Bir yabancı, konuk olur Hocaya
Ama nezaket bu ya,
Tutar bir de tavşan hediye eder;
“Çoban armağanı, çam sakızı” der.
Hoca bir güzel pişirir tavşanı.
Akşam olur, gelir yemek zamanı;
Orta yere bakır sini kurulur;
Hep birden etrafına oturulur.
Hoca hem yemek yer, hem sohbet eder;
Ertesi gün misafir kalkar gider.
Bir gün içinde de pek sevişilir.
Arkasından başka bir konuk gelir;
“Tavşan getirenin komşusuyum” der,
Hoca bu adamı da buyur eder.
Tavşanın suyuna bir çorba yapar;
Adam çorbayı yer, ağzını kapar.
O konuk da gider, gelir başkası:
Tavşan getirenin bir akrabası.
Gittikçe sıklaşır bu misafirler.
Fakat Hocanın canına tak eder.
“Tavşansa tavşan, der, anladık ama;
Bu kadar da yük olunmaz adama.”
Komşular gidip gidip gelmededir.
Hoca bu konukları da karşılar;
Adamlar
Şöyle derler Hocaya:
“Hani tavşanı getiren vardı ya;
Komşusunun komşusuyuz biz onun.”
Hoca: “Ya! der, hoş geldiniz, buyrun!”
Akşam olur, sofra kurulur yine;
Bir tas konur sofranın üzerine;
Kuyu suyuyla dolar bir koca tas.
Konuklar bu işten bir şey anlamaz.
İçlerinden biri tasa eğilir;
Sorar: “Hocam, bu nedir?”
“Bu, der, tavşanın suyunun suyudur.”
Orhan Veli Kanık / Yüksel Pazarkaya