“Hani bir fıkra vardır, çoğumuz biliriz ya…
Bir yabancı Türkçe öğrenmek için Türkiye’ye gelir, bir öğretmenden ders almaya başlar, üç dört ay sonra da ‘Öğrendim artık’ der ve yurduna dönmek için gara gelip tireni sorar, yetkili de elini bir iki kez döndürerek, ‘Ohooo, tiren çoktan gitti’ anlamında, birincisi uzun ikincisi kısa, iki ıslık çalar, adam hiçbir şey anlamayıp öğretmenine geri döner, ‘Ben Türkçeyi tam öğrenmedim, geri geldim’ der ya…
İşte ben de yıllardır köpekten korkanlara, ‘Ben köpek dilini çok iyi biliyorum, bu yüzden de hiçbir köpek bana saldırmıyor, siz de öğrenin’ diyorum ya, dün ilk kez bir köpek saldırdı ve ısırdı beni. Şimdi Köpekçenin daha da inceliklerini öğreniyorum.”
+
Çavdar Ahmet 17 yaşında Zühre Gelin’in annesiyle evlenir. Arkasından askere gider. Tam 12 yıl geçer, gelmez. İlçedeki Askerlik Şubesinde de bir bilgi yoktur. Köyde herkes öldü sanır, umudu keser. Bu sırada da Abdurrahman Çavuş’un karısı ölmüştür. Dul kaldı sanılan kadınla dul adamı evlendiriverirler. Kardeş sayısı çoğalır…
Olacak ya, ölmemiştir Çavdar Ahmet, 12 yıl sonra çıkagelir.
Bakar ki karısı evlenmiştir, hem de 12 yıl bekledikten sonra, çektiği acılara bir acı daha eklenir.
Ne yapsın köylü, onu da Türkmen İbrahim’in kızı Fatma ile evlendiriverirler.
+
Bir eşeği iki çuvalı vardır. Yol, araba neredeydi o yıllarda!.. Çuvalların içi çeşit çeşit basma, özellikle Sümerbank Nazilli basması, kaputbezi ve kumaş doluydu. Eşeğine çuvalları yükler, köy köy gezerdi. Kendi köyüne on beş günde bir gelirdi. Köye girerken eşek anırır, çocukları eşek sesinden bilirdi babalarının geldiğini.
Dere Köyündeydi bir gün. Kendisi gibi birisi daha vardı köyde. Ama o kalbur gözer satıyordu.
Köylüler bir kalbur alıyordu ki, aklı karıştı birden. “Nasıl olsa kendisi de köy köy geziyordu, beş on kalbur alsa, gittiği köylerde rahat satar, beş on kuruş para kazanırdı.”
Düşündüğünü yaptı ve dokuz tane kalbur aldı.
Dere’de işi bitmiş, Narlı’ya gidecekti artık.
Önce çuvalları yükledi, arkasından da dokuz kalburun beşini bir yanına astı semerin, dördünü bir yanına.
Dere’yi çıkıp Pamuklu’ya doğru gelirken sola bir yol sapar, Narlı’ya, oraya saptı. Sapınca az ileride de tarihi bir taş köprü vardı.
Köprüye geldi ki, aklı bir daha karıştı. “Kalburu kim satardı? Aptal! Ya Narlı’ya varınca kendisine “Aptal” derseler ne yapacaktı!?..”
Durdurdu eşeği, çözdü kalburları ve dokuz kalburu köprüden aşağı fıldırtıverdi…