Geçen hafta Mersin’de bir etkinlik vardı. Çağdaş Eğitim Kooperatifleri Çalıştayı yapıldı. Çanakkale, Bursa, İzmir’den gelen katılımcılara, ev sahibi Mersin Çağdaş Eğitim Kooperatifi yönetimi, Yenişehir ve Tarsus belediyeleri ev sahipliği yaptı.
Pazar sabahı Öğretmen evinde kahvaltıda erkenden yapılan kahvaltı sonra güneş doğarken, Mezitli Soli ilk ziyaret yeri oldu. Rehberimiz Arkeolog Nazmi Söylemez binlerce yıllık tarihten günümüze Soli’yi ziyaretçilere anlatıverdi.
“ M.Ö. 2000 yıllarında Hitit, daha sonra ise Pompeipolis olarak M.Ö. 6. y.y. ortalarında roma uygarlıklarına sahne olmuş. O dönemde Kıbrıs, Beyrut’a giden liman kenti. Deniz kıyısında kurulan liman arkasında çeşitli dönemlerde, çeşitli gruplara ev sahipliği yapmış. Kıbrıs, Rodos gibi uygarlıklarının esintileri yer almış. O dönemde limandan kente doğru sütunlu yollar yapılmış. Sütun başlıkları bölgede sık yer alan korint nizamı başlıkları ile taçlandırılmış.
Biz bir de Mersin Kültür ve Turizm Müdürlüğü Arşivine bakarsak :
“M.Ö. 6. yüzyıl ortalarından başlayan ve Büyük İskender’e kadar
süren Anadolu’daki Pers egemenliği Soli için de geçerlidir. Ancak M.Ö. 5. yüzyılda
kentte sikke basılması kentin bir ölçüde özerkliğini koruduğunu
yansıtır. Soli liman kenti, Hellenistik dönemde Seleukos egemenliği
altındayken parlak bir dönem yaşar. Seleukos yönetiminin M.Ö. 1. yüzyılda
zayıflamaya başlamasıyla Soli için de zor günler başlar. Armenia Kralı
Tigranes, kenti yağmalatıp, halkını göçe zorlar. Romalı komutan Pompeius’un
bölgedeki karışıklığa bir son vermek için M.Ö. 67’de yaptığı reformlarla
dağdaki korsanların bir bölümü nüfusu azalan Soli’ye yerleştirilir. Grekçe Soloi
ile başlayan, Latince Soli olarak kullanılan kentin adı, bu olaydan sonra
Pompeipolis (Pompeius’un kenti) olarak değiştirilir. Roma yönetimi ile
birlikte kent yeniden canlılığa kavuşur. Roma imparatoru Hadrianus M.S. 130’da
Anadolu’ya yaptığı gezi sırasında artık Roma’nın bir eyaleti olan Cilicia’ya da
gelir ve Soli’deki liman çalışmalarına parasal destek verir. Soli,
Hıristiyanlık döneminde bir piskoposluk merkezidir. Ancak 525’te büyük bir
depremle zarar görür ve 7. yüzyılda da Arap akınlarıyla karşı karşıya kalır.
Günümüze ulaşmamakla birlikte 19. yüzyılda Soli’ye gelen Avrupalı gezginler,
kentte tiyatro, tapınak, hamam gibi yapıların ve nekropolis’in bulunduğundan
söz ederler. Sütunlu Cadde: Bugün caddede toplam 33 sütun ayaktadır.
Bunlardan 4’ü batı 29’u doğu sütun dizisine aittir. Korinth düzenindeki sütun
başlıklarından bazıları figürlüdür. Ayrıca bazı sütunların üzerindeki
yazıtlardan, caddeye bakan konsollarının Roma imparator ya da üst düzey
yöneticilerinin büstlerini taşıdığı anlaşılmaktadır. Soli Höyük: Höyük
yaklaşık 22 metre yüksekliğinde ve 300 metre çapındadır. Tepe üzerinde yapılan
yüzey araştırmalarında Erken Demir Dönemi’nden, Roma Dönemi’ne kadar tarihlenen
keramik parçaları bulunmuştur. Antik Liman: Kalıntılarının bir bölümü
bugün de görülebilen liman, birbirinden 200 m. aralıklarla düzenlenmiş iki
dalgakırandan oluşmaktadır. Bunlardan batıdaki daha iyi korunmuştur. Büyük
kalker blokların, demir perçinlerle tutturulduklarını gösteren izler halen
görülebilmektedir. Batıdaki dalgakıranın batısı kum yığıntısı ile dolmuştur.
Yapılan ölçümlere göre korunmuş olan uzunluğu 160 m., eni ise 23m. dir. Yapı
malzemesi olarak kullanılan kalker taşların yaklaşık olarak uzunluğu 160 cm.,
eni 60 cm. ve derinliği 60 cm.’dir. Doğudaki dalgakıranın çok azı kaldığı için
ancak 40 m. kadarı ölçülebilmiştir. Antik döneme ait liman kalıntısı gözle
görülebilen ender ören yerlerinden birisidir. Çünkü bu bölgedeki limanlar daha
çok doğal konumları itibarı ile kullanılmışlardır. “
Alan sit alanı olarak belirlendiği için etrafı narenciye bahçesi olarak korunmuş. Ama yeni kazılar ile daha ötelere giden tarihe ışık tutacak kalıntıların olduğu sanılmakta. Bu konuda kazı için kaynak bulunursa, Mersin Üniversitesi Arkeoloji Bölümü hazır beklemekte. Şu anda Silifke Uzuncaburç, Olba gibi yererde aynı döneme ait kazılar devam etmekte.
Tarsus’ta ilk durağımız Hz. Daniyel’in türbesi oldu. Yaklaşık 2000 yıllık geçmişi olan bu türbe Hz. Ömer zamanında 7. Y.y. cami olarak geliştirilmiş. O dönemde altından sular akarken, şimdilerde büyük kısmı yer altında kalmış. Selçuklu döneminde Medrese yanından geçerek Saint Paul Kilisesi Müzesi’ne uğradık. Tarsus’ta Hıristiyanlığın yasak olduğu dönemde bir varsıl çocuğu olan Saint Paul burada İsa’nın havarisi olarak Hıristiyanlığı yaymış. Saint Paul Kuyusu başta olmak üzere bir çok yapı Hıristiyanlığın haç yerlerinde yer almıştır.
Hemen yanında yer alan Selçuklu /Ramazanoğulları dönemine ait medrese, cami o dönemin sanatını sergiliyor. Bitişiğinde yer alan Kırk Bedesten Çarşısı hala işlevini yerine getiriyor. Meyan içeceği, Şahmeran’ı ile ziyaretçilerin uslarında bir anı kalıyor.
Şahmeran öyküsü dile geliyor. :
Şahmeran Efsanesi,
Tarsus ve çevresinde yaşayan insanın, yaşadığı çağın kültürel değerleriyle zaman, zaman değiştirdiği , süslediği ve gelecek
kuşaklara aktardığı söylencelerin kuşkusuz en uzun ömürlü olanıdır. Bu efsane
iki bin yıl önce zamanımızda anlatıldığı gibi anlatılmıyordu. Ana konu
değişmemiş bile olsa, zamanımızda bazı isimler değiştirilerek anlatılmaktadır.
efsanede Şahmeran ile tanışan insanın kişiliği değişiktir. Kişilikle birlikte
isim de değişmektedir. Şahmeran’la tanışan ilk insanın ismi bazı kaynaklarda
Belkıya olarak geçerken, bazı kaynaklarda bu isim Camsab olarak değişmektedir.
Kimi kaynaklarda ise Şahmeran’la İlk buluşan kişinin Lokman olduğu
anlatılmaktadır.
Roma dönemi hamamları kalıntıları surlar yer alıyor, Tarsus ta Makam diye bilinen bölgede hala hamamlar çalışıyor. Septilli ( Altından Geçme ) çarşısı elden geçirilmiş hala manavlar orada hizmet veriyor.
Yaya olarak, Tarsus tarihi konaklarına gidiyoruz. Evler hala ayakta. Elden geçirilmiş. Kimisi kafe, lokanta, ya da ev olarak ayakta kalmayı başarmış. Saat meydanında elden geçirme işlemi devam ediyor.
Evlerin bitiminde Sent Paul kuyusuna gidiyoruz. Görevli yaklaşık 20 metreden kova ile su çekiyor. Ölümsüzlük suyundan içiyoruz. Bu kuyu Hıristiyanlar için çok kutsal bir yer olmaya devam ediyor.
Belediye binası yapmak için ; temel kazılarında çıkan tarihi yol ortaya çıkmış. Kazı yarım kalmış. Ama tel örgülerin arkasında tarih bize bakıyor. Adliye binası sanki konuk gibi, adliye taşınmış. Bel ki orası da kazı alanına girecek. Kentin bir başka yerinde kazılar yapılmıştı. Aylarca yapılan kazıları gizli tutulmuştu. Kazılar bitti. Ama ne çıktığını bilemiyoruz. Yani Tarsus müzesinde yer almıyor. Alırsa göreceğiz.
Öğle yemeği Tarsus şelalesi üstünde veriliyor. Şelaleden akan suların sesinde öğle yemeği, hafif soğumaya başlayan son bahar gününde çaylar içimizi ısıtıyor.
Oradan Esabil Keyfe gidiyoruz. Binlerce yıl önce geçen bir söylence 7 asır uyuyan insanlar , uyanınca kente iniyor. Paraları ile bir şeyler alacak , ama paraları geçmiyor. Elindeki paralar , çok eski bir uygarlığa ait olduğu görülüyor.
Bu konuda Kutsal Kitap ta iki yorum var. Libya yorumunda : yedi uyurlar diye bir vaka var. Sakın inanmayın, masaldır. “
Türkiye de ki yorum ise; Esabil Keyf uyurları , onlar bizim içinde kutsaldır. Her hacca giden ziyaret etmeli.
Hacca gidenler, yöre halkı buraya gitmeye devam ediyor. Ziyaret edip, kurbanlar kesiyorlar. Dua ediyorlar. Dilek diliyorlar.
Son ziyaret yerimiz son yıllar turizme açılan Taş Mağara. Merdivenlerden iniyorsunuz. Sarkıt , dikitler ortaya çıkmış. Asırlara meydan okumuş. Hala güzelliği ile ortada. Dolana, dolana geziyorsun. Gezi bitince bir ferahlık hissediyorsun.
Sabahleyin güneş doğarken Soli de başlayan gezimiz ikindi güneş batımında Esabil Keyf’ te Taş Kuyu Mağarasında son buluyor. Konuklar Çanakkale, İzmir , Bursa ya doğru yola çıkıyorlar.