NİHAT MUSTUL: Mutlusunuz, Ankara Valiliği ve YÖK üyeliği yaptınız. Sizinle ilgili bilgilerim bu kadar. Durmuş Yalçın kimdir? Kendinizi Çıtlık okurlarına tanıtır mısınız?
DURMUŞ YALÇIN: Şahsınızda hemşerilerimle sohbet etmek olanağını bana verdiğiniz için öncelikle size teşekkür etmek istiyorum. Evet Mutluyum. Burada bir anımı anlatarak konuya girmeliyim: Ankara Valisi iken beni tanımayan konuklar gelmişti: anarşiden herkes bezgindi, nasıl önleneceğini konuşurken ben iyimser bir tablo çizmiştim. Bu arada birisi nereli olduğumu sorunca, “Mutluyum” yanıtım üzerine, sözümün soru üzerine verildiğini bir anda kavrayamamışlar, ‘bu zamanda da mutlu olunur mu?’ düşüncesiyle bana tuhaf tuhaf bakmışlardı. Ben de gülerek “evet Mutluyum” demiş ve doğum yerimin Mut olduğunu ifade etmiştim, hepimiz birden gülmüştük.
Mut’un Yıldız köyünde 1928 yılında okuma-yazma bilmeyen bir ailenin çocuğu olarak dünyaya gelmişim. Babam Ahmet Onbaşı veya Kabakçı Ahmet diye bilinirdi. Anam-babam cahil olmalarına karşın bilge kişilerdi; tarihin ve doğanın verdiği bir kültürle yoğrulmuşlardı. Kendilerine sevgim, saygım ve minnettarlığım sonsuzdur. İlkokulun ilk üç sınıfını köyde, son iki sınıfını Mut’ta, ortaokulu Silifke’de, liseyi Balıkesir’de okudum. 1950 Siyasal Bilgiler fakültesi mezunuyum, Hiç sınıfta kalmadım, bazen İftiharla geçtim, İlkokuldan itibaren Kaymakam olmak isledim. Siyasal Bilgiler ve Ankara Hukuk Fakültesinin parasız yatılı sınavlarını kazandım, bazı danışmalardan sonra esas arzuma uygun olarak Mülkiye’yi tercih ettim, sonra Hukuk fark derslerini de vererek hukuk mezunu da oldum.
NİHAT MUSTUL: Peki başka nerelerde görev yaptınız?
DURMUŞ YALÇIN: Siyasal Bilgiler Fakültesinden mezun olduktan sonra Ankara ve Kocaeli (İzmit) maiyet memurluklarında (kaymakam adaylığı) bulunduktan ve askerlik görevini yerine getirdikten sonra 1954 yılı başında Mazıdağı’nda kaymakamlığa haşladım. Kamu hizmetinden başka bir şey düşünmeksizin idealistçe çalıştım. iki senem büyük mücadeleyle geçti. Mazıdağı’ndan ayrılmayı istemediğim halde Valiliğin önerisi üzerine hayati tehlike gerekçesi ile Halfeti’ye naklolundum. Talebim üzerine bir sene sonra Elazığ Emniyet Müdürlüğüne atandım. 1957 seçimlerini Elazığ’da muhalefet kazanınca iktidar mensupları sorumlu olarak emniyet teşkilatını ve beni gördüler, çalışmalarıma da bir şey diyemediklerinden daha önemli, daha büyük bir il’e, Zonguldak Emniyet Müdürlüğüne atandım. 27 Mayıs’tan sonra Ankara Trafik Müdürlüğünde beş ay çalıştıktan sonra Mülkiye Müfettişliğine isteğime uygun olarak atandım. Yaptığım görevlerdeki çalışmalarımı anlatacak olsam sanırım sayfalarınız yetersiz kalır. Anlatmayınca da kişiliğim hakkında Çıtlık okuyucuları değerlendirme yapmak olanağını bulamazlar. Uygun görürseniz sadece bir olayı anlatmak isterim: 27 Mayıs’tan sonra polis aleyhinde oluşan olumsuz hava nedeni ile polis görev yapmakta zorlanıyordu. Bir gün bir trafik polisi geldi, çok değerli bir insan olan General İçişleri Bakanının eşinin kullandığı aracın ‘park yapılmaz’ yere park ettiği için Şoföre ceza yazdığını, boynu bükük bir şekilde anlattı. Polise “işine devam et” demekten başka bir şey demedim. Biraz sonra aracın şoförü geldi, kendisinin de polis olduğunu belirterek affedilmesini istedi. “Polis olduğun için hiç affedilmen mümkün değildir” diyerek isteğini reddettim. Daha sonra meslek büyüğüm Özel Kalem Müdürü geldi, çeşitli nedenler ileri sürerek hu sevdadan vazgeçmemi istedi, saygılı ifadelerle, “o zaman burada müdürlük yapamam” dedim. Sonra İçişleri Bakanı da olan ve beni Özlük İşleri Genel Müdürlüğüne atayan yakın dost olduğum meslek büyüğüm müteessir bir şekilde ayrıldı. Ertesi gün tekrar geldi, uzunca sayılacak konuşmalardan sonra “Durmuş. Hanımefendi ben kimsenin ekmeği ile oynamak istemem’ diyor, sen bilirsin” deyince, “ağabey kuştan korkan darı ekmez” dedim ve konu kapandı. Yıllar sonra bunu anlatarak gülerdik.
1960 yılının sonunda Mülkiye Müfettişliğine başladım. Altı aylık staj süresini bitirmeden, üç ay soma soruşturma ile görevli olarak İstanbul’a gittim. Çok sevdiğim ve saydığım insanlar hakkında hiçbir el ki alımda kalmadan bir buçuk sene soruşturma yaptım, Yassıada’da yalmakta bulunan valim de buna dâhildi. Sonra bilgi ve görgümü arttırmak maksadı ile çocuklarımı kız kardeşimin yanına (rahmetli öğretmen Hüseyin Savlara) bırakarak eşimle beraber Fransa’ya gittik. Dönüşte teftiş kuruluna verilen görevlerin hepsinde çalıştım. (Teftişte, soruşturmada, kanun çalışmalarında, İçişleri Bakanlığının yeniden düzenlenmesi çalışmalarında…) Bakanlık Özel Kalem Müdürü oldum. 1970 Mayıs ayında Ağrı Valisi oldum. 12 Mart’ın arkasından önce müfettişliğe sonra Merkez Valiliğine atandım. Nihat Erim Hükümeti zamanında İçişleri Bakanlığı tarafından hazırlanan kanun tasarı taslaklarının çoğunda komisyon başkan veya üyesi olarak çalıştım. Bu arada Cumhuriyetimizin kuruluşunun 50. yıldönümü elkinliklerini Devlet Bakanlığında bakan adına yönettim. Merkez Valisi iken takdirname alan belki tek Vali benim. Merkez Valisi iken bağımsız başbakanın başkanlığında kurulan hükümet zamanında İçişleri Bakanlığı Özlük İşleri Genel Müdürlüğüne atandım. Buradan atandığını Ankara Valiliğinde iki yıl çalıştım. Sonra Merkez Valisi ve müteakiben 1979 yılı sonunda Bakanlık Müsteşarı oldum. 12 Eylül 1980 günü saat 09 da bir binbaşı beni göreve davet etti. Koltuğuma oturduktan biraz sonra bir albay, belediye başkanlıklarının mülki amirlerce yürütülmesi hakkındaki bir yazıyı imzalamam için getirdi. Yazıda teknik hatalar ve eksiklikler vardı. (Belediye sayısı mülki amir sayısından çok olduğundan fazla belediyelerin başkanlığını kimin yapacağı ve atanmasını hangi makamın yapacağı gösterilmemişti) Albaya bunu söyledim, “ben bir şey bilmiyorum, bana verilen emir budur” cevabını alınca “gidiniz, bu kâğıdı verene sorunuz, ona göre imzalayalım” dedim. On dakika sonra Albay “yaptığınız hizmetlere teşekkür ediyorlar” diyerek görevimin noktalandığını bildirdi. Milli Güvenlik Konseyinin Resmi Gazetede yayımlanan ilk kararı benim Merkez Valiliğine atandığıma dairdir. İstila ve emekliye ayrılma yasaklanmış olduğundan bu hakkın verildiği tarihe kadar bekledim ve Mayıs 1981 de emeklilik dilekçemi vererek çok sevdiğim mesleğime veda eltim.
Bir inşaat şirketinin genel müdürlüğünü yapmak üzere Libya’ya gittim ve bir buçuk sene genel müdür olarak Libya’da kaldım. Bu esnada özel sektörün psikolojisini, işçi-işveren ilişkisini, Libya makamları ile çalışmanın özelliklerini öğrendim. Şirket çok karlı bir durumda iken istihkaklarımızı almakta zorlanınca hâletiruhiyem (ruhsal durumum) daha fazla Libya’da kalmama olanak bırakmadı.
Libya’dan dönünce, 1984 Mart’ında Yükseköğretim Kuruluna (YÖK) atandım. 17 sene Yükseköğretim Kurulu üyesi olarak görev yaptım. Mut ve çevresindeki Meslek Yüksekokulları bu zamanda kuruldu. Kırgızistan’da Kırgızistan-Türkiye Manas Üniversitesinin kuruluş çalışmalarını YÖK namına yürüttüm ve beş sene Mütevelli Heyet üyesi ve Başkan Yardımcısı olarak görev yaptım. Türk Cumhuriyetlerinden ve akraba topluluklarından gelen öğrencilerin üniversitelerimizde okumaları için gerekli çalışmaların başında bulundum. Söylemeye gerek yok sanıyorum, Türkiye’deki üniversitelerin -vakıf üniversiteleri dahil-kuruluşlarında arkadaşlarımla beraber etkin görev üstlendim. 12 sene Atatürk Araştırma Merkezi Bilim
Kurulu üyeliğinde bulundum; Türkiye Cumhuriyeti Tarihinin Yazım Komisyonu Başkanlığını yaptım. 20 sene Anıtkabir Derneğinin Başkan Vekilliğini, kısa bir süre başkanlığını yürüttüm.
NİHAT MUSTUL: Çocukluğunuz hep köyde mi geçti, o yıllardan neler kaldı aklınızda, çocukluk arkadaşlarınız kimlerdi?
DURMUŞ YALÇIN: Eğitim ve öğretim yılı sonunda köye dönünce okulda giydiğim elbiseleri çıkarır, babamların çalıştığı yere gider, ellerini öper, çok kısa hal hatır sorduktan sonra işe koyulurdum. Zamanına göre öküz güttüm, ekin derdim, deste çektim. düven sürdüm, gücümün yettiği oranda harman attım, eşeklerle buğday, saman taşıdım (saman taşırken samanlığın içine girip saman dağıtmanın, insan kılığından çıkmış bir şekilde, terin, tozun ve samanın bütün vücudu sardığı, nefes alınanın bile çok zor olduğu, ağzımızın, burnumuzun, gözlerimizin tozla kaplanarak acayip bir hal aldığımız zamanları, bu işe bir çare bulmak gerektiğini düşündüğümü hiç unutmam), odun ettim, pamuk, küncü (susam) suladım… Kısaca köyde yapılan her işe katkı yapmaya çalıştım. Bu nedenle Mut’a çok az gelirdim: gelince de Halkevine gidip Ulus gazetesi okur, sonra alış veriş yapar, birkaç arkadaşımı teşehhüt miktarı (çok kısa) görür ve köye dönerdim. Babam gazete alıp okumamın anlamını kavramaz bana kızardı. Kahveye gitmezdim; Kavağın dibinde serinlemek benim için lükstü. Kahve kültürüm hiç yoktur.
İlkokulun dört ve beşinci sınıflarını Mut’ta okuduğumdan çocuk yaşımda iken bana yardım eden iyi insanları hayatım boyunca hep saygıyla, sevgiyle, büyük minnet duygusu içerisinde anmışımdır. Hepsinden bahsetmek sanırım söyleşi sınırlarını aşar. Kısaca Encam lakaplı Mehmet Küçüktürk (Mehmet Emmi), ailesinin bütün bireylerini, eşi değerli teyzem, oğlu Ali Emmi, kızları Sultan Teyze, damatları İbrahim Emmi, Kayserili Rıza Emmi ve eşi Ganimet Teyzeyi anmadan geçemeyeceğim. Hiçbirinin bana karşı kaşlarının çatıklığını görmedim. Beni çok etkileyen bir olayı burada anlatırsam Mutluların ne kadar ivi insanlar olduğunu göstermiş olacağım: Cumartesi pazar günleri köye gitmeyi çok arzu ederdim, ama yaya gitmekten başka bir yol yoktu. Çantamı sırtıma alır yola koyulurdum. Bir gün postacı Kılıç Ali atla posta dağılmak için köylere çıkınca beni gördü. Kim olduğumu, nereye gittiğimi, kimin oğlu olduğumu sordu ve beni atın terkisine aldı. Beni köyümüze yakın bir yere bırakmak için yolunu uzattı, beni bıraktıktan sonra geri döndü. Daha sonraları bu durum yinelendi. Uzun süre Mut’a geldiğimde görüştük, öldüğünü duyunca çok üzülmüştüm.
Çocukluk arkadaşlarımı anmak bana heyecan veriyor, uzun süre görüşemediğimizden ve de gençliği çok gerilerde bıraktığımızdan bazılarını unutmuş olursam beni affedeceklerini umarım. Dr. Ali Rıza Alper, Şükrü Baymul, Karamanlı Ethem, Asım Özin, Hüseyin Çakır, Akkulak Mustafa, Sıtkı Soylu, Tayyar ve Sıtkı, Hakkı ve Nuri ile Şerafettin Karaman, Celal ve Şevket Kılıç, Bahri Ünver, Dr. Ziya Özel, Gravgalı Sunullah, Yapıntılı Özcan ve Lütfi, Kasap Musa, tabii köyümüzdeki bütün akranlarım aklıma ilk gelenler.
NİHAT MUSTUL: Mut’u özlüyor musunuz, gidip geliyor musunuz, gidince neler yapıyorsunuz?
DURMUŞ YALÇIN: Mut’u ve köyümüzü çok sevdiğimi söylersem mübalağa (abartı) yapmış olmam. Dünyada pek çok yer gördüm ama Mut ve bizim köy kadar doğal manzarası güzel yerin çok az olduğunu söyleyebilirim. Senede en az iki defa Mut’a gelirim; vaktimin çoğunu köyde geçiririm, ana ve babamın, diğer aile büyüklerinin mezarını ziyaret eder, babadan kalan tarlalara yaptırdığım bahçeleri gezer, gördüğüm eksikliklerin yapılması talimatını verir, köylülerimizle hasret giderir, Mut’taki akraba ve dostları görür, daha sonra Ankara’ya dönerim. Bu arada Kaymakamlığı, Belediyeyi ve köyün okulunu mutlaka ziyaret ederim.
NİHAT MUSTUL: Mut deyince elbette batırık. Bunu Yaşat Manav’a da sormuştum. Batırığı seviyor musunuz, en son ne zaman içtiniz?
DURMUŞ YALÇIN: Batırığı ailece çok severiz. Fakat eşim yapmasını öğrenemediğinden akrabalara gittiğimizde mutlaka batırık yapılır ve içeriz. Bundan yaklaşık bir ay önce Amerika Birleşik Devletlerinden kızım ve damadım, Almanya’dan torunum, 80 yaşımı bitirmiş olduğumdan dolayı geldiklerinde yeğenlerim batırık yapmışlardı ve hep beraber zevkle içmiştik. Arabaşıyı da severiz ama artık onu sağlık nedeni ile içemiyoruz.
NİHAT MUSTUL: Eşinizin görevi neydi, nerede, nasıl tanıştınız, anımsıyor musunuz?
DURMUŞ YALÇIN: Eşim ev kadını. Kısa bir süre bir inşaat şirketinin Ankara temsilciliğini yaptı. Maiyet memuru iken evlenmiştik. Hayatımda unutmadığım anılar eşimle tanıştığımız zamanlarla ilgilidir. Kısaca eşimi seçerek, beğenerek ve severek evlendim. Hayatım boyunca en büyük destekçim eşim olmuştur.
NİHAT MUSTUL: Ankara’yı yönetmek nasıl bir duygu? Kaç yıl sürdü bu göreviniz?
DURMUŞ YALÇIN: Ankara Valiliğine atandıktan sonra Sayın Başbakan Demirel’i Güniz Sokakta ziyarete ve emirlerini almaya gitmiştim. O zaman Sayın Demirel, “Ankara Valilisi ülkemizin en önemli onuncu makamıdır” ağırlığı öteki tüm vilayetlerin ağırlığına denktir” denir. Ankara Valiliği zevk alma yeri değil sorumluluk yüklenme yeridir. İsmet Paşa dermiş ki “Kızılay’a hâkim olan bütün Türkiye’ye hâkim olur.” Hükümetin kararlarının uygulanmasında taşranın gözü kulağı Ankara’dadır. Devleti yönetenlerin de gözü Ankara Valisinin üzerindedir. Çeşitli vesilelerle her gün karşılaşılmaktadır. İki sene yirmi gün Ankara Valisi olarak görev yaptım. Bu süre içerisinde ailemi çok ihmal ettim, çocuklarımı günlerce göremezdim, geldiğim zaman uyumuş oluyorlardı ve sevgilerini mektupla ifade ediyorlardı. Atatürk’ün oturduğu makamda oturup onun hakkını vermemek olamazdı.
NİHAT MUSTUL: YÖK’teki göreviniz ne kadar sürdü?
DURMUŞ YALÇIN: Yükseköğretim Kurulu üyeliğim 16 sene 10 ay sürdü. Burada ki çalışmalarımız kurul halinde olduğu için bireysel gayretler görülmez, daima başkanın adı geçer.
NİHAT MUSTUL: Geriye dönüp baktığınızda, “Şunları da yapsaydım ya da yapmasaydım” dedikleriniz var mı hiç?
DURMUŞ YALÇIN: Bu sorunuza klasik bir cevap vermeyeceğim. Bir yöneticinin meşgul olduğu işleri kabaca ikiye ayırmak mümkündür. Birinci kategoriye giren işler rutindir, herkes aynı şeyi ve aynı şekilde yapar, bunlar çalışmaların belki % 99’u dur. İkinci kategorideki işlerde yöneticinin kişiliği, deneyimi, bilgisi, cesareti, yöneticilik nitelikleri kendini gösterir. Bu ikinci kategorideki işler karşıma çıktığında her yönü ile olayı değerlendirir kararımı verirdim. O zamanki şartlara göre verilmiş bir karardı bu. Aradan zaman geçip daha deneyimli, daha bilgili olunca evvelce verdiğim kararı eleştirebiliyorum. Düşüncemi bir örnekle açıklamak isterim: Elazığ’da emniyet müdürü iken, akşamüzeri defterdarla ana yolda geziyorduk. Birden iki el silah ses duydum. O tarafa koşmaya başladım. Fabrikatör Hüseyin Dinç’in kanlar içinde yattığını ve başında insanların toplandığını gördüm. Kimin yaptığını sordum Fırıncı Yusuf vurmuş. ‘Şu tarafa kaçıyor’ cevabını alınca yaralıyı hastaneye kaldırmalarını söyleyerek tarif edilen tarafa koştum. Benden yaşlı bir adam kaçmaya uğraşıyor, çocuklar da onu kovalıyorlardı. Çocuklar durdurduktan sonra ben adamı takibe başladım. Bir eve girdi, ben de girdim. Öteki kapıdan çıktığını ev sahibesi bana bildirince aramızdaki mesafe iyice kısaldı. Küçük bir alanda adamı kıstırdım. Silahını bana çevirince bütün gücümle “Ben Emniyet Müdürüyüm at silahını” diye bağırdım, o da silahını yere boşalttı ve bana uzattı. Oradan geçen bir cipe binerek sanığı karakola teslim ettim. Ertesi gün Vali Muavini “sen delimisin, adam ya akıl hastası ise ne yapardın?” diyere beni uyardı. Sonradan adli tıp raporunda adamın ak melekelerinin yerinde olmadığı ifade ediliyordu. Daha sonra bu olay aklıma geldikçe bütün vücudum titremeye başlardı. Deneyim sahibi olduktan sonra aynı yaklaşımı göstermeyeceğimi söyleyebilirim. Genel olarak şunu yapmasa idim yahut şunu da yapsaydım değil de, şu şekilde yapsam daha iyi olur demişimdir. Zira görevimi yaparken dört başı mamur düşünürdüm.
NİHAT MUSTUL: Bir gününüz nasıl geçiyor, okuyucularımıza anlatır mısınız?
DURMUŞ YALÇIN: Sabah 7.30 civarında kalkar çayın suyunu ısıtır, ilk ilaçlarımı alır, ilaçla kahvaltı arasında geçmesi gereken yarım saat içerisinde tıraş olur, odaları havalandırır ve giyinerek kahvaltıya inerim. Kahvaltıyı müteakip iki gazete ve evin ihtiyaçlarım bakkaldan alır, bilgisayarda yazacak yazım yoksa gazeteleri okur, haftada 3-4 gün saat 11 ‘de spor yapmak için Fitness’e eşimle birlikte gider, iki buçuk saat spor yapar (bantta yürüme, bisiklete binme, aletli jimnastik ve yüzme), öğleden sonraları varsa konferanslara, panellere katılır, haberleri dinledikten sonra gazetelerde okunacak yer kalmışsa oraları veya okumakta bulunduğum kitabı okurum. Nadiren dizi ve film seyrederim. Fırsat buldukça sinema, tiyatro ve konserlere giderim. Sosyal ilişkilerimi sürdürmek için de ne lazımsa yaparım.
NİHAT MUSTUL: Kültür sanatla aranız nasıl?
DURMUŞ YALÇIN: Ülkemizin genel kültür düzeyi göz önüne alındığında kültür ve sanatla yakın ilişki içinde bulunduğum düşünülebilir ama kültür konularında maalesef pasif izleyiciyim. Aktif olarak kültür etkinliklerine katılamıyorum. Lise yıllarında şiir yazmayı denedim ama daha ileri gidemedim. Güzel sanatlarla ilgim roman ve hikâye okuma dışında izleme seviyesinden ileri geçmedi.
NİHAT MUSTUL: Nasıl bir Türkiye özlüyorsunuz? Böyle bir Türkiye yakın mı uzak mı?
DURMUŞ YALÇIN: Bu sorunun yanıtı çok geniş. Kısaca ifade etmek gerekirse aklın ve bilimin egemen olduğu, bilimsel düşünme yöntemlerinin benimsendiği, kaderciliğin terk edildiği, her alanda ileri batı ülkeleri düzeyinde ve onlarla yarışan bir Türkiye özlüyorum. Bu konuda karamsar olduğumu saklayamayacağım.
NİHAT MUSTUL: Okuduğunuz, sevdiğiniz, etkilendiğiniz birkaç tane yazar/şair adı söyler misiniz?
DURMUŞ YALÇIN: Klasik Fransız ve Rus romancılarını hayranlıkla okurum. İlk aklıma gelenler: Gustave Flaubert, Andre Gide, Andre Malraux, Jean Paul Sartre, Tolstoy, Dostoyevski, Maksim Gorki, Boris Pasternak, Mihail Şolohov. Yerli olarak Yaşar Kemal, Kemal Tahir, Necati Cumalı. Biz Yahya Kemal Beyatlı’yı okuyarak büyüdük. Nazım Hikmet’i de severek okurum.
NİHAT MUSTUL: Sağlık durumunuz nasıl gidiyor?
DURMUŞ YALÇIN: Fıtık, prostat ve iki kez bay-pas ameliyatı oldum. Yüksek tansiyon, şeker, guatrdan sıkıntılıyım. Bununla beraber hayatımı kaliteli geçirmek gayreti içerisindeyim; kendimi iyi hissediyorum.
NİHAT MUSTUL: Mutluluk nedir sizce?
DURMUŞ YALÇIN: “Mut’lu olmaktır. İnsanın kendini mutlu hissetmesidir.
NİHAT MUSTUL: Peki Çıtlık’ı nasıl buluyorsunuz; eleştirileriniz, önerileriniz?..
DURMUŞ YALÇIN: “Çıtlık” beni çocukluğumun geçtiği, kişiliğimin oluştuğu çok sevdiğim diyarların havası ile büyülemekte, nostaljik duygularımı depreştirmektedir. Küçük bir grup Mutlunun bir araya gelerek kültürel hayatımıza katkı yapmalarını çok olumlu bulmaktayım. Acaba öğrencilerin de dergiden yararlanması, kamuoyuna çıkmaları sağlanamaz mı?
Bu vesile ile bütün hemşerilerime ve “Çıtlık” okurlarına sevgiler ve saygılar sunarım. Tüm çalışanları tebrik eder başarılarınızın devamını dilerim.
NİHAT MUSTUL: Sizi birazcık yorduk. Çıtlık adına çok teşekkür ediyorum size. Kendinize iyi bakın. Daha nice Çıtlıklar okuyun!..
Not: Bu söyleşi MUT ÇITLIK KÜLTÜR VE SANAT DERGİSİ adına Nihat MUSTUL tarafından yapılmıştır. (2009 yılı)