Kadının sabah yürüyüşü yarım saat sürdü. Parktaki spor aygıtlarında da on beş dakika kadar çalıştı. Arkasından da birazcık yorulduğunu hissedip, soluklanmak için büfenin önündeki banka oturdu.
Parkın önü ana caddeydi. Birer dakika aralıklarla iki araç gelip durdu. Az sonra bir de kamyonet.
Gözünü yummuş, bütün bedenini sabahın ılık güneşine teslim etmişti.
Beş dakika oldu muydu olmadı mıydı, birden farkına vardı ki kamyonet çalışıyordu, çevreye yayılan sesi kulaklarına kadar geliyordu. Oysa kamyonet geleli yaklaşık on dakika olmuştu. Neden çalışıyordu acaba?..
Ayyy!… Çalışan kamyonet değil, iki metre arkasındaki buzdolabıydı!..
+
“Babam altmış yaşında. Geçenlerde beş çocuğunun hiçbirisinin adını aklına getirememiş. Yanına vardım, ağlayıp duruyor…”
+
Bir arkadaşı ölmüş, gömütlüğe gitmişti…
Biraz erken varmıştı. Babasıyla kaynanasının gömütü girişe yakındı. Cenaze gelinceye kadar onlara uğramak geçti aklından. Uğradı da.
Aslında daha zaman vardı. Annesinin ve eniştesinin gömütleri geldi bir anda aklına. Annesi iki yıl, eniştesi bir yıl olmuştu öleli. Ama nerede olduklarını bir türlü çıkartamadı. Beyni bomboştu ikisi için de. Ne kadar düşündüyse anımsayamadı bir türlü. Sonunda kardeşini arayıp sordu.
Gömütleri buldu bulmasına ama unutkanlık silgisi kayıtların tümünü silmiş süpürmüş götürmüştü…
+
Emekli olur, emeklilik parasının bir kısmıyla lokanta açar…
Bir gün bir müşteri gelir. Hiç tanımadığı birisidir. Bir çorba içer, arkasından bir de kebap yer, “Üzerimde para yok, yazıver” der. Zaten bütün yurtta ekonomik sıkıntı vardır, “Yo yo yazmayayım, yazarsam her gün gelirsin, şimdi paran yoksa yarın ödersin bunu” der. “Tamam” der adam ama bir daha gelmez…
Bir sabah bir adam daha gelir. Bir çorbayla üç ekmek yer. Çorbanın bir lira, ekmeğin yirmi beş kuruş olduğu yıllar. “Borcum kaç?” diye sorunca da, “Borcun morcun yok, bir daha da benim lokantama gelme arkadaş!” der ona da.
Derken, baktı olmayacak, kapatır lokantayı…