Çumra ovasında işlerin yoğunlaştığı aydır mayıs. Dipten sararmaya başlayan ekinler sulanacak, pancar tarlaları çapalanacaktır. Bunlar insan gücü gerektirir. Pancar çapası az insanla yapılacak bir iş değildir. Çok emek ister ve çok insanın çalışması gerekir. Bu yüzden ovanın birçok yerinde tarım işçilerinin oluşturduğu kamplar kurulur. İşçiler kurdukları bu ilkel kamplarda barınır, buralardan çalışacakları tarlalara dağılırlar. Yazın kavurucu sıcağına, ovanın tozuna, çamuruna aldırmadan on, on iki saat çapa sallarlar. Çoğunlukla Çukurova’dan, Urfa’dan gelirler. Yapabildikleri tek iş tarım işçiliğidir ve ömürleri hep gurbette geçer.
Cumartesi günü eğitimci ve fotoğraf sanatçısı arkadaşım Mustafa Karaçelebi ile Çumra’dan Konya’ya dönerken gördük çapa yapanları. Yanlarına vardık bir kolay gelsin, demek için. Çavuşları Mehmet Ali Şinay ile tanıştık. Tarım emekçilerinin olmazsa olmazı çavuş. İşi o buluyor, tarla sahibi ile pazarlığı o yapıyor. İş bitince tarla sahibinden hak ettiklerini o alarak dağıtıyor çalışanlara.
Kadın erkek 25 kişi çalışıyorlardı. Toplamda 140 kişilermiş, bir kısmı İçeri Çumra’daki kampta, bir kısmı da başka tarlalarda çalışıyorlarmış. Bir dokun bin ah işit, dedikleri gibi çok zor bir yaşamları var. Kaldıkları kampta su, elektrik yokmuş. Banyo, tuvalet ilkel usullerde yapılıyormuş.
22 senedir Çumra ovasına geliyormuş M. Ali. Eşi Hasret yemek hazırlıyordu çalışanlara, kızı Gülcan okuyamamış, çapa sallıyordu az ötemizde, daha 12 yaşındaymış. İşe sabah beşte başlıyor akşamın sekizine kadar çalışıyorlarmış. İşi kabala aldıkları ve yevmiyeyi yüksek tutabilmek için buna mecburlarmış. İş olmadığı günler de hesaba katılırsa 50/60 lirayı geçmiyormuş yevmiyeleri.
En büyük şikayetleri ise Suriyelilerden. İşi bilmedikleri halde ücretleri kırıp onları ekmeklerinden ediyorlarmış.
Suyu, elektriği bedava istemiyor M. Ali. Yetkililer bu imkanları bize sağlasın, aylık masrafı neyse verelim, diyor.
Kaşınhanında ki kampta tanıştığımız çavuş Ömer Dinek’te Suriyelilerden yakınıyordu. Devletin gözünde Suriyeliler kadar değerimiz yok, bizler de bu ülkenin insanlarıyız, diyordu.
Eşi Emine yeni doğum yapmış, çocuk mışıl mışıl uyuyordu beşikte. Çalışırken onu da götürüyorlarmış tarlaya. Kurdukları çelkenin gölgesinde uyuyormuş çocuk. Bir kızımız olsun, diye çocuk istemişler ama o da erkek doğmuş.
Birinci ayda çıkmışlar Urfa’dan, Çukurovada karpuz tarlalarında çalışmışlar, yeni gelmişler Çumra ovasına. Ancak 11. Ayda dönebilirlermiş geriye.
Plastik çadırların arasında okul çağında çocuklar oynaşıyorlardı. Göçer yörüklerde olduğu gibi tarım işçilerinin en büyük sorunlarından biri çocukların eğitimi, birkaç önceden alıyorlar okuldan, bu yüzden okuma oranı hayli düşük.
Devlet bize sahip çıksın, diyorlar ama pek de umutlu değiller çünkü ne bir muhtar ne bir kaymakam uğramamış kamplarına. Ovanın tozunun, gökyüzünün kızgın ateşinin merhametine sığınmışlar.
Zeki OĞUZ