DOLAR
39,4414
EURO
45,5458
ALTIN
4.367,23
BIST
9.311,88
Adana Adıyaman Afyon Ağrı Aksaray Amasya Ankara Antalya Ardahan Artvin Aydın Balıkesir Bartın Batman Bayburt Bilecik Bingöl Bitlis Bolu Burdur Bursa Çanakkale Çankırı Çorum Denizli Diyarbakır Düzce Edirne Elazığ Erzincan Erzurum Eskişehir Gaziantep Giresun Gümüşhane Hakkari Hatay Iğdır Isparta İstanbul İzmir K.Maraş Karabük Karaman Kars Kastamonu Kayseri Kırıkkale Kırklareli Kırşehir Kilis Kocaeli Konya Kütahya Malatya Manisa Mardin Mersin Muğla Muş Nevşehir Niğde Ordu Osmaniye Rize Sakarya Samsun Siirt Sinop Sivas Şanlıurfa Şırnak Tekirdağ Tokat Trabzon Tunceli Uşak Van Yalova Yozgat Zonguldak
Mersin
Hafif Yağmurlu
30°C
Mersin
30°C
Hafif Yağmurlu
Pazartesi Parçalı Bulutlu
29°C
Salı Parçalı Bulutlu
29°C
Çarşamba Açık
30°C
Perşembe Açık
31°C

DEDEMİN KÖŞKÜ

24.10.2020
A+
A-

O yaz yine herkes göçünü sarmış yaylanın yolunu tutmuştu. Biz ve iki aile dışında kimse kalmamıştı köyde. En kötüsü de oyun arkadaşlarımın hepsi aileleriyle birlikte çıkmıştı yaylaya. Köy sessiz, sokaklar boş ve son derece sıkıcıydı. Üstelik Eylül’e de çok vardı. Yaylacılar en erken Eylül’de inerlerdi köye.

 Biz göçmezdik yaylaya. Haftalık sulanması gereken nar, limon, portakal bahçeleri bir uçtan bir uca ekilmiş yer fıstığı bahçeleri vardı, onlar düzenli bakım isterdi.

Sessiz sedasısız ilerleyen yaz ve bizim bir türlü bitip tükenmeyen bağ bahçe işlerimiz derken Temmuz ortasına gelmiştik. Annem sanki gelenekmiş gibi yine rutin hale gelen her bahçe sulamasının ardından geysiliğe (eskiden çamaşır yıkanan yer) birinde küllü su diğerinde sıcak su kaynayan iki koca kazan kurmuştu.

Şampuan ve saire bilmezdik biz; küllü suyla yıkardı annem bizi. Saçlarımız yumuşacık ve pırıl pırıl çamaşırlar bembeyaz mis gibi olurdu meşe külünün suyunu görünce.

O gün annem bana bir görev vermişti. Dedem yayladan gelmiş ona öğle yemeği götürecektim. Annem geysilikten eve gelip belime bir çıkın bağladı, içinde ekmek vardı. Elime de iki cingil verdi; dökmeden bunu dedene götür oyalanmadan da geri gel diye tembihledi.

Dedemgilin evinin önüne vardığımda çilli burnumun üstü ve yanlardan iki minik örgüsü olan sarı tiftiğe benzeyen saçlarımın dibi terlemişti. Yani Temmuz o zaman da Temmuz’du. Bunaltıcı sıcağından hala taviz vermiyor sağolsun…

Evin önündeki ayva ağacının dibinde, boynunda tasması ve olanca heybetiyle duran karabaşı gördüm. Karabaş dedemin kadim dostu, can yoldaşı olan  köpeğiydi. Biraz korkarak, karabaşla kısa bir göz temasından sonra tahta merdivenlere yönelip çabuk adımlarla kapıya vardim. Kapıyı defalarca çalmama rağmen içerden dedemin sesi gelmiyordu. Kapının önünde duran heybelere kavun, karpuz doldurulmuş, yanındaki sepette güneş gibi gülümseyen sarı üzümler vardı. Belli ki yaylaya götürecekti bunlari dedem. Başımı çevirdim atı da örklüydü bahçede (örk: Hayvanları bağladıkları toprağa çakılan demir).

Kanatlı kapının demirden ince mandalına bastırdım kapı açıldı. Sağa ve sola kapısı açılan ahşap koridordan tam karşımdaki köşkün kapısına yürüdüm. Köşkün kanatlı kapısı açıktı.

Köşk dediysem aklınıza öyle lüks şatafatlı bir yer gelmesin. Ama benim çocukluğumun alnına değen serin rüzgarların ocağıydı, huzurdu… Mis gibi ayva ve kekik kokan koca bir dünyaydı işte…

Burası evin bir bölümüydü aslında. Taban ve tavan dahil her yeri ahşaptandı ve daha cok yazları kullanılırdı burası. Neden köşk diyorlardı bilmiyorum ama çocuk zihnimde gördüğüm en güzel yerdi burası.

Küçük demir mandallı kanatlı kapısından girince dikdörtgen şeklinde sağ ve sol kısımlar kapalı orta kısım açık, oymalı ahşap sacakları olan bir yerdi. Sağ taraftaki kapalı alanın bir kapısı vardı orası kiler olarak kullanılıyordu. Sol kapalı alanda ise küçük bir pencere, pencerenin önünde halalarımın kaneviçeden işlediği örtüyle kaplı bir kanepe vardı. Dedem o kanapeye uzanmış uyuyordu. Dedem ne kadar da uzundu, sanki 2 metre boyu var gibiydi uyurken…

Seslenip dedemi uyandırdım. Ortaya belimdeki çıkını açıp mutfağa koştum. Bir tabak, tahta bir kaşık ve bakır bir tas bulup sofraya getirdim. Annem böğrülce yemeği pişirmisti onu tabağa koyup diğer cingildeki ayranı da bakır tasa doldurdum. Elini yüzünü yıkayıp sofraya oturan dedem çok yorgun görünuyordu. Uzun beyaz sakalları hala ıslak, kırlaşmış kaşlarının altındaki masmavi gözlerinin feri gitmiş gibiydi. Dede hasta mısın dedim. Yok göküş gızım bahçede uğraştım sıcak geçti herhal dedi. Dedem yemeğini yerken etrafıma bakınıyordum. Duvardaki ay yıldız toprak kabartmasının yanında çifte kırma tüfeği asılıydı. Köşede duran küçük tahta masanın üzerinde ağzı açık duran tütün tabakasında sarılmış sigaraları vardı.

Dede dedim birden, büyüyünce benim de böyle köşküm olur mu dedim. Olur tabi dedi hele sen büyü senin köşkün daha güzel olur dedi. Dede belki benim köşküm olmaz bu köşk benim olsun mu dedim, güldü dedem. Sen büyü göküş gızım oku, akıllı gız ol sana gocaman bi köşk yaptırırım ben dedi. Sevindim. Dede ama tahtaları basınca gıcırdamasın bunun gibi dedim. Dedem bir kahkaha attı; hani burayı istiyordun, şimdiden tahtalarını beğenmez oldun dedi. Suç işlemiş gibi utandım, sustum…

Yemekten sonra dedem akşam serinliğine yola çıkacağını, ön bahçedeki portakalkarın bir kısmının susuz kaldığını, bunu babamla anneme söylememi tembihledi.

Dedem yaylaya ben eve gittim. Yolda; çabuk büyürsem dedem bana köşk yaptıracak ne zaman büyürüm ki diye düşündüm.

Ve yıllar, yollar geçti ömrümden, büyüdüm. Okul bitti evlendim. Büyüdükçe uzaklıktı, okuldu derken çocukluģumdaki kadar sık göremez oldum dedem ve ebemi ve son olarak Hakkari gibi bir gurbet girdi aramıza. Oradayken dedemin ağır hasta olduğu haberini aldım ve çok geçmeden dedemi kaybettik.

Ak sakallı mavi gözlü dedem benim… Yıllar sonra köye gittiģimde köşkün önünden geçtim. Hani karabaşın dibinde durduğu ayva ağacı varya onun dibine bu sefer ben oturdum. İnsan dedim, insan ömrünün şu ağaç kadar hükmü yok…

Dilime kor gibi düşen bir türküyü mırıldandım belli belirsiz, boğazım düğüm düğüm…

Asrı gurbet harap etmiş köyümü

Bübül gitmiş baykuş konmuş gel hele

Ben ağayım ben paşayım diyenler

Kapıları kitlemişler gel hele

Bir ev burda bir ev karşıda kalmış

Hele bakın bizim eve ne olmuş

Ceylanlara su vermeyen pınarın

Taşlarına baykuş konmuş gel hele….

Rahmetle dedem, göküş gızının köşkü bir oğulun gece karası gözleri şimdi…

Gülcan Duru

ETİKETLER:
Yazarın Diğer Yazıları