Rivayet olunur ki; HABİP NACAR’dan bu yana ormanı kesen birileri var. Onu kesince dallarından odun, kütükleri lata ve tahta olur. Kapı, pencere, dolap olur. İşlemeli, her işlemede anlatılan öyküler vardır.
Gagavuzlar Bulgar/Bolkar dağlarında odun keserler, hatta su ile çalışan hızarlar yaparlar. Ermeni ustalar var. Bina yapar, kapı, pencere, ahşap oymalar yaparlar. İşte Tahtacılar Gagavuzlarla, Ermeniler ile birlikte yaşamışlar. Onlardan meslek edinmişler. Onların da piri Habip Nacar.
İşte inançlarını özgürce yapmak için, kavga dövüş etmeden kendilerini dağlara vermişler. Deve, keçi, koyun onların yerini katır almış. Bıçkı, kolastar derken ellerinde stil motorlar. Ormana dalmışlar. Her dönem bir ağa çıkmış, “Gel kes” demiş.
Ağaç kutsal, ama kesilecek. Önce, kesmeden kurban kesip, dua etmiş, “Ormanın süsüydün. Ağacın hasıydın. Ademin beşiğinde, kapının eşiğinde sen varsın. Geçim senden, affını diliyorum. Ormanın tüm nimetlerine aşk ola.” deyip ağaca yanaşıp niyaz edip üç kere öpüyor.
Orada bulunanlar, “Allah, Allah, Allah diyorlar. Dede veya Mürebbi, “Canlar aşkı niyazlarınız kabul ola. Orman bizim vatanımız, yurdumuz, çoluğumuz, çocuğumuz, atamız ecdadımız. Ona saygımız, sevgimiz sonsuz. Onun bir ruhu var bizi kollayan, doyuran, besleyen saygıda kusur etmeyeceğiz. Herkes baltalarının saplarını bezle sardı mı? (Baltanın sapının kendinden olduğunu görüp, kesenin kendinden olduğunu görüp üzülmesin.) Haydi canlar hak kuvvet vere, Hızır Yardımcınız Ola, aşk ile.”
İşte ormanda, maktada geçen yaşam roman olmuş. Katran, iledin, meşe batı Torosların en yüce dağlarında zor yaşam. Döne Döne Sultan, Havva , ELİF… Ali, Musa, İsmail, Hüseyin, Berduş… ormanda yaşam içinde yaşanan aşklar. Kaçanlar, gönüllü verilenler, çocuğu olmayan kadınlar. Olanların da dağdan şehre indirilemeden yolda ölümleri.
Dağda kamyonlar. Yükün üstüne binip: kazada ölen canlar. Onlara yakılan ağıtlar. Ama en acısı da DÖNDÜ‘ye yakılan ağıt. Döndü maktada üstüne kesilen ağaç düşer, aşağı yuvarlanır. Günlerce yarlarda, kapuzlarda arama. Eşiti İsmet, sırdaşı Musa ve onların can yoldaşı Yirik.
Kayalardan, yarlardan iplerle, halatlarla indiler. Aradılar, günler geçti aradan. Döndü toprağın içinde sanki gömülmüştü. Oracığa bir mezar yaptılar. Ondan sonra oranın adı: “DÖNDÜ ÖLEN BOĞAZI” oldu.
Bir ağıt yankılandı:
“Kelebekler mi konmuş ölün üstüne
Ne deyim anlatayım eşin dostuna
Kahpe felek bu kadar acelen niye
Nasıl kıydınız seller benim Döndü’me.
Kınan kuramadan da dağlara düştün.
Bıçkıyı, golastarı zorundan tuttun.
Çocuğun olacaktı düşlere yattın
Nasıl kıydınız eller benim Döndü’me?”
Yazarımız Kudret Saylık, Elmalı Abdal Musa Yurdundan Akçaenişli bir Tahtacı. Onların geçmişte zor yaşamının bir romanı. Tahtacı yaşamını özetlemiş, “TAHTACI ROMANI” tanımını kitabı okoyunca daha iyi anladım. Kitapta bana gelen mesajlar böyleydi. Sizler okuyunca başka yönüyle de bakabilirsiniz. Kendine özgü yaşamı ile Akdeniz, Ege‘nin has gülleri.
(*) BEN DE BU YAYLADAN GÖÇÜP GİDERİM / BİR TAHTACI ROMANI / KUDRET SAYLIK
Karina Kitap, haydar_cakmak@hotmail.com, 05322244459, ANTALYA
KİRMEN
CELAL NECATİ ÜÇYILDIZ