Toplumsal bir bataklığın içinde debelenip duruyoruz. Nasıl bir ülke olduk diye düşünmeden duramıyorum. Kutuplaştırmada inat eden bir iktidarla karşı karşıyayayız. Anayasal hakları olan toplantı ve yürüyüş haklarını kullanan milyonlara, derdiniz ne diye sormayan iktidar; çözümsüzlüğün yaratıcısıdır.
Koltuğu koruma, dövizi sabit tutma adına piyasaya sürekli olarak milyarlarca dolar sürmek enflasyonu patlatmaz mı? Yaşanılan acı sorunların başını pahalılık çekiyor. Sıradan bir vatandaşın pazar alışverişi etsiz, peynirsiz iki bin papeli geçiyor. Kira, telefon, elektrik, su ve ısınma giderleri derken sönen umutlar…
Esastan onları kefensiz mezara koyan yokluk, yoksulluk değil; yönetenler tarafından kendilerine sunulan, pembe ikinci yüzyıl hayalleri. Bu güzellemeler elbet böyle sürüp gitmeyecek. Artık ham hayallerin peşinden koşmaz oldu millet; uyandı. Sizler baş döndürücü saltanatınızı sürdürürken kuru ekmek yemeye paydos diyor. Herkes doyacağı kadar ücret, kaliteli yaşam istiyor. Savaş dönemlerinde bile böylesi kıtlığı yaşamadılar.
Yaşatanlar iktidarda, bizleri uyutmanın, sakalımıza soğan doğrayarak vakit kazanma peşindeler. Bizden önce yaşayan emmiler, dayılar, halalar, teyzeler; hayali dağıtılan umutları yaşayamadan mezara gittiler. Umut yeni nesil gençlikte. 31 Mart seçimleri ülkemizde değişimin habercisi oldu. Ama hâlâ iktidar korku, baskı ve şiddet içeren uygulamalardan geri durmuyor. Millet iradesine karşı direniyor. Mutlak devlet gücünü tek elde kullanma, farklı bir yönetimi çağrıştırıyor. Örneklerini, Rusya’da, İran’da, Mısır’da görmekteyiz.
Bu koyu karanlık acı sonlar milletimizce yaşanmadan erken seçim şart olmuştur. Milletimizin hakemliğine gitmek en doğru yol olacaktır. Devlet zorla yönetilmez.
Yalan mı?