Sertavul yaylasındayım; ünlü Özgürlük Yolu’mda sabah yürüyüşümü yaptım, çocuk parkına gelip spor aygıtlarında yarım saat kadar çalıştım, bir oturağa oturdum, dizlerim güneş ışınlarından yararlansın diye spor giysimin paçalarını dizlerime kadar sıvadım, boyun ve soluk sporu yapıyorum…
Gözlerim kapalı; spora, güneşe, kuş seslerine kaptırmışım kendimi…
Bir yandan da, Özgürlük Yolu’mda yürürken belleğime yapışan sözcükleri, tümceleri, kurguları unutmamaya çalışıyorum…
Bir aracın durma sesi. Gözlerimi açıyorum. Araçtan inenler var; üç kadın, iki çocuk, bir de adam. Sağa sola bakınıyorlar, kendi aralarında konuşuyorlar, sık sık gözlerini benden yana kaydırıyorlar…
Çocuklar koşarak oyuncaklara geldi bile…
Adam kara sakallı, iri yarı, gençle orta yaş arası birisi. Bana doğru geliyor…
“Beyefendi, şu masada kahvaltı edeceğiz biz, ama bizim kadınlar senin çıplak bacaklarından çekiniyorlar, bacaklarını kapatsan!”
Temizle oğlum şimdi pirincin taşını!..
Ya da düz ovada sivri bele!..
Ne yapmalıydım şimdi?..
Hakkın, hukukun, demokrasinin işlemediği, tarikatların cirit attığı günler…
Birden bir cinlik geldi usuma. Telefonu sarılıp, adam duysun diye de sesimi yükseltiyorum:
“Alo gardaş, ben çocuk parkındayım, bir zımbırtı geldi buraya, beş dakika içinde burada ol, hazırlıklı gel ama!”
Bir telefon daha:
“Alo gardaş, bir zımbırtı var yanımda, çocuk parkındayım ben, biraz sonra senin oradan geçecekler, aracın plakası şu, yola çık, geçerken aracın lastiklerini indiriver!”
Adamda bet beniz kalmadı, inanın ki kalmadı. Şaşkın mı şaşkın ve de bin pişman. Kadınlarsa onu çağırıyorlar, yalvarırlar gibi.
“Abi yanlış anlaşıldı!..”
Bacaklarım aynı…