Ben sıradan bir Ahmet, sense Ahmet Bey. Bugün seninle yer değiştirelim mi? Ne dersin? Ben sen olayım, sen ben. Ben Ahmet Bey, sen Ahmet…
Ben bahçe işçisiyim. Erik, kayısı, zeytin toplamaya giderim. Götüren olmazsa boş kalırım. Hiçbir sigortam yok. İki göz bir aralık evimin dışında yoklarım çok. Bankada bir kuruş param yok, arabam yok, tatilim yok, ikiden fazla ayakkabım ve ceketim yok, yok oğlu yok…
Fazla değil, bir gün. Sen akşama kadar kayısı topla; daldan dala, merdivenden merdivene, bütün yorgunluğunla bir de 25 kiloluk kasaları taşı, günlüğünü bir ay sonra al, aldığın günlük beş karpuz bile etmesin, eve gelince o terle, o kokuyla, o yorgunlukla banyo bile yapma, ala şafakta uyan, dışarıda korna sesi, yutarcasına iki dilim ekmek, bir bardak çay…
Ben de tatile gideyim…
Sen bir gömlekle bir hafta, bir pantolonla bir ay dolaş, benim elbise dolabımda otuz gömlek, on takım elbise, on ayakkabım olsun…
Gel bir geceliğine evlerimizi değiştirelim…
Ne dersin, değiştirelim mi?..
+
Beni çalışmıyor mu sanıyorsunuz siz? Yiyip yiyip yatan, tembel tembel dolanan, uyuz uyuz uyuyan birisi miyim ben? He mi, öyle miyim?..
Çalışana Allah verirmiş! Yutturuyorsunuz. Çalışana Allah verseydi, dünyanın en varsılı eşekler olurdu, sonra ben, sonra bütün çalışanlar. Hani ya? Kandırmaca!
Gel bakalım benim nasıl çalıştığımı bir gör. Gecem belli değil gündüzüm belli değil, bak ellerimin içine, bak yüzüme, çalışmayan birisinin böyle mi olur eli, yüzü? Kazmayı, küreği, beli, eşeği, öküzü, sabanı benim kadar kimse bilmez. Eşek denilince ne anlarsınız siz? Belki de beni. Doğru, zaman zaman ben de kendimi anlıyorum.
Anam da babam da böyleydi benim, hatta ebem de dedem de.
Yoksulmuşum, çalışmıyormuşum da ondanmış!.. Görmüyorsunuz, bilmiyorsunuz değil de, işinize gelmiyor, işinize… Tıkır tıkır işlesin diye saltanatınız…
+
Dört çocuğum var, beşinci çocuğum da bahçem. Hiç abartmıyorum bunu.
Şöyle bir düşünüyorum da, Çocuklarıma büyük emek harcadım; doğurdum, baktım, büyüttüm, evlendirdim… Benim için hepsi daha çocuk. Ama bu bahçe daha başka bir şey. Burası daha bir çocuk, her gün çocuk. Ben onu yaşatıyorum, o beni. Oradan aldığım beş on kuruşu söylemiyorum. O değil konu.
Bahçe dediysem öyle dönüm dönüm değil benimkisi. Elli yüz kök domates, elli yüz kök salatalık. Sebze yani, bizim buralarda avar da denilir.
Nasıl anlatayım bu aşkı şimdi ben size. O toprak kokusu, o bin bir çeşit çiçek kokusu, o fideler, bebeklerim, onların çiçeklenişi, milim milim onların sebzeye dönüşü, umut, o domates yapraklarının kokusu, salatalığın ucundaki sapsarı çiçek, ilk salatalık, ilk domates…
Vazgeçilmez bir emekle doyumsuz bir şey yaratıyorsunuz; her yerinde, her saniyesinde siz varsınız, içinize işlemiş her şey, bir gün gitmeseniz ya o ölür ya siz, büyük bir enerji, büyük bir umut yükleniyorsunuz, doyumsuzluk oluyor yorulmanız.
Çocuklarımı birkaç ay görmediğim oluyor ama içimdeler, ya bahçem, bir gün gitmesem olmaz, her an içindeyim, içimde…