Bu gün sabah
mutilcemiz.net’de gezinirken yörüklerle ilgili söyleşilere göz attım, yıllar
öncesine gittim. Yörüklerle bizim yakın ilişkimiz olurdu. Zira rahmetli babam Kasap
Nuri’nin kasap dükkanı vardı, dükkanda satılacak et için gerekli keçiler
yörüklerden temin edilirdi. Yalnız ticari ilişki de değildi, bizim ailenin
yörüklerle sosyal ilişkisi de vardı. Özellikle Aydıncık tarafından gelip,
zannedersem Seydişehir taraflarına giden konar-göçerler Kozlar güzergahını
kullanırlardı. Bizim ev tam yolun kenarındadır, keçi sürüleri, develer, atlar, eşeklerle
yoldan geçerlerken, sırtlarında çocuklarla yürüyüş halindeki kadınlar, bazı
ihtiyaçlar için bizim eve gelirler çocuklarını emzirirler, yemek yerler, dinlenirler
üç beş saat vakit geçirdikten sonra kervana yetişmek üzere giderlerdi. Rahmetli
anneciğim onlarla sevgi ile ilgilenirdi
Bilindiği üzere
Karageçili ve Sarıgeçili olarak anılan yörüklerden Karageçililer Orta Asya’da Oğuzlar’ın
Bozok koluna bağlı Kayı boyundandırlar. 1071’de Malazgirt Zaferi ile Anadolu’ya
gelmişlerdir. Batı Anadolu, İç Anadolu, Güneydoğu ve Doğu Anadolu’da
yerleşikdirler. Devlete sonderece bağlıdırlar, hatta Güneydoğu’daki PKK’ya
karşı çarpışan köy korucularının kökeni Karageçili olduğunu tarihçiler
belirtir. Sarıgeçililer’in ise hangi boydan olduğu bilinmemekle beraber, Silifke,
Aydıncık, Anamur, Güneydoğu Anadolu bölgelerinde yerleşiktirler ve her yıl
Aydıncık’dan Mut üzeri Seydişehire giden yörükler Sarıgeçili’dir.
Yörükler
düğünlerini bulundukları yere en yakın köyde yaparlar. Cenazelerini ise hiçbir
zaman dağda bırakmazlar, yine enyakın köyün mezarlığına koyarlar. Yapılan
araştırmada Sarıgeçililer’in çoğu yerleşik düzene geçmiştir. Sadece 200
civarında aile konar-göçer olarak yaşamını sürdürmektedir.
Bir gün bizim
dükkanda otururken Babamın tanıdığı genç bir yörük geldi, “Ağa beş yaşlarında
bir kız çocuğumuz hastalandı, bir doktor lazım” dedi. Çocuk annesinin
kucağındaydı, ateşler içindeydi.
Babamla birlikte
Dahiliye Mütehassısı Dr. Adnan beye gittiler. Çocuk nasıl hasta ise, Doktor “bu
çocuk bulunduğu şartlarda yola devam edemez, hemen yatıracağız” dedi. O zamanlar
eski hastanenin yanında üç odalı yatağı da olan bir binada sağlık ocağı vardı, biz
oraya hastane derdik.
Hasta çocuk hastanede
serum falan akşama kadar tedavi görür, akşam üzeri çocuğu bir sürü ilaçla bize
getirdiler. Dr. Adnan bey de bizim evin karşısında oturuyor ailece görüşüyoruz.
“İlaçlar kullanılacak, iğneler yapılacak bir haftada hasta ancak kendine gelir
çok iyi bakım yapılacak” diyor doktor.
Fakat aile
çaresiz. Mut’ta kalmaya hiç zamanları yok, zira kervan Kozlar yolunda. Her an
sürünün başında bulunmak lazım. Derken anneceğizim bir fikir attı “çocuğu bize
bırakın siz gidin, hiç merak etmeyin, nere konarsanız o zaman gelir alırsınız”
dedi. Bıraktılar gittiler.
Doktor zaten
komşumuz olduğu için her gün iğnesini yaptı, ilaçlarını verdik. Bir haftada
ayağa kalktı. Elif bizlerle oynamaya başladı, ablalarım ona elbise diktiler,
saçlarını falan düzelttiler. Boncuk gibi maviş gözlü bir kız oldu iyice alıştık
Elife. Bir ay sonra babası geldi teşekkür ederek götürdüler, güz dönüşü bir
daha ziyaret ettiler, ondan sonra ben görmedim. Annemlere gelip geçerken her
yıl uğramışlar ben okulda olduğum için görmedim.
Yıllar sonra bir
bayram tatilinde Mut’a geldik, evde annemi üç tane küçük çocuğa yemek
yedirirken gördük, anne bu çocukları nereden buldun diye takıldık.
Şöyle anlattı; Hani
baban hasta bir yörük çocuğu getirmişti ya, eee dedik merakla, işte o Elif
kızın çucukları bunlar. Pazara çıkmıştım bunları gördüm, kervan yoldaymış
bunlar da ihtiyaç almak üzere pazara gelmişler, analarına rahat vermiyorlardı,
ben de aldım eve getirdim, rahat alışverişinizi yapın dedim. Biraz sonra onlar da
geldi Elifin o zamanki hastalığını konuştuk. Her yıl uğradıkları için anneme
yabancılık çekmemiş çocuklar.
Eskiden mevcut
sosyal dayanışmanın, yıllar sürecek sağlam bir yapıya sahip olduğunu günlerce
düşündüm…
Necati Uğur
Gürgen