Yahudilerin para kazanma yaklaşımına ilişkin meşhur bir rivayet vardır: “Biraz para kazanmak istiyorsan ürettiğini sat. Çok para kazanmak istiyorsan al-sat yap. Daha çok para kazanmak istiyorsan almadan sat. Yani önce sat. Sonra al. Demem odur ki bu zincirin en az kazananı bir anlamda kaybedeni üreticilerdir. Ne yazık ki bu yüzyıllardır böyle süre gelmiştir.
Mazot, gübre ve işçilik maliyetleri kıskacında üretim yapmaya çalışan çiftçimiz adeta hayata tutunmaya çalışıyor. Ekiyor, biçiyor ve emek veriyor ama ürünler tarlada kalıyor. Kalmasa bile azımsanmayacak bir kitle karın tokluğuna ayakta kalmaya çalışıyor. Çocuğuna istediğini alamıyor. Sonuç: Gençler köylerden kaçıyor. Çiftçilik yapmak istemiyor. Asgari ücrete şehrin bir köşesinde çalışmaya razılar.
Türkiye’nin her köşesinden yükselen çığlıklara kulak vermemiz lazım. Malatya’da geçen yıl 7.5 TL’ye satılan kavunun bu yıl 3 TL’ye alıcısı yok, çiftçi isyanda. Çanakkale’de başka bir çiftçi bir kamyon kırmızı biberi öfke ve acıyla yola döküyor. Neden? Geçen yıl 15 TL olan biberin fiyatı bu yıl 6 TL. Ürün maliyetinin 15 TL olduğunu söyleyen çiftçimiz “benden bedava aldığınız biberi vatandaşa neden bedava yedir miyorsunuz” diyerek acıyla haykırıyor. Her yıl ülkenin dört bir yanından değişmeyen görüntüler.
Diğer yanda yüksek enflasyonun gölgesinde çocuklarını beslemede zorlanan ve geçimini sağlayamayan kalabalıklar. Bu duruma alışmamamız lazım. Alışırsak bunun sonu açlık olur. Parasızlık, işsizlik ve açlık bireyin ötesinde sosyal ve toplumsal erozyonu getirir. Nitekim bugünlerde her gün üzülerek şahit oluyoruz bu aile ve toplum travmalarına.
Para eden ürünlerimizin haberleri de keyifle verilir çiftçilerin yüzü güldü diye. Ama orada da bir yanılsama var. Neyi farklı yaptık da yüzü güldü? Maliyetleri mi düşürdük? Yeni pazarlara mı açıldık? İhracatı mı artırdık? Yeni üretim modeline mi geçtik? Keşke öyle olsa… Örneğin Mut’ta incir fiyatı çiftçinin yüzünü güldürdü. Neden? Bu yıl yaşanan aşırı sıcaklar incir üretimini etkiledi. Üretim az yani arz düştüğü için yüzü güldü. Bu durum başarı olarak gösterilemez.
Bu noktada stratejik iki önemli güç kaynağı vardır. Birincisi, kamunun düzenleyici ve denetleyici organlarının işlevlerindeki başarısıdır. İkincisi ise kooperatifler. Çok fazla sayıda kooperatiflerimiz var. Ama bu konuda da yeterince donanımlı değiliz.
Mut’ta bir yandan üzüm, incir, ceviz, fıstık derken sıra en güçlü olduğu zeytin hasadına geldi. İlk açıklanan rakamlar ve üreticilerden aldığım tepkiye bakıldığında tatmin edici olmaktan uzak görünüyor. Zaman ne gösterecek hep birlikte bakacağız. Bu tartışmaların gölgesinde bu hafta Mut Zeytin ve Zeytinyağı Festivalini kutlayacağız.
Değer zinciri içerisinde üreticilerin hayatta kalma mücadelesi verdiği ve gelir zinciri içerisinde zaman ve maliyet açısından en büyük emeğe sahip olmakla birlikte gelirden en düşük paya sahip olmasıdır temel problem. Asıl mesele yaratılan gelir eşitsizliğidir. Aynı şeyleri yaparak farklı sonuçlar elde edemeyiz.
Her alanda derinliği kaybettik. Farklı dönemlere denk geldik sanırım. Çalışmak, çaba göstermek örselendi. Her yerde yüzeysellik, nemelazımcılık, sadece günü kurtarma telaşı, her düzeyde cehalet ve sığlık almış başını gidiyor. Kitabı öldürdük. Yaşasın sosyal medya kıvamında yaşamlar. Kültür ve sanat da darbe aldı bu yozlaşmadan. Eğlenme anlayışımız da değişti: İnci Taneleri kıvamında.
Sabahattin Ali’nin dediği gibi: İnsan dünyaya sadece yemek, içmek ve koynuna birini alıp yatmak için gelmiş olamazdı! Daha büyük ve insanca bir sebep lazımdı.
Bir zeytin ağacı olsam keşke
Koşmadan yorulmadan
Dursam köklensem
Derinleşsem alabildiğine
Sessiz sakin bir o kadar da dingin
Arada esen rüzgârlar içimi gıdıklasa
Yeşillensem dört mevsim oniki ay…
Serpil TOMAK