Teknolojinin bunca ilerlemediği, modern araç gereçlerin köylere ulaşmadığı yıllarda, dağ köylerinde bazı işler ortaklaşa yapılırdı. Köylü, ekin işleme, çift sürme, harman kaldırma vb. işlerinde komşularını yardıma çağırırdı. Buna imece, ümmeci denirdi. Çağrılanlar davete uyarlar ve iş her neyse el birliği ile bitirilirdi. Bazı işler vardı ki imece ile çözülemezdi. Yapılacak o iş için bir adam tutmak gerekirdi. Yolcu, telefoncu, köy kâtibi, kır bekçisi, bağ bekçisi, ramazan davulcusu, sığır çobanlığı bu işlerden bazılarıydı. Bunların ne kadar zaman için tutulacağına, alacakları ücrete ihtiyar heyeti karar verirdi ve çalışacak kişi köyün en yoksul insanlarından seçilirdi.
Kış boyunca tarlalara, yaylalara giden yollar bozulur, kağnıların geçemeyeceği hale gelirdi. Bu yüzden bahar aylarından başlayarak güzün harman işleri bitinceye, yaylalar göçünceye kadar bir yolcu tutulurdu. Yolcu bahar ekinleri ekilmeye başladığı günlerde işe başlardı. Bazı yıllar kar ve yağmur yolları o derece bozardı ki bunu yolcunun tek başına halletmesi mümkün olmazdı. Bu yüzden muhtar bütün köylüyü imeceye çağırır ve birlikte çözerlerdi sorunu. İmeceye çağrılan kişi gitmezse ona bir günlük yevmiye kesilir, para muhtarlık tarafından alınırdı. Yolcu küreğini, kazmasını eşeğine yükleyerek, sabah erkenden yola düşer ve güz aylarına, dağdan, yaylalardan el ayak çekilinceye kadar yolların bakımını yapardı. İhtiyar heyetinin tespit ettiği ücreti kimi nakit olarak verir, kimi de harman kaldırılırken buğday ya da başka bir ürünle öderdi.
Telefoncu, nahiye merkezinden köylere ulaşan hat boyunu takip ederek, devrilen telefon direklerini, kopan telleri onarırdı. Bütün bir yıl sürerdi onun işi. Köy kâtibinin işi de sürekliydi.
Kır bekçisi bahar aylarında işe başlayarak güzün ekinler işlenip bitinceye kadar ekin tarlalarını bekler, ekinlik alanlara küçük ve büyükbaş hayvanların girmesine engel olurdu. Eğer bir çoban açıkgözlük edip ekili araziye girerse bekçi birkaç koyunu alarak köye götürür, muhtar da o çobana ceza keserdi. Kimi zaman çoban sürünün başında uyuya kalır, sürü ekin tarlasına girerek telafisi mümkün olmayan zarara sebep olurdu. Tarla sahibi böyle bir durumda muhtara şikâyetçi olur, muhtar da ziraat işlerini iyi bilen, zararı az çok tespit edebilecek bir heyet oluşturarak zararın miktarını tespit ettirirdi. Ekili araziye yakın yaylalardaki çobanlar sıkıştırılarak suçlu bulunur ve kesilen ceza ödettirilirdi. Bekçinin ücretini bütün köylü değil, arazi sahipleri nakit ya da ürün karşılığı öderlerdi.
Bağ bekçisi, üzümlere alaca düşmeye başlayınca tutulur, bağlar bozulunca işi biterdi. Bağ bekçisi sabahtan akşama kadar bütün bağlık alanları dolaşır, bağ bozumu başlayıncaya kadar kimsenin bağlara girmesine izin vermezdi. Bağların bozulacağı tarihi ihtiyar heyeti belirler, o gün köylü, köfünleri, sepetleri eşeklerine yükleyerek, bayram havası içinde bağların yolunu tutarlardı. Toplanan üzümlerin bir kısmı hevenk yapılarak ekmek evinin tavanına asılır, kalanlar da çaraşlarda çiğnenerek pekmez yapılırdı.
Davulcu, ramazan ayı boyunca geceleri köyü sokak sokak dolaşarak, köylüyü uyandırırdı. Çalınan davul da genellikle büyükçe bir yağ tenekesi olurdu. Evin kadını zaten erkenden kalkmış erişteyi ya da katmeri pişirmiş olurdu. Pişirilen yiyeceklerden birazı mutlaka davulcuya verilirdi.
Çocukluk yıllarımın unutamadığım ramazan davulcusu Guliş Dedeydi. Bütün köylünün sevdiği Guliş Dedemiz. Kadınlar, çocuklar onun gözünde sümbüldü, laleydi, navruzdu. Vardığı evin penceresini öğendiresiyle hafifçe tıklatır, çiğdem kalk, diye bağırırdı. Çiğdem başını pencereden uzatır, yaptığı katmerlerden bir kaçını Guliş Dedeye uzatırdı. Dedemizin peşinde hep yaşlı eşi dolaşır, verilen yiyecekleri torbasına doldururdu.
Sığır çobanı, bahardan güze kadar tutulurdu. İneği, danası olan sabah erkenden hayvanını çobanın önüne katar, akşama kadar yayılan hayvan gün batımına yakın köye gelir, çobanın uğraşmasına gerek kalmadan bütün hayvanlar kendi evlerine yönelirdi.
İşler beden gücüyle yapılırdı, zordu, zor zamanlardı ama galiba daha bi mutluyduk. Üleşmeyi biliyorduk, üleşmenin mutluluğunu birlikte yaşıyorduk.
Zeki OĞUZ