Her gurbet dönüşünde Sertavul Yaylasından Mut’a doğru yol alırken ilk virajdan sonra, büyük haşmetiyle karşımda duran Mağras dağı gözüme çarpar. Mut çukuruna hakim duruşuyla bütün mutlular tarafından görülebilen bir dağdır. Onunla ilgili bir çok hikayeler anlatırlar. Onun dostluğunu cömertliğini her Mutlu bilir. Onunla ilgili bir hikayesi bir anısı olmayan yok gibidir. Hele ona yakın köylerde yaşayan insanların yaşamları onunla iç içedir. Bu dağın Mut’la özdeşleştiğini, Mut insanına benzediğini hep anlatırlar.
Uzun yorucu yolculuktan sonra Toroslardan aşağı inmeye başladığımız da memleketimize yaklaşmış olmamızın müjdecisiydi o sanki. Onu ilk gördüğümüzde gözlerimiz parlar, yorgunluğumuz bir anda yok oluverirdi. Hatta çok zaman arabamı yol kenarında durdurarak ona uzaktan seyreder, fotoğrafını çekerdim. Eşim bu merakımdan dolayı bana “senin dağ” diye takılırdı. Bu söz nedense hep hoşuma gitmiştir.
Uzanıp giden dağ silsilelerinden, dik duran farklı yapısıyla tüm etrafına hâkim, sanki buralar benden sorulur dercesine bir hava estirir. Son yıllarda her gelişimde biraz daha yalnız biraz daha mahzun görürdüm. Eski değerinden bir şeyler mi kaybediyordu, o mahzun duruşunun sebebi neydi? Onu böyle görünce içim burkulur, yüreğim yanardı…
Ama yine de o heybetli dağ, rahmetli babamın sağlığında konuştuğu Mağras’dı. Ben o zaman çocuktum, hayal meyal hatırlıyorum. Babam oduna mı gidecek veya çifte mi gidecek önce evimizin önünden bütün haşmetiyle gözüken Mağras dağına bakar; bu gün hava bozacak der ne iş yapacaksa o gün ertelerdi. Babama bakar masalımsı biraz da efsanevi dağ ile nasıl anlaştığını hep merak ederdim. İnsanlar bu koca dağa bakarak yarın havanın nasıl olacağını nasıl bilebilirlerdi ki? Bu soruları kendi kendime sorarak büyüdüm.
Sonraları anladım ki; Eskiden radyo gibi iletişim araçlarının olmamasından, aksakallılar kültürü hâkimdi. Tecrübeli aksakallı köylüler Mağras dağına bakarak havanın nasıl olacağını tahmin ederlerdi. Bir yönleri hep o tarafa dönük olurdu. Zamanla radyo gibi iletişim araçlarının yaygınlaşmasından sonra bu hava tahmin olayı unutuldu gitti. Mağras dağı da bu işe yarayan özelliğini kaybetmiş oldu. Oysa bizim yüreğimizde o hala eski Mağrasdı.
“Bir dağ ne kadar yüce olsa bir kenarı yol olur” derler ya, bu Mağras o kadar cömert ki dört tarafından yol vermiş insanlar rahat geçebilsinler diye. Onun en sadık arkadaşları çobanlardır. Kendilerini en çok Mağras dağında hür ve özgür hissederler. Kendilerince o yörelerde anlatılan birçok hikayeleri vardır. Hele birisi vardır ki onu hala bir çok kişi bilir. Hani şu “… Mağras ta geçen olayın Mut’taki hâkimi dinlemiyor olması”… hikâyesi var ya, Mut’ta bilmeyen yok gibidir.
Meyve veren her ağacın, verimli toprakların, Mağras dağına çok şey borçlu olduğunu her Mut’lu bilir.Üzerinde eriyen karları ve yağmur sularını Göksu’ya doğru salıverir. Göksu’nun bazen şımardığını coştuğunu Mağras’a bağlarlar. O yüzden her mevsim farklı akar Göksu; bazen coşar bulanır taşarcasına, bazen da uslanır sesi soluğu çıkmaz sessizce akar durur.Ama temizliğinden de bir şey kaybetmez. Mut’ta kaysının bu kadar erken ve güzel olmasının bir sebebi de havasına, Mağras tarafından esen poyrazına bağlarlar. Poyrazı bir ejderhanın ağzından üflenir gibidir. Üflemesini biraz durduruverse Mut sıcaktan kavrulur, yanar.
Mağras’tan esen poyraz hiç eksik olmaz. Islık çalar, sanki bir şeyler anlatır. Siz bıksanız da o anlatır durur. En son mecbur dinlersiniz. Eteklerinde gezmiş suyundan içmiş gölgesinde yatmış Nure Sufi’yi anlatır. Karaman oğlu Mehmet beyi anlatır, Karacaoğlan’ı Müftü Nadir Beyi anlatır, Yörük Beylerini, sevdalı Yörük gençlerini anlatır. Yolunu şaşırmışlara, evinden, yuvasından uzakta kalmışlara kimsesizlere gariplere inancını, fikrini sormadan nasıl bağrına bastığını anlatır… Rengârenk kır çiçekleriyle ne kadar misafirperver olduğunu, çok sevdiği çobanların sürülerine mis kokulu otlar ikram ettiğini anlatır.
O dört tarafı gözetleyen bir asker duruşuyla etrafı kolaçan eder… Bozdoğan, gök tepe dağlarına ağabeylik yaparak onlara yoldaşlık eder. İhanetle, vefasızlıkla hiç işi olmamıştır. Her devlete başkaldıran eşkıya, hain, kızınca dağa çıkarlarmış ya; Mağras koynunda hiç eşkıya, hain barındırmamış. O onurlu heybetli duruşunu hiç bozmamış. Mut insanıyla arasında gizliden gizliye bir sevda oluşmuş. Onun için hakkında haince ağıtla, şiirler, destanlar yazılmamış, söylenmemiş. O Mutluları, Mutlular onu saymışlar, sevmişler.
O yüzden derler ya Mut’un insanı Mağras dağına benzer; başı hep dik, yüreği engindir. İhanetle işi olmaz. Yiyeceği ekmeği olmasa da onurundan bir şey kaybetmez. Çünkü o Mağras dağını örnek almış, onun havasını solumuş onun suyundan içmiş. Zaman gelmiş kıtlık çekmiş, zaman gelmiş adını bile hiç duymadığı diyarlara körpe oğulcuğunu savaşa göndermiş, zaman gelmiş Kuva-i Milliye’sini kurup vatanı kurtarmaya en önde giderek asaletinden cesaretinden hiçbir şey kaybetmemişler.
Mağras; gidip de dönemeyen vatanı için şehit olan Koçyiğitlere kınalı kuzulara esen rüzgârlarla, üzerinden uçan turnalarla selam göndermeyi de hiç ihmal etmemiş.
Ben bu Mağras dağını hep sevdim. Hep vermiş; ot vermiş, türlü türlü çiçek vermiş arılar bal yapsın diye, zaman gelmiş zemheride beyaz çarşafına bürünüp uyumuş, zaman gelmiş hasretinden midir nedir ağlamış göz pınarlarında su akıtmış gelen geçen içsin diye. Zaman gelmiş neye sinirlendiği bilinmese de poyrazını estirmiş durmuş.
Mağras; dik durmayı sende gördüm sabırlı olmayı sende gördüm paylaşmayı dostluğu, sevgiyi, sevmeyi sende gördüm. Biliyorum sen hainleri koynunda hiç barındırmadın ondandır hainleri sevmediğim… Ondandır hep yüreğimde sevgi beslediğim, dik duruşum.
İlk yağmur bulutları senden doğar sonra bereket yağmurları olur etrafı sular ya, bu yüzden her bereketli toprağı, her yeşili gördüğümde sen gelirsin aklıma. Senin hikâyelerini dinledim hikâyelerini anlattım. Seninle o kadar içli dışlı oldum ki, eşimin tabiriyle “Benim dağım oldun”.
Evimin duvarında seninle çekilmiş resmime bakıp gurbette hasret giderdim. Ayaz gecelerde seni hayal ettim. Her kara bulutları gördüğümde sen düştün aklıma. Her poyraz esişinde senin öfkeli halini hatırladım. Güneşlenmeye çıkmış başının, bulutsuz halini görürüm baharda…
Buradaki dağlar sana benzemiyor inan. Vakurlu, heybetli halin var ya buradaki dağlarda yok. Sana geleceğim günleri dört gözle bekliyorum. Hani babamla konuşurdunuz ya o dille yine konuşuruz. Geçenlerde senden müjdeli bir haber aldım. Üzerinde bir hareketlilik varmış. Rüzgâr ile çalışacak enerji santraller kurulacakmış. Adına da “rüzgârgülleri” denecekmiş. Zararsız enerji üretecekmiş. İnsanlar haberleşsin diye antenler dikilmiş üstüne. Senden de bu beklenirdi zaten… Dik duran başın, sevgi dolu yüreğinle Mut’un güzel insanlarına yine hizmet vermeye devam ediyorsun.
Vefandan, dürüstlüğünden, asaletinden, sevginden, yüceliğinden şüphe etmediğim bir sen kaldın. Havandan solumayı, çiçeklerinden koklamayı, suyundan içmeyi ve seninle olmayı çok özledim Mağras, çok özledim…