Bazen düş çelerime girer.

Köyden çıkarım bir gün Komşu köye giderim. Bir bina önünden geçerken , eski sıra üstünde bir yaratık. Sim siyah, kap kara bir şey. İlk defa görünce korkarım. Bir çocuk elinde fırça ile boyar durur. Ağzı, yüzü vardır, ama kaşları gür ve berrak. Anlatılan Tepegöz masalını anımsarım. İçime bir korku sarar, bağırarak kaçmaya başlarım. Ardımdan bağırlar. “ korkma , o yabancı değil. “ Ama ben korkarım bir kere, kaçarım. Bir yıl onu düşünmekle geçer. Kimseye de soramam. Şeytan mı, cin mi, peri mi ? düşçeler imde görürüm o yapıtı.

Köyümüzde okul yok. Okul yaşına gelince , diğer çocuklar ile beraber komşu köye Çatak koyağına okula giderim. Her gün gidiş, dönüş 3 saat yol yürürüz. Okulda beş sınıf aynı salonda okuruz. Sıramı bulmak için öğretmen Kestel bağlar. Öğretmen , taralı saçları vardır. Ellerinin üstünde tüyler. Alfabenin başında resimler dikkatimi çeker. Düşüncelerimi kabartır. Ama bir çağrışım yapar. Geçen yıl gördüğüm kara şeye benzer. Tıpkısının aynısı.

Şeytanı bulmak , onun gizemine ulaşmanın sevinci vardır. Gerçeği bulmak. Derelerden, taşlı yollardan geçerken içimde sakladığım, ağabeylerimden gizli , gizli sakladığım şeyler vardı. Beynimde her geçen gün büyüdükçe, büyür.

Bir kasım sabahında okulun boş odasında , o benim günlerce beynimin içinde dolanıp, duran görüntü. İşte bir masanın üstünde. Öğretmenim Kadir Uçan elinde fırça boyuna sürüyor adamın suratına, suratına. Beynim büyüdü, kafamın içinde zonklamaya başladı. Kaçıyorum oradan . ama içimde merak salıyor. Eve gidiyorum , içim, içimi yiyor. Kimseye bir şey diyemiyorum. Gizlice Tırnaklarımı yiyorum.

O zaman benim usumda biri ortaya çıktı. Bu olsa, olsa ejderha gibi bir şey miydi acaba ? bir daha baktım masanın üstünde duran büste. Sonra hayal etmeye başladım. Bir elinde çam kütüğü yarma, diğer elinde koca bir balyoz… omzunda bir koca tüfek.. önünde kaçan düşmanlar. Sahi düşman da kim ? acaba yaylada bizim bağın barılarını söken cin ali mi ? düşman ise onu öldürmek mi lazım. Köşkte günlerce bekliyorum. Cin ali evin önünden geçse de öldürsem diye. Günlerim geçiyor. Anam, babam bana bakıp , bakıp :
“ bu çocuğa ne oluyor “ diyorlar. Onlara bir şey diyemiyorum. Saklıyorum onlardan .

Sormam ile düşünmem, düşünmem ile buluşlar edinmem zevklidir. Öğretmen bir şey anlatır. Yıllardır kafamda yer alan şeytan yerini bir kahramana bırakır. Atatürk derler buna. Ulus ustası Mustafa Kemal olur. Yurdumuzu düşmandan kovar. Yeni düşlemeler başlar. Bu olsa , olsa ejderhadır. Gözleri büyük, büyük olur bakışlarımda. Kolları, ayakları kocaman. Eline bir mavzer veririm. Küçük gelir, koca bir çam kütüğünü tutuşturup veririm o dev evlerine. Ateş saçarak yürür düşman üstüne. Düşmanı kova, kova denize döker. Düşman da kim sahi ? nereden çıktı bu düşman? Dalıyorum, dalgınlığımdan sınıfa girince sıramı şaşırıyorum. Öğretmen Kestel bağlıyor sırama . yoksa sıramı bulamıyorum. Gün oluyor ağabeylerim benim ketseli beşinci sınıfların arasına takıyorlar. Kendimi orada buluyorum. Ah çok gülüyorlar bana..

Öğretmen anlatıyor. “ düşman toprağımıza göz diken, vatanımıza göz diken yabancılar “ diyor. Ona dalgın, dalgın bakıyorum. Sonra düşünüyorum. Bizim yaylada bağı söken, kenarında barıları söken Cin Ali düşman demek. Onu öldürmek geliyor içimden. Gözlüyorum onu evin , önünden geçerken. Bir kenara taşlar koyuyorum. Annem, babam bana dikkatle bakıyorlar. “ bu çocuğa bir haller oluyor.? “

10 kasım geliyor. O da neymiş? Yine o kara adamı bayrağın üstüne koymuşlar. Şiirler okuyorlar. Ona saygı duruşu yapıyorlar. Sonra yanlarına iki de meşale koymuşlar. İki arkadaş bekliyor. Ha unutuyordum. Beyaz yakalıkları çıkartıyorlar. Bu gün önlüklerimizde yakalık yok. Ne oldu derken merakımız gidiyor. “ ATAMIZ ölmüş, yas tutuyoruz. Kim öldür dü ki? Hem neden kara ile boyamışlar yüzünü. O da düşmanlık mı etti birine acaba ? gözlerimi kapıyorum, yeni düş çelere dalıyorum. Denize dökülenler hortlamasınlar sonra.
“ çok çalıştı. Çok uğraş verdi. Yoruldu kalbi . bir daha çalışmadı. Dolma Bahçe sarayında hastalandı öldü Milletin atası. “

Bak başkası öldürmemiş, demek vadesi gelmiş. İyi, iyi düşman öldürmesin de.

Aylar ilerliyor. Harfleri öğreniyorum. Samanlı deftere adımı yazıyorum. Alt, alta yaz babam, yaz. Sonunda ezberliyorum. Sonra Felteş Dedem e soruyorum. O anlatıyor, ben dinliyorum. Keşke önce anlatsalardı da, okulda günlerce korku içinde kalmasaydım.
“ çok akıllıymış, iyi yönetirmiş askeri. Günlerce , aylarca plan yapmış Yemen de, Çanakkale de hep düşünmüş memleketi. Durur, düşünür öyle karar verirmiş. Zorlukları birer, birer yenmiş. Ulusla birlikte yenmesini bilmiş.”

Gün olmuş “ yurtta barış, dünya da barış “ demiş. Demek ki zamanı gelince barış da gerekiyormuş.

Atalarımız, düşmanla anlaşmışlar, dost olmuşlar. Barış içinde yaşıyorlar. Biz de anlaşsak diyorum. Neden olmasın? Atalarımız anlaşmış ya …

Babam cin Ali’yi şikayet ediyor. Köye gelip bizde misafir kalan iki jandarma onu alıp götürüyorlar. Omuzlarında iki mavzer var. Ha unutuyordum. Gece ayaklarım yarılmış, sızlıyor, jandarmanın bir kutuda mavzer yağı çıkardı ayağıma sürdüler. “ oh be dünya varmış. Ağrı kesildi. “ sabah kalkınca Cin Ali ‘yi götürdüler.

Okulda bahçede iğde ağacına sırtımı dayayınca düşünüyorum : jandarma babamı dövebilir mi ? ona gücü yeter mi ? cılız mı cılız Cin Ali ‘yi jandarmanın elinde kıvranırken görür gibi oluyorum.

Aylar geçiyor aradan. Yazıyorum, okuyorum. Okudukça ; ATAMIZI daha iyi tanıyorum. Artık düşçeler imde görülen şeytanımsı şeyler, bir insana dönüşüyor. Hem de yüce insan oluyor. Onun gibi olmak istiyorum. Nasıl olunacak ki ? onu dayısının çiftliğinde kargaları kovalarken düşünüyorum.

Onun ile ilgili şiirleri okuyup, belleğimde yoğurup, işliyorum. Şiirler bütünleşiyor. Yıllar geçtikçe onu daha iyi anlıyorum. Her adımı birer devrimi getiriyor. Her adımda iyiye, güzele , insanlığa yönelen davranış biçimlerini görüyorum. O zaman diyoruz ki :
“ onun gibi çok çalışarak, devrimler yaparak yapıtlarının üstüne biz de bir taş koyalım.”

Kırsal kesimden, kentlere göç devam ediyor. Biz de o kervana katılıyoruz. 24 haneli toprak damlı evden göçüp, kırımızı kiremitli, yada toprak damlı evlerin olduğu kente taşınıyoruz.

Artık dağları , belleri aşmadan okula ulaşıyoruz. İki katlı merdivenlerden çıktığımız okul. Sıra olup, tek , tek yürüdüğümüz sınıfımız. Her sınıfta ayrı öğretmen. Kent gözümde büyüyor. Makineler, dükkanlar. Oysa köy de bir Kemeneci Memet Emminin dükkanı vardı. Şeker, tuz, sigara, bandırma, lokum. Biskevit, kiprit…. Oysa burada dünyam büyüyor. At arabaları, paytonlar, taksiler, otobüs, kamyonlar.
“ nereye gider bunlar ? “
Hep gidiyorlar , geliyorlar. Bunların dünyanı öte başına gidip, geldiğini düşünüyorum.
“ orada kim var ? “
Kim olacak? Belki düşmanlar vardır. Acaba dost olanlarda var mı ? ATA mız nerelere gitmiştir? Mezarı nerede? Hürü kızlarının eteğinde mi ? yoksa Kırtıl’ın tepesinde mi ? düşünüyorum , düşünüyorum. Ama içinden çıkamıyorum.

Bir sabah, boru, trampetler çalmaya başlıyor. Sonra davullar, gırnata. Büyük kızlar erkekler yürüyor. Dediler ki :
“ bayram var. “
“ bunlar kocaman, kocaman olmuşlar. Neden evlenmezler acaba ?” Belki de evlenmişlerdir. Çor çocukları bile vardır. Dediler ki bu bayram çocukların bayramı. 23 Nisan çocuk bayramı. Aha bize de bayram mı vermişler? Yeşillim, yeşillim de morlum. Mora çalan ala beneklim. Kara önlük, beyaz , apak yakalı öğrenciler. Biraz daha yaklaşıyorum. Yeni arkadaşlara bakıyorum. Başka, başka okullar bir araya gelmişler. Kimi benim gibi köyden gelmişler, kimi kentin yerlisi çocuklar. Kimi besili, kimi zayıf, cılız.
“ sen konuşmaya geç başlamışsın “ diyor öğretmenim, eve geldiğimde anneme, babama soruyorum. Onlar da doğruluyorlar. Sahi öğretmenim falcı mı acaba ?

Kağıt üstünde yurdumu görüyorum. Dağlar, taşlar, ırmaklar. Ama ortasında Ankara var.
“ Orada Mustafa Kemal “ var diyorlar. Kalbim heyecanla atmaya başlıyor. Oraya gitsem, Atamı görsem. Onun kabri de orada imiş, gidip üç kere niyaz etsem.

Evimiz yüksekçe yerde , kent aşağıda ova ve ırmak akıp gidiyor denize doğru. Damın üstüne çıkıyorum. Düş çelere dalıyorum. Bir de bakmışım Ankara ‘dayım. Kocaman bir yer, çok kocaman… yürüyorum , yürüyorum bir tepenin başına çıkıyorum. Anıttepe ,Anıtkabir ‘e varıyorum. Mezar önünde üç kere niyaz ediyorum. “ ya Allah, ya Muhammet, ya ali.” Birden bire ATAM canlanıyor. Karşıma dikiliyor.
“ Oku, oku, beni ve bilimi orada göreceksin. “ diyor , kayboluyor.

Yanmış, yıkılmış ülkede saltanatı yıkmış, yerine Cumhuriyet’i kurmuş. Halk ile beraber devrimler yapmış. Her biri dünya da yankılar uyandırmış. Okuduğumuz harfleri o getirmiş. Yoksa dedemin muska yazdığı karga, burga yazıları sökmeye çalışacaktık.

Felteş dede nin muska kitabına bakarım. Elif be… mertek… anlatır, anlatır anlamam. İyi ki yeni alfabeye geçmişiz. Yeni alfabe ile yazılmış kitapları okumaya başlıyorum.

“ 1919 samsun a ayak basma, 1920 de Anadolu da adım, adım halkı arasında çözüm bulma.. “ manda ve himaye kabul edilemez. “
Türlü düşmanlarla kanlı boğuşmalar. Sonra devrim, devrim… 1938 yılına kadar aralıksız devrimler. Bütün ezilen, sömürülen uluslara örnek olmak. Ama her şeyden öteye bağımsızlık ruhunun yaşatılması. İyi ki alfabeyi bize getirip , hediye etmiş.

Atamız bunları yaparken, boş durmamışlar. Egemen güçler , içlerinde kara, yobaz düşünceleri olanların arkalarını sıvazlayıp, devrimlere karşı çıkmışlar. Ama Atamız ulusu , halkı ile onları hep yenmeyi başarmış.

Ama en hoşuma giden de : ULUSUN ÇOCUKLARINA ilk kez bayram hediye etmiş. 23 nisan egemenlik ve çocuk Bayramı.

23 nisan 1920 den tam 59. Yıl sonra Türkiye Çocuk Bayramını , bütün dünyanın çocukları ile birlikte kutladı. 1979 yılı Dünya Çocuk yılı olarak kutlanıyor

Kutlanan Dünya Çocuk Yılı bana karanlıkta kalan günlerimi anımsatan bir olay oluverdi. Yıllar sonra ilk çocukluk yılımı anımsadım. Karanlıkta kalan çocukların Köy enstitüsü ruhu ile aydınlanması. İşte Cumhuriyetin en büyük hediyesi idi. Bizler köyden kentte geldik ya.. bize ışık saçan öğretmenler işte o okullardan gelmişlerdi. Bizim en büyük şansımız bu idi.

Öğretmenlerimizin bize anlattığı ; gerçek eğitimcilerin kırsal kesimin , aydınlanması için erken kapatılan Köy Enstitüleri ruhu ile çağın gereklerine uygun yeniden açılması dileğimizi haykırmak isterim.

Bu köy enstitüleri yeniden açılmalı ki ; üretime katkıda bulunacak kırsal kesime eğitim hizmeti götürülsün. Yeni köy çocukları da okusun, çağdaş bilimden yararlansın. Dünya Çocuklarının yaşam biçimine ulaşsınlar.

Celal Necati ÜÇYILDIZ

23 Nisan 1979
KİRMEN/ AKYOL GAZETESİ

Yazarın Diğer Yazıları