“Egosundan, benliğinden, nefsinden arınmış; İNSAN kimliği dışında her türlü kimliğini çöpe atmış; Kendisiyle, çevresiyle, doğayla barışık ve bütünleşmiş olan herkes katılabilir.”
Bu çağrıyı duyunca, Pazar günü Bodrumlu gezginciler ile bir araya gelmek üzere Hastane civarındaki buluşma noktasına gittim. Orada aracımız hazırdı. Geçen yıl Bodrum‘a geldiğimde Maraş Katliamı‘nı anma etkinliğinde tanış olduğumuz Hıdır Çam, Silifke‘den Bodrum‘a gelen öğretmen arkadaşımız Deniz Cennet Yiğit bizi karşıladı. Gezgincilerle ile tanış olduk.
Anadolu coğrafyasından kopuk gelmişler. 12 Mart, 12 Eylül‘de oradan oraya sürülen, katliamlara uğrayanlar; Sivaslı, Kürecik, Maraşlı, Adanalı, Ankaralı, Tunceli (Dersim), Kapadokya, İstanbul‘dan gelmişler, yeni yurt edinmişler. Ortak payda İnsan ve doğa sevgisi.
İlk durağımız Ortakent Şekerci durağında bir kahve, çaylar içildi. Sohbet başladı. Kahve önünde bir levha yer alıyor. Yürüyüşçüler için yol levhaları. 7, 9, 5 km. hangisini istiyorsan, ona doğru yola çıkacaksın.
Hıdır Çam, orduda Harita Subayı olarak çalışmış. Sonra atılmış, ama haritacılığa devam ediyor. Doğa sevdasını mesleği ile birleştirmiş. Bodrum Ticaret ve Sanayi Odası‘nın katkıları ile yürüyüş yolları haritaları çıkarılmış. BODRUM LELEG YOLU projesi tamamlanmış. Yollar işaretlenmiş. Gezginciler işaretli yolları takip ede ede menzile ulaşıyor. Bir kırmızı, bir beyaz renk, kayaların üstünde parlıyor.
7 km. aracımız ile tekrar gidiyoruz. Mandıra‘da bizi tarihi bir mekan karşılıyor. Taş duvarlardan örülmüş, bir ahır, az aşağısında su sarnıcı… Taş duvar hala canlı. Patika yollardan tırmanmaya başlıyoruz. Aşağılarda Akyaka beyaz evleri ile denizin mavisi ile birleşiyor. Yürüdükçe nefesimiz açılıyor. Bir Türkü kaptırıyorlar. Aralarda nara atmak serbest, hatta gelenek haline gelmiş. Yağmur suları patika yolların topraklarını sıyırmış, aşağılara götürmüş.
Rakım 300‘lere doğru çıktıkça, Bodrum daha iyi gözükmeye başlıyor. İlk molada yolun kenarına oturuveriyoruz. Konacık, Bodrum, hele Bodrum Kalesi, bakıyoruz. Bodrum üstüne yağmur yağmaya başlıyor. Bizim üstümüzde yağmur yok. Karşılara bakıyoruz, karşı tepelerde rüzgar gülleri dönüyor. Aşağılarda Turgut Reis ve Marina… Yokuş yukarı tırmanırken bizi 18.y.y. kalma yel değirmeni karşılıyor. Bölgede üç tepede, üçer yel değirmeni, zaman içinde tarlalarda ürün kaldırılmış, burada öğütülmüş. Hep patika yollar, katır eşekten başkası yürüyemez. Tarlaların arasında duvarlar yapılmış. Hala dimdik ayakta duruyor. Oracıkta sıra ile herkes kendini tanıtıyor.
Yürüyoruz, ama bir canlı yok. Bir zamanlar buralarda inekler, danalar beslenmiş. Karşı Yunan Adalarına teknelere hayvan ihracatı yapılmış. Yıl on iki ay yeşil kalan bir bitki örtüsü.
330 rakımlı tepelerde bizi volkanik dağ karşılıyor. Burada mola veriyoruz. Bir zamanlar Bodrum yanardağı patladığında oluşmuş. Kayalar, taşlar. Düzlük bir alan, bir in, ineklerin zaman zaman yağmurdan, kıştan korundukları mekan. Hayvan barınaklarının üstü yok olmuş, ama alt duvarları hala duruyor. Birkaç tane ağaç kalmış.
Hemen karşıda Kos Adası, üzerinde bulutlar dolaşıyor. Sis olmasa, hemen elle tutulacak sanki; Akyaka burnuna 3 mil… Molamız bitince tekrar yola koyuluyoruz. Volkanik alandan çıkıp, yollara vuruyoruz. Tepelere çıkınca artık aşağılarda Turgut Reis daha net gözüküyor. Sonra Kardak Adası. 1990 yılların savaş kokusu yayılan adalar.
Bir zamanlar kara parçası olan yerler depremler, volkanik patlamalar ile denizin ortasında adacıklar, yarım adalar… Yunanistan, Türkiye arasında adalar kavgası. Üzerinde yaşayan halkın bir sorunu yok. Ama İngiliz‘i, bilmem ne sömürgecisi iki halkı bir birine düşman etmişler.
Oysa asırlar önce Şeyh Bedrettin, Börklüce Mustafa; adalarda, ege kıyılarında Rum’u, Türk‘ü, Çerkez’i musahip etmişler. “Yârin yanağından gayrı tasada, kaygıda, her şey de ortağız” demişler. Üretmişler, üretmişler, bolca üretip hakça bölüşmüşler.
İşte Kos Adası, 3-5 mil. Balıkçılar aynı yerde balık avlıyor. Ellerinde şerit yok ki, hemen ölçsünler.
Aşağılara doğru iniş başlıyor. Yağmur ince ince çiseliyor, sanki sulu sepen kar, sonra şiddeti artıyor. Biz aşağılara doğru hızla iniyoruz. Tarihe karışan taş evlerin kalıntıları. Bir yabancının taş yığınlarının arasında kendisine yarattığı mekan. Az aşağısında yolun kenarında dut ağacı, büyük su sarnıcı. Bir çiftlik görüyoruz. Sahibi, ya da çalışanı bilmem, sohbet ediyoruz. Önünde tavuklar, az ilerde birkaç inek yayılıyor.
Bir taş armudu, hala taş gibi, dibine dökülmüş, birkaç ergin armudu yiyoruz. Yağmur, tepelerden aşağı indikçe Turgut Reise yaklaşıyoruz. Artık mahalle arasında beton sokaklar, sonra merdivenler. Sabancı Parkında bir çay molası veriliyor. Yağmurluklara rağmen üzerimiz ıslanmış. İçimizde ter. Aracımız gelince durmuyoruz, dönüşe geçiyoruz. Turgut Reis, Yahşı, Orta Kent derken Konacık‘ta aracımız boşalmaya başlıyor.
Buluşma noktasında aracımızdan iniyoruz. Torba Mahallesi dostlarının aracı ile kendimizi evimizde buluyoruz. 15 gün sonra başka bir yerde buluşmak üzere ayrılıyoruz.
Bodrum Leleg Yolu
Fırtına ve yağmur
İrezil olduk ama mutluyduk
“Dün gece yar hanesinde
Yastığım bir taş idi
Altım çamur, üstüm yağmur
Yine gönlüm hoş idi…”
HIDIR ÇAM