Güz geldi mi ilkin bulgur kazanlarının altı yakılırdı, sonra pekmez kazanlarının…
Bilim adamlarının dedikleri bir yana, şu küresel ısınma dedikleri olguyu birebir yaşadım ben, halada yaşıyorum.
Çocuklukla ilk gençlik yıllarım geliyor aklıma. Ağustosun ortasında yağmaya başlardı güz yağmurları. Harmanı bırakıp güz ekinlerini ekmeye gittiğimiz olurdu. Öyle siyen siyen değil, gürleye çatlaya gelirdi yağmurlar. Buna hem sevinirdik hem üzülür. Sevinirdik çünkü yağmurdan sonra toprak tavlanır gönen ekmeye giderdik. Gönen olunca ertesi yıl çok daha verimli olurdu ekinler. Üzülürdüm çünkü yağmurla ıslanan sapları kurutmak günler alırdı ve çok çaba gerektirirdi.
Güzün ilk habercisi harman zamanı soframızı zenginleştirmeye başlayan üzümler olurdu. Bağbozumundan önce fazla üzüm yolmamıza izin vermezdi bağ bekçileri. Ancak tadımlık.
İlkin bulgur kazanlarının altı yakılırdı, sonra pekmez kazanlarının. Kazanın içindeki şıra kaynarken nöbete dururduk, şıra pekmez haline dönüşünce bıkbık ile kavut karmak için. Közün içine patates gömerdik, daha üzerindeki toprağın kokusu çıkmamış taze patates.
Köyün üzerinde günlerce pekmez kokusu tüterdi, bu bir şenlikti ama asıl şenlik bağbozumunda olurdu. Muhtar önceden dellal bağırtırdı filan gün bağlar bozulacak diye. Düğüne bayrama gider gibi giyinirdi herkes.
Sapsarı alıçların, dağ armutlarının kokusu sinerdi evlere.
Geçtiğimiz Pazar belediye otobüsüne binip Çayırbağı`na gittim. Vadi boyunca yürüdüm. İki geçeli bahçelerde ceviz indiriyordu köylüler.
Güz ayları, hazan ayları kendini göstermeye başlamıştı.
Bir arkadaşımla sözleşiyorduk, dikkatini çekmiş, çoğu şair hazan mevsiminde ölmüş, en çok şiir eylül ayı ve hazan mevsimi için yazılmış.
Benim şiirlerimin çoğunda güz aylarının hüznü var.
Öğreniyoruz,
Hüzün rengidir sarı.
Aynı havayı solurken,
Ayrılığı yaşarız.
Alıç dişler yanıbaşımızda,
Delişmen bir çocuk.
bir sarı yaprak sürüklenir
Rüzgarın önünde.
Varıp merhaba der
Bir güz çiğdemine.
Merhaba der cümlemize
Kayalıklara sürünüp gelen bulut.
Bahar değil yaşadığımız,
Say ki eylül.
Erken soluyor renkler.
Ama yüreğimin bir yanı
yeniden umut ediyor.
Demiştim bir şiirimde. Umut etmek kadar güzel ne var ki. Hazan mevsimi bitecek, ardından güzel mi güzel bir kış gelecek. Ak donunu giyecek toprak. O karın üzerinde derin izler bıraka bıraka yürüyecek, bir pınarın başında ateş yakıp balık pişireceğiz. Belki yolculuğun bir yerinde lapa lapa, fakir yaması gibi kar yağacak üzerimize ve üşümenin tadına varacağız. Kütür kütür yanan bir sobanın başında kestaneler çıtırdarken sıcaklığın keyfine varacağız.
Ne zaman
Akşamın hüznü düşse sokaklara.
Hele birde güzse
Ve böyle gazel rengindeyse her şey
Kaçıp gitmek gelir içimden.
Meram`da bir güz günü yazmıştım bu şiirimi.
Şairlerin güz, hazan şiirlerini toplasak onlarca cilt tutar. Değerli şair Hüseyin Atabaş, Güz şiirleri adındaki şiirinde bakın ne diyor.
1. Güz
Eylül hüznü gibi giriyorsun koynuma
Teninde yazdan kalma deniz kokusu
4. Üzünç
Bir top hanımeli, bir boy karanfil
dal dal üzünçler sarkıyor yüreğimden
bir de geceler uzadı farkında mısın?
Gelen hazan mevsimi göçerlerinde kışlaklarına dönüş mevsimidir. Gül yüzlü Yörük kızı kışlağına döneceği için sevinçli midir, yaylasından ayrıldığı için yüreği yanıyor mudur? Kim bilir. Ama şair yüreği gül yüzlü Yörük kızı içinde atar. Neriman Calap’ı dinleyelim.
obasına ulaşamayan aşiret kızı
yitirmiş içine dolan dağ rüzgarını
dağ salınır durur uçurumunda
sarı çiçek. kırılmış bir mermer gezginin
parmaklarında. dudakları kanar durur.
suskunlukla sızlar.
yüreğinde kocaman bir düş kırıklığı.
Tuhaf değil mi, bu leylekler nereye göçer
Gök yolunda? diyor, Ali Püsküllüoğlu.
Sahi bugünlerde başınızı gökyüzüne çevirip baktınız mı hiç? Bakmadıysanız mavi gökte süzülüp giden leylekleri, turnaları, kartalları görürdünüz. Belki bir daha ki sene görme şansınız da olmayabilir, çünkü onların barınaklarını, sulak alanları bir bir kurutuyoruz. Belki üzerimizden geçip giderken ileniyorlardır bize.
Sevgili Zerrin Taşpınar`ın dizeleriyle noktalayalım sözü.
O gece bir bekleyişti ömrümüz
uzun, sakin, umutla berkitilmiş.
Dağ koyaklarından getirilmiş, taze
sütleri içtik ve eski ağılların
çıngırak seslerini doldurduk ceplerimize.
Zeki OĞUZ