“Yaz günü, ala şafakta bir otobüse bindim, Adana’ya gidiyorum. Otobüs çok kalabalık, koltuğum 38 numara, arka sayılır…
Sabahın erken saati olsa da içerisi sıcak, en az 40 kişinin soluğu, soğutucu çalışmıyor, terliyorum…
Ama kimsede çıt yok! Yoksa boğulan, terleyen bir ben miyim?..
En gerilerdeyim ya, sürücü yardımcısı da gelmiyor, Silifke’deki molada ancak söyleyebildim sürücüye:
“Kaptan, soğutucu çalışmıyor mu? Yamyaş ter oldum ben.”
“Çalışıyor hanımefendi, öndekiler de “üşüdük” diyorlar!”
“Öyleyse soğutucunuz bozuk.”
Diyeceğim, söylemem işe yaradı ki, Silifke’den sonra terlemez oldum.
Neyse, Adana’da işimi bitirdim, geri döneceğim. Bu kez de başka bir şirketten bilet aldım. Bu kez de ortalardayım. İçeride 20 kişi varız. Kalkış saati 15 dakika gecikti. Kimsede yine çıt yok. İndim kapının önüne, 2. Kaptan bekliyor:
“Daha kalkmıyor muyuz kaptan, 15 dakika geçtiniz?”
“Hemen kalkacağız.”
Bunun soğutucusu da sorunlu. 2. Kaptana söyledim. Yukarıdaki hava püskürme düğmeleriyle oynadı. İstediğim gibi olmadı, iki sıra öndeki koltuklar boştu, oraya geçtim ben de.
“Kaptan, bu aracın soğutucusu çalışmıyor, yalnızca hava püskürtüyor!”
“Olur mu hanımefendi, gelin bakın, yel esiyor burada!”
Bir yolcudan cansız bir ses: “Sanki çalışmıyor gibi…”
Biraz sonra, düşük ayarda da olsa serinlik başladı…
Yeniden eski yerime geçtim…
2. kaptan yanımdan geçiyor:
“Bak kaptan, izliyorum, sürücü tam 13 dakikadır telefonla konuşuyor, büyük yanlış bu, gidin söyleyin!”
Gitti söyledi. Birkaç saniye sonra telefonu bıraktı sürücü, arkaya doğru da şöyle bir göz gezdirdi.
Beşçatal’a geldik, otobüs durdu. Kaptanların ikisi de indi. Yolcu inecek ya da binecek sanıyorum ben de. Beş dakika geçti yoklar, on dakika geçiyor neredeyse. Kimse de yine çıt yok. Pencereden baktım, bir araç durmuş, o aracın önünde bir iki kişiyle konuşuyorlar. Kapıya yöneldim ama kapı kapalı.
Az sonra geldiler:
“Yahu kaptan, tam 11 dakika bu kadar yolcuyu nasıl bekletiyorsunuz?”
Ha bir beni destekleyen olsa!..
“Her şeye karışıyor, bu nasıl kadın!..” Eminim böyle düşünenler bile vardır. Ama ben böyle birisiyim işte. Bir haksızlık, bir yanlışlık mı var, duramıyorum. Tepkiyi göstermeden önce içim nasıl kaynıyorsa, rahatsızsa, tepkiden sonra da o kadar rahatlıyorum. Belki de insan olma sorumluluğum bu. Bilmiyorum…”