“Ustam bize kendini tanıtır mısın? “
“Semerci Şahin Usta. Aslında başında Mehmet’i de var, ama Mehmet Usta deyince kimse bilmez beni. Semerci Şahin denildi mi Gülnar’a kadar herkes tanır. Meydan Mahallesinde oturuyorum. 67 yaşındayım. Soyadım da İnce. Yeter mi?”
“Çok teşekkür ediyorum. Peki ne zaman başladın bu işe, kaç yıl oldu, nasıl bir iş bu ?”
“1967’de okula başladım. Okulun yarısını ya bitirdim ya bitirmedim, 1948’de de ağamın yanında bu işe girdim. Ağam da semerciydi. Semerci Necip denirdi. 12 yıla yakın yanında çalıştım. Sonra askere gidip geldim. Gelince ağamla ortak olduk. 1959’da da kendi dükkânımı açtım. Arkasından dükkânı kapatıp, gezici semerciliğe başladım, 25 yıl köy köy dolaştım. Gün geldi, köylere gidip gelmekten bıktım. Yeniden dükkân açtım. 13 yıldır da bu dükkândayım.”
“O günkü durumlarla şimdiki durumları karşılaştırır mısın bize?”
“Ohooo! Eskiden işler çok güzeldi. Her ustanın yanında 3-4 çırak, kalfa çalışırdı. O zamanlar ustalara saygı gösterilirdi, ustalık değerliydi, ustaların eline ağzına bakılırdı, başköşeye oturtulurdu. Ustalar da usta gibi davranırdı. Bana birçok insan, ‘Usta bana bir semer yapıver’ derdi. Ama ben her zaman, ‘senin eşeğe bir semer yapıvereyim’ derdim. Yine o günlerde esnaflar içinde bir kaynaşma, bir dayanışma vardı. Çok zaman öğle yemeklerini komşu esnaflarla ortak yerdik. Fırında tepsi yaptırırdık. Çay da daha güzeldi, sohbet de. Şimdi böyle mi? İnsanlığımızı hep birlikte öldürdük.”
“Bizim nüfusumuzun büyük bir bölümü köylü, peki semercilik neden bu duruma geldi? “
“Neden olacak, arabadan, sanayiden… Memlekette araba çoğaldı. Şu Mut’ta bile adamdan çok araba yok mu? Ata, eşeğe gerek kalmadı. Eskiden her kapıda bir eşek ya da bir at olurdu. Hem eşeği hem atı olanlar bile vardı. Şimdiyse her kapıda bir araba var. Yaaa? Gatır zaten bitti. Bir iki Hacıahmetli Köyünde, birkaç da Şansa Köyünde kaldı. Kısrak yine öyle. Mut’ta 20’ye yakın at arabası vardı eskiden, şimdi kala kala iki tane kaldı. Buradan biç. Çapa motoru dediğimiz bu tak tak var ya, eşeği tüketen esas o oldu. Eşek yok, at yok, katır yok, semer kime olacak o zaman?
Köylü bitti bir de gardaşım, köylü bitti. Benim bildiğim, köylü adamın kapısında eşek olurdu. Köylü olmanın birinci koşulu buydu. Eşeksiz insana köylü denmezdi. Şimdi maydanozu, yumurtayı şehirden götürüyor köylü.
Böyle bir devir yaşıyoruz işte. Daha (işte) nal kutusu, üç yıl oldu alalı. Bir soran olur diye almıştım. Öyle duruyor daha. Hayvanı olanlar nal bile çakmaz oldular hayvanlarına. Oysa ayakkabı bu. Aynı insan gibi. Eskiden biz hayvanlara ne biçim bakardık!… Öff. Kendimiz 75 havay (yaklaşık bir tenekelik buğday, arpa ölçüsü) yerdik, bir hayvana 105 havay yedirirdik. Yaaa!..”
“Peki kaç çeşit semer var Usta ? “
“İki çeşit semer var. Birisi topak semer, birisi uzun semer. Biz daha çok topak semerler yaparız. Bular eşek ve kısraklar için, uzun semerler de katırlar için. Aralarında ki farkı sorarsan, uzun semer ata gelmez. Çünkü boyuna kadar uzar ya, at narin hayvan, boynunu acıtır. Oysa katır dayanıklı. Ona bişey olmaz. Ama uzun semer hiç devrilmez bak; yüklediğin yük, bindirdiğin çocuk istediğin yere kadar varır. Topak semerse dönebilir. Bu kadar.”
“Hangi ağaçlardan semer yapıyorsunuz?”
“Dere kavağı, söğüt, çınar, elma, kayısı, karaağaç, dut, meşe… Semerin ağaç kısmına kasa ya da kalıp denilir. Bunları biz dağdan, bağdan/bahçeden getiririz. Ya da satın alırız. Ama kimisinin gözüne batıyor. Oysa ağacı kökünden kesmiyoruz ki, dalını kesiyoruz. Bir anlamda budama bizim yaptığımız. Hızarda da bunları taklattırıyoruz.( ikiye, üçe ayırtma)
“Peki bir semer için neler gerekli, takım taklavatanız nelerdir? “
“Ağaç, semer otu, deri, telhis, keçe, ip. Bir semer için bunlar gerekir. Semer otu Afyon’dan geliyor, deri de Maraş’tan. Eskiden deri Ermenek’ten, Bozkır’dan gelirdi ya… Keçeyi bizim buranın kimi köylüleri yapıyor.
Takımımıza gelince; makas, eyi demir, yan demir, çatal demir, boğaz demiri, çuvaldız, matkap, bıçkı, törpü, mıhlama, kerpeten…”
“Yoldan geçen iki çocuk çağırsak, şu duvarda asılı olanların adlarını bilirler mi acaba?”
“Eskidendi o. Gençler bile bilemez şimdi. Bak bunlar döş kolanları, bunlar da arka kolanları. Kendim yapıyorum bunları.”
“Doğal değil mi peki bilememek ? “
“Kullanmazsa, görmezse kimse bilemez tabi. Ama belli yerlerde gösterilmeli, sergilenmeli. Kültür bu, güzellik… Unutmamalıyız. Bunları önemsemediğimiz için işte, bizim olmayan, bize uymayan şeyleri öğreniyor çocuklarımız.”
“İyi bir semer nasıl olur, semerin incelikleri nelerdir?”
“Valla semerin derdi çok. Bol toz yutturuyor bize. 12 yıl emek verip öyle usta oldum ben. ‘Semer değil mi’ diyor kimisi, kolay sayıyor bu işi. Usta olan birisinin yaptığı semeri semerden anlayan herkes bilir. ‘Bu semer filan ustanın’ der hemen. İlk başta ağaç kuru olacak, kalıp düzgün olacak. Kalıp birazcık yantiri (eğri) oldu mu, semer de yantiri olur.
Ağacın cinsi de önemli. Semer eğri olursa hayvanı vurur. Buna semer sürtmesi, semer vurması, semer yalaması denilir.”
“Şu anda bir eşek semeri kaç lira acaba?”
“Valla, 125’e veriyorum ben. 25-30 lira ancak kalıyor bana. İki, iki buçuk gün emek harcıyorum.”
“Peki bir eşek semeri kaç kilo gelir? “
“Ağacına bağlı bu. 15-20 arasında değişir. En hafifleri söğüt ve kavaktan olanlardır.”
“Kaç semerci var şu anda Mut’ta ? “
“Kala kala iki kişi kaldık. Biz de ne kadar sürdürürüz bilmiyorum. Ben işe başladığımda 15 kadar semerci vardı. Aklıma hemen geliverenler; Semerci Ahmet, Semerci Topal Hacı, Semerci Necip, İrfan Usta, Semerci Cacık Hacı, Saztelli, Asım Usta, Semerci Mehmet…”
“Başka bir meslek öğrenseydim dediğin oldu mu hiç?”
“Demedim valla. Çünkü çok geçerli bir meslekti eskiden. Yalnız köyleri düşünsek bile, ev sayısı kadar eşek vardı, eşek sayısı kadar semer gerekirdi.”
“Daha kaç yıl dayanabilirsin? Belki de bu mesleğin son temsilcisinden birisisin.”
“Bir yandan iş yok arkadaş, bir yandan da ben yaşlandım, gücüm yetmez oldu artık. Yeni yetişen bir tane bile genç yok. İstanbul’dan süs semeri için öneri geldi, ama az para veriyorlar, anlaşamadık. Kapatsam ne yapacağım, bir de o var. Bilemiyorum gayrı.”
“Sağol Usta, son temsilciliğin uzun olsun!”
Nihat MUSTUL / Mut Çıtlık Kültür Sanat Dergisi – 2008