NİHAT MUSTUL: Ali
Abi merhaba! Mut Çıtlık Dergisini tanıyorsun artık, çıktığı zaman sana da
getiriyorum. Biliyorsun ki her sayımızda bir Mutluyla söyleşi yapıyoruz. İşte
bu sayının söyleşisini de seninle yapmak istiyorum. Önce kendini tanıtır mısın
okurlarımıza, Ali Demirdağ kimdir?
ALİ DEMİRDAĞ: Ben Ali Damirdağ, ya
da Demirci Ali. Mut’ta doğdum, Mut’ta büyüdüm, Mut’ta yaşıyorum. Babama Demirci
Mehmet derlerdi. Doğum tarihim 1931. Ama okula gitmek için yaşım biraz
küçültüldü. Babam demirciydi, üç yaşındaymış Ermenek’ten Mut’a geldiklerinde.
Kökümüz Orta Asya’dan gelmiş. Demir dağları eritilmiş ya, işte soyadımız
oralardan gelme. İlk Ermenek’e yerleşmişiz. Babamın dedesi Osmanlı zamanında
Şam’a vali atanmış. O zamanlar valiye ’emir’ denilirmiş. Bu yüzden de babamın
dedesine Emir Ali denmiş.
NİHAT MUSTUL: Çocukluğun, gençliğin,
arkadaşların, evliliğin, çocukların?..
ALİ DEMİRDAĞ: Çocukluğum Doğancı
Mahallesinde geçti. Beş erkek kardeştik biz. Yanımızda üç tane de işçi
çalışırdı. Onlarla da kardeş gibiydik. Çocukluk deyince, annemin babası dedem
vardı, onun bir sözünü hiç unutmuyorum. Yaşamının son yıllarıydı, “Sen kuş
avlıyor musun?” dedi bir gün bana. “Avlıyorum” dedim.
“Yapma oğlum!” “Neden?” “Şurada bir kuş vurdun, güzel,
etli butlu, ama çalının tepesinde de dört yavrusu var, aç acına bağrışarak
ölecekler. Bunlar insan gibi birbirine yardımcı olamazlar.” En büyükleri
bendim, benim küçüğüm Mustafa, Onun küçüğü Hüsamettin, Onun küçüğü Hasan, en
küçüğümüz Mehmet, Mersin’de şimdi.
1940’da Cumhuriyet Okuluna başladım. Tek okul var o zaman zaten. Rahmi Ok baş
öğretmenimizdi. Huriye Tanyeri sınıf öğretmenimizdi. Çok iriydim ben. İşte bu
yüzden yaşım küçültüldü. Okul zamanım geçmiş. Dört beş yaş küçülttük yaşımı.
Gerçi herkes iriydi o zaman. Dördüncü sınıfta iki kız arkadaşımız evlendi gitti
bile. Yine de en irileri bendim. Bu yüzden sınıf başkanı yaparlardı beni.
Yılmaz Manav, Yaşat Manav, Av. Hasan Dinçer, Dötyollu Selami okul
arkadaşlarımdı. Hepsiyle çok iyi anlaşırdım. Hiç unutmuyorum, 505 öğrenci vardı
okulumuzda.
Ortaokul yok Mut’ta. Babam demirci, soyadım Demirdağ, babamın yanında işe başladım.
Dükkânımız İç Çarşı’daydı. O zaman şimdiki gibi kömür yoktu. Kestel Dağından
kömür yakar getirirdik, kaçak. Ardıç ve katran kömürü. Meşe kömürü olmaz bizde,
patlar. En altına kalın kütükleri, üstüne de incelerini yığar, alevlenip
yanınca da üstüne toprak serperdik. Soğuyunca çuvallara doldurur, eşeğe yükler
getirirdik. Yanımda da Şavkı Tarsus olurdu.
Saban demiri, balta, nacak, bel, çapa, orak, tahra, her şeyi yapardık. Körük
vardı. Saban da yapardık. Kilit de yapardım ben, becerikliydim. Kalenin o koca
kilidini ben yaptım. Sonra Manav Ali Amcaya da kilit yaptım. Mehmet Ali Bey’e
de yaptım böyle iri bir kilit. Sonra nalbantlık yaptım. Zordu kilit yapmak, bir
iki günümü alırdı. İçinin deliğini delmek için matkap yoktu. Silifke’den 45
liraya matkap alıp gelmiştim. Kasalı kilit denirdi bunlara. Demirciyiz zaten,
sanatımız bu, nal yapmak da var işin içinde. Atların ayak ölçülerini alır, ona
göre de nal yapardık. Nalbantlığı Taş Han’ın içinde yaptık.
Bir yandan da büyüyorum tabi, kocaman herif oldum sanki.
Cuma günü Mut’un pazarı ya, Perşembe akşamından köylüler gelirdi. Araba nerde,
atla gelirlerdi. Akşam da ahıra bağlardık beş altı atı, Cuma günü de nallanacak
olanları nallardık. Evimizin içi bir iki değil, tümden yatak olurdu o akşam.
Ama sabah olanı sorma! Evin içi tüm bit olurdu. Bitin en büyük düşmanı da küllü
suydu. Bir kazan küllü suyu olurdu anamın, bütün çarşafları küllü suya
batırırdı. Bit dönemi…
Evlenmeme gelince, askere gitmeden evlendirdiler beni, amcamın kızıyla. Amcamı
hiç görmedim. Bulgurculuk yaparmış Silifke’de. Kazayla ölmüş. Kızın adı da
Dürüye. 50’de evlendik. 51 sonlarında bir oğlum oldu, askere gitmeden. Daha
sonra da dört kızımız oldu. Kızların hepsi öğretmen. Birisi Kastamonu’da,
birisi Silifke’de, birisi burada, birisi de Mersin’de. Oğlan şoför, Anamur’da.
Hanım çok iyi bir insandı. Biraz rahatsızdı tabi. Hasta bir komşusu vardı,
çorba yapıp götürmüş ona. Gelirken kalbi duruvermiş!..
Sonra yeniden evlendim. Hacıahmetli’den şimdiki hanım. Bundan da dört çocuk
oldu. Bir de besleme kızım var. On çocuk diyorum ben hepsine. Besleme bir
yoksul çocuğu, “Yav bunu bana verin, bakarım ben buna” dedim.
“Al senin olsun” dediler. Aldım geldim. Üç yaşında filandı. Büyüdü,
okudu, evlendirdim. İki çocuğu var, onların da dedesiyim.
NİHAT MUSTUL: Arkasından da
tamircilik galiba. Bu nasıl başladı? O dönemde başka kimler vardı tamircilik
yapan?
ALİ DEMİRDAĞ: Evet. Rahmetli Şoför
Sadık benim ustamdı. Ondan çok şey öğrendim. İlgim de vardı bu işe. Bu işleri
anlayan başka kimse yoktu zaten. Sadık Ağa bir traktör aldı. Mirahor’da yer
sürer, beni de götürdü gitti. Orada epeyce şey öğrendim. Askere gitmeden de bir
Ford bir taksi aldım. 55 liraydı galiba. Motorunu söküp değirmen motoru yaptım.
Rahmetli Boncuk Kamil’e dedim ki, “Kamil Ağa, sen bir değirmen bul getir,
bende motor var, mahallelerde bulgur öğütelim.” Aramız iyi. Gitti getirdi
o da. At arabasına yükleyip, mahalle mahalle bulgur öğüttük onunla.
Derken askere gittim. Buradaki öğrendiklerimin büyük yararı oldu. Vardık.
Bujisi çıkmış bir arabayı çalıştıran yok. İş bana düşüyor. Demirciyim ya,
demirhaneyi teslim ettiler bana. Gelibolu, Bolayır, Cehennem Deresi.
Askerlerimizin kırıldığı yer. Ama bana göre Cennet Deresi. Yemyeşil, bizim Mut
gibi şarıl şarıl su akar. Yıl 1952 tabi. Gerilla Eğitim Birliği. Komando
eğitimi gördüm ben. Demirhane birliğe biraz uzaktı. Uyuz salgını başladı. Ben
tabura gitmedim hiç, bana bulaşmadı. Bir gün bir baktım, bir araba itip
gelirler, başında da bir albay var. Bizim alay komutanıymış o da.
“Hayırdır Komutanım!” dedim. “Ne var!” dedi bana.
“Bozuksa bakabilirim ben.” “Anlar mısın?” “Biraz
anlarım.” Meğer bobin kablosu çıkmış. Çalıştırınca, adımı soyadımı aldı
benim. İki gün sonra da beni alaya götürdüler. Bir bozuk araba daha gelmiş, yapan
yok. Albay beni çağırttı. O arabayı da yaptım. Bu sefer de İstanbul’a
götürdüler beni. Şoför Eğitim Birliği vardı, Metris’te, oraya. Orada üçer aylık
iki dönem şoförleri eğittim. Sonra beni ana tamir fabrikasına aldılar. Ustabaşı
oldum orada. Orada bir albayım vardı. Sonra paşa olmuş. Yılın birinde buradan
geçerken beni buldu.
Askerden gelince işler yine devam etti. O zamanlar esnaflık iyiydi, insanlar
birbirine güvenirdi. Saygı sevgi vardı, ustalık vardı. Lokantacılara paça
ütüverirdim. Temiz üterdim paçayı. Benden de para almazlardı. Demiri babam
Karaman’dan, Konya’dan getirirdi. Aklımda kalan bir demirci daha vardı o zaman,
Kemal ve Ayhan Çekiç’in babaları.
Bir gün nal yapacağız, harman zamanı, nalın en iyi satılacağı dönem. Babam sacı
getirdi. Üç ton sacı nal yaptık. Başımıza ne geldi? At vebası oldu, atların
büyük bir bölümü öldü, bizim nallar da boşta kaldı. Nal deyip de geçme, evvela
saç kesilir, delikleri delinir, işi çok. Günde 50 nal yapardım ben. Nal çivisi
de yapardık. Hazırı da gelirdi ama pek bulunmazdı. Babam getirince bitiverirdi,
bakakalırdık. O zaman da kendimiz yapardık. İşte bunun üzerine demircilik işini
bıraktım. Aklıma ne geldi, çok çivi de yaptım ben. Zaman Menderes zamanı. Bir
söylenti var, “Ben İsmet Paşa’nın çektirdiği tellerle köylümü
konuşturmam” demiş Menderes. Köylere döşenen teller toplandı, karakolun
önüne yığıldı. Ben de gidip o tellerden satın aldım. Geceleri sabaha kadar o
telleri çivi yaptım. Piyasada çivi yok, kaçak çivi yapmak yasak, bildirirlerse
gidersin gümbürtüye. Yaptığım çivilerin bir kilosunu ho çalının dibine, bir
kilosunu ho çalının dibine saklıyorum. Sabahleyin bir marangoz çıkagelir, çivi
ister. Mut’ta yeterli çivi yok, ne yapayım, alırım parasını, “Git filan
çalının dibinde” derim. Alır gider. Böyle… Yok dünyası.
Bir el arabası bulup ciğerciliğe başladım. Şiş yapıp satıyorum çarşının içinde.
O zaman sekiz davar kesilir. Yedisinin ciğerini bana verirler. İşim iyi, ciğer
olsa daha satılacak, öğle olmadan bitiverir. Sonra bunu bir arkadaşa devrettim.
Hata bir ara birisi babama demiş ki, “Sen kocaman Demirci Mehmet’sin,
oğlun sokakta ciğer satıyor, ayıp olmaz mı?” Babam da demiş ki,
“Benim ona vereceğim 100 liradan onun kendi kazandığı 1 lira daha
değerlidir.” Yahu babamın parası var diye ben yatıp aşağı mı gidecektim!?
Sonra şoförlüğe başladım. Bir araba aldım. Şoför Sadık’ın yanında biraz
çalıştım ya, sonra askerde öğrendiklerim, demin söylemedim, askerdeyken,
İzmir’e, Manisa’ya, hatta Ağrı’ya, Doğubayazıt’a araba tamir etmeye gittim.
Mut’ta tamirci başka kimse yoktu. Adana’dan, Ceyhan’dan, Osmaniye’den,
Silifke’den tamir için bana gelirlerdi. Gün verirdim adamlara, değilse
yetişmezdi. Sen ayın yedisinde, sen on yedisinde… Böyle. Benim yanımda da
yedi sekiz tane çocuk çalışırdı. Ali Akay, Durmuş Baş, Mehmet Baş, Mevlit
Saraç, Ali Taş öldü, hepsi benim yanımda çalıştı, şimdi hepsi usta. Ceyhan’dan
bir müşterim vardı, buradan her geçerken uğrar, bir sandık muz getirir bana.
Bir kamyon aldım. Bir hayli çalıştım onunla. Konya’ya odun götürdüm, sonra
bulgur götürdüm, Mersin’e gider bakkal eşyası getirirdim, dağlardan odun, kütük
taşıdım…
NİHAT MUSTUL: Peki, ara sıra seni
vince benzer bir araçla görüyorum. “Kendisi yaptı bunu” diyorlar.
Doğru mu? Veya başka vinçler de yaptın mı?
ALİ DEMİRDAĞ: Doğru. Tamamen benim
eserim. Bir kamyon almıştım ya, askerde de vince benzer bir şey görmüştüm. Ona
benzer bir vinç yapmaya kalkıştım. Yaptım da. Ama şasesi iş görmedi. Tuttum
başka bir şase getirdim. Ve şimdiki vinci yaptım. Bu vinçle çok iş gördüm, çok
yere gittim. Konya’da çukura bir araba düşmüş, ta buradan beni götürdüler,
çıkarıverdim. Mersin’de Sumas firması vardı. Orada yazın iki üç ay kalırdı
vinç. Kayseri’ye bile gittim. Trenle motor gelmiş, onu indirdim, bez
fabrikasına. Başka indiren yok, beni buldular. Belki de her köye gittim.
Göksu’ya taksi düşer, kamyon düşer, her yere gittim. Erdemli dağlarına boru
döşedim, borular ağır. Samandağ’ında da boru döşedim. O şasesi eğik ilk vinç
var ya, onu Ermenek’e satmıştım. Adamlar kullanamamışlar geri getirdiler. 350
liraya satmıştım, parayı geri verdiler. Gösteriverdim. Adamlar yeniden alacak
oldular ama satmadım. Sonra hurdacıya sattım onu.
NİHAT MUSTUL: Abi iki kişiye sordum
seni, “Demirci Ali nasıl birisi?” dedim. Birisi, “Başkasının
dediklerine pek kulak asmaz, ille de kendi bildiğini yapar”, birisi de, “Kimisine
kızar, kötü söz söyler, ama daralıp yardıma çarınca da koşarak gider, kin
gütmez” dedi. Bunlara ne diyorsun Abi?
ALİ DEMİRDAĞ: Doğru. Şimdi,
arabasını çekmeye giderim adamın. Adam bana tarif etmeye kalkar, “Ali Ağa
şuradan bağlayalım…” Yahu bu iş benim işim, bu işin ustası benim, senin
dediğin yerden bağlarsak araba parçalanır…” Bağladığım yerden koparsa
sorumluluk benim zaten. Sert ya da inat demeleri bundan. Çekebilirsem para
alırım zaten. O ikinci dedikleri de doğru. (Gözleri sulanır burada) En çok
sevdiğim şey, dara düşen adama yardım etmek. Bunu çok severim. Hata daha
geçenlerde torunlar telefon alacaklarmış, para istiyorlar. Tam o sırada bir
adam geldi, elinde de bir 100 lira var, “Şunu bir al arkadaş” dedi.
“Neci bu?” “Sen al hele.” “Haydi aldım, Neci?”
“Sen benim traktörümü yirmi yıl önce bir yerden çekivermiştin…” O
zaman zorda adam ya, para pul istememişim. Bak işe, o para verdiği para. Ne
yapayım, ben de torunlara verdim.
Vinçten para kazanmadım ben. Niye, çünkü yardımseverim ya, adam kaza yapmış
hastanede, kapısında bekleyeyim mi para ver diye, adam kaza yapmış, yakınları
gelmiş, nasıl para istenir… Dört araba çekersin birinin parasını ancak
alırsın. O da diğerlerine mazot parası olur. Ama demir indiririr, başka bir yük
indiririm, bunlardan para kazanırım bak.
NİHAT MUSTUL: Peki, en beğendiğinle
en beğenmediğin ikişer özelliğini söyler misin bize?
ALİ DEMİRDAĞ: En beğendiğim
özelliğim, beni bütün Mut’un tanıması. Bir köye gideyim, ben onları bilmesem
bile onlar beni bilirler; getirmişimdir, götürmüşümdür. Kimseye kötü huy
beslemem. Bir de yalnız kendi torunlarımı değil, bütün çocukları çok severim.
Az sonra okul dağılacak, geçerken kaç çocuk sarılır bana, (gözleri yine
sulanır) öper, Ali Dedesiyim onların. Hoşuma gitmeyen özelliğimse şu benim;
elime çok olanaklar geçti, ama para tutamadım, bu hoşuma gitmiyor.
NİHAT MUSTUL:
“Görmediğin yerler senin değildir” demiş bir paşa. Senin yerlerin çok
mu az mı Abi?
ALİ DEMİRDAĞ: Valla, askerliğimde
çok yer gördüm. Çanakkale, İzmir, Manisa, İstanbul, Trakya, Karadeniz, Ağrı…
Hep araba tamiri için gittim. Güleba Hastanesinin bahçesindeyim, kanamalı bir
hasta için kan duyurusu yapıldı. Koşup verdim. Kim olduğunu bilmiyorum bile.
Ama oraya adımı adresimi yazdılar. Birkaç yıl sonra bir mektup geldi,
“…sizi tanımıyorum, bana kan vermişsiniz, yolunuz düşer de gelirseniz
çok sevinirim…” Yine Erciş’teyiz, altımızda askeri araç, tamire
gidiyoruz, akşam oldu, arabanın içinde yatacağız. Bir adam geldi, “Arkadaş
burada asker yatamaz” dedi. “Başka yerde yatarız öyleyse.”
“Öyle değil! Çekin arabayı benim evin önüne, benim evimde
yatacaksınız…”
Askerlik dışında Ankara, Konya, İstanbul, Kayseri, Adana, Hatay…
NİHAT MUSTUL: Hiç tatil yapıyor
musun?
ALİ DEMİRDAĞ: Hiç tatil yapmadım.
Karaekşi’ye bir yemeğe gittik, o kadar. Hanım emekli olunca yemeğe götürdü
bizi, parasını da ben ödedim yine. Tatil için olanak bulamadım, tamirciyim ya,
gecem belli değil, gündüzüm belli değil, zamanım yetmedi.
NİHAT MUSTUL: Kültür sanat konusunda
da diyeceklerin vardır herhalde?
ALİ DEMİRDAĞ: Ben bu işin içinde pek
değilim. Ne söyleyebilirim ki… Ama bildiğim şu, Mut birçok yerden daha
kültürlü. Kültür kaybı, treni kaçırdık biz, yirmi yıl önce olacaktı… Nerde
bulacağız şimdi çıkrığı, çulfalığı?…
NİHAT MUSTUL: 1961 Anayasasının
yarattığı demokratik ortam sonucu TİP (Türkiye İşçi Partisi) kuruldu.
Sosyalizmi savunuyordu bu parti. 1965 seçimlerinde de 15 milletvekili çıkardı.
Mut’taki TİP kuruluşunda senin de adını duymuştum. Bu konuda biraz bilgi verir
misin bize?
ALİ DEMİRDAĞ: Evet. TİP’in İlçe
Başkanı bendim. O yıllarda Mersin Şoförler Derneğinin 2. Başkanıydım da. 1967
yılları… Dedim ki ben, “Sık sık orman yangını oluyor, hem bunu önlemek
için, hem de topraksız köylüye toprak kazandırmak için, ormandaki boş yerler
köylüye dağıtılsın, masrafını da devlet çeksin, ben hiç para almayacağım,
Kestel Dağına su çıkaracağım, bu suyla da köylü o yerleri sulasın.” Vay
sen köylüyü ayaklandırıyorsun!.. Yıl 1971, aranmaya başladım ben. Konya’ya
kaçtım. Deniz Gezmiş asıldığında ben oralardaydım. 7 ay 17 gün Konya
dağlarında, cami kapılarında yatıp kalktım. Çok sıkıntı çektim. Dayanamadım. 7
ayda üç kez banyo yaptım. Asacaklarsa beni de assınlar dedim, kahrımdan gidip
teslim oldum. Alahan yangınının olduğu günlerdi. Suçum ne, niye aranıyorum,
bunu bile bilmiyorum… Diyeceğim, o günler çok başkaydı… Celal Taşkıran’ı
Belediye Başkanı adayı göstermiştik. Yılmaz Güney burada film çekmişti,
tanışıyorduk. Genel kurula davet ettim. Toplanıp geldiler. Kendisi, Kadir
Savun, Fatma İşmen, Hülya Koçyiğit, Nilüfer Koçyiğit. Yılmaz Güney divan
başkanlığı yaptı. Bunları Karaekşi’ye yemeğe götürdüm ben. Onlarda bir usul
var, herkesin kendisi veriyor yemek parasını. Ne kadar zorladıysam da
“Olmaz” dedi Yılmaz Güney, “bizim sosyalistliğimize sığmaz.”
NİHAT MUSTUL: Mut’un, sonra
Türkiye’nin, sonra dünyanın gidişatı hakkında söylemek istediklerin?
ALİ DEMİRDAĞ: Vallahi, Türkiye
gidiyor gibi geldi bana. Kürtler sorunu var, kız aldık kız verdik. Ama Kürt
devleti de olmaz. Ekonomik durumu hiç iyi görmüyorum. Çevremden görüyorum bunu.
Mut’un gidişi de güzel değil. Hayalimdeki Mut bu Mut değil. Çocuk parkı, araba
parkı, daha geniş yollar…
NİHAT MUSTUL: Sence özgürlük nedir
Abi?
ALİ DEMİRDAĞ: Özgürlük çok güzel bir
sözcük. Rahat olmak ama, özgür olmanın koşulları var. Gelir kaynakların
sağlanmış olacak. Ben gidip birinden para isteyeceğim, ona muhtaç, bağımlı
olacağım, böyle özgürlük olmaz. Para pul yoksa özgür değilsin. Şimdi bizim
ülkemizin özgürlüğü var mı yani? Amerika’ya bağımlıyız. Özgür olmak için
kimseye boyun bükmeyeceksin.
Hafifçe söylediğim bir sözden dolayı ben Konya dağlarında sürünüyorsam yine
özgür değilim. Sıkıyönetimde üç polis giriyor koluma, ayaklarım yere değmeden
götürüyorlar beni. Nasıl özgürüm ben? Çıkınca da, dağlardaki çile, sıkıyönetimdeki
zılgıt, karışamıyorsun artık eskisi gibi. TİP diyemedim. Bu da özgürlük değil.
NİHAT MUSTUL: Hep dikkatimi çeker,
bir kez olsun uzun saçlı görmedim seni. Bunun bir nedeni var mı?
ALİ DEMİRDAĞ: Bilinçli olarak
uzatmıyorum saçımı. Ben disiplinli birisiydim. “Disiplinsiz örgüt
yaşamaz” yazıyordu partide. Uzun saçlı uzun saçlı bir iki adam gelirdi
Genel Merkezden. Meğer Genel Merkezden değilmiş adamlar, gizliymiş (ajanmış).
Uzun saçı sevmedim.
NİHAT MUSTUL: Hayalini çok kurup da
gerçekleştiremediğin bir şey var mı?
ALİ DEMİRDAĞ: Gücüm yetip de
yapamadığım bir şey olmadı. Ben buraya bir araba fabrikası kurmayı düşünmem.
Çünkü gücüm yetmez. Gücümün yeteceği işlerle uğraştım hep. Yapamayacağım
şeylerin hayalini kurmadım pek.
NİHAT MUSTUL: Peki, unutamadığın bir
anını anlatır mısın okurlarımıza.
ALİ DEMİRDAĞ: Bir gün Dr. Rıza Alper
dedi ki, hastanede görevli o zaman, “Acil bir hasta var, Karaman’a
gidecek, ambulansı sen sürsen…” “Olur.” Olacak ya, giderken
önüme bir çocuk çıktı. Kan bile akmadı çocuktan, oracıkta öldü. Tabi ben de
Karaman hapishanesini boyladım. Hem de epeyce yattım. Bir ara ziyaretime Ali
Manav Amcayla karısı Zehra Hanım Teyze geldiler. Ekmek içi tavuk getirmişler
bana. Tavuğu aldım ama, hapishanenin de bir ağası var, tavuğu elimden kaptı.
Yedirir miyim ona o tavuğu? Bu sefer de ben onun elinden kaptım. Başladı
dayılanmaya. Ben de askerde komandoydum ya, güveniyorum kendime, iki çektim
buna, ağzı yüzü kan içinde kaldı. Derken, hapishanenin dayısı ben oldum. Sözü
çok uzatmayayım, çıkarken savcı dedi ki bana, “Benim elimde bir yetki olsa
bu hapishaneden seni hiç çıkarmam.” “Niye savcım?” “Burayı
düzene soktun sen. Burada kavgasız gün olmazdı.”
NİHAT MUSTUL: Dimdik ayaktasın daha,
bir sağlık sorunun yok gibi.
ALİ DEMİRDAĞ: Doktora bir kez gittim
daha, o da geçenlerde. Böbreklerimde taş varmış. Şöyle bir şey var, bir sorunu
kafama pek takmam ben, filan nasıl para kazandı, ev yaptırdı, hiç ilgilendirmez
beni. Askerde komandoydum. Yaptığım işler de hareketliydi. Sonra futbol oynadım
geçliğimde. Postanede çalışan İbrahim Bey vardı, kahvede oturtmazdı bizi, 15
yaşındaki gençleri toplar, spor yaptırırdı. Ara sıra bir aspirinin dışında
hiçbir ilaç kullanmıyorum. Önemli bir sağlık sorunum yok. Beslenme de önemli.
En çok salatayı ve etli kuru fasulyeyi severim. Yemek seçmem. Ama hiç yemek
yapamam, yapmadım. Mutfakla hiç ilgim yok yani. Her şey yapılıp önüme gelir.
Beceriksizim bu konuda. Daha yumurtayı kırmış değilim. Darda kalsam, kuru
ekmeğin içine dürer bir şey yerim. Ya da gider bir paça içerim.
NİHAT MUSTUL: Söyleşi yaptığım
herkese soruyorum, sana da sormak istiyorum, Mut Çıtlık Dergisi’ni nasıl
buluyorsun, bu konuda neler söylemek istersin?
ALİ DEMİRDAĞ: Kutlarım. Bir gözlüğüm
vardı, hepsini okurdum, duygulanırdım… Mut’a büyük bir hizmet. Mut kültürü…
Çok güzel…
NİHAT MUSTUL: Peki Abi, çok teşekkür
ediyorum, diline yüreğine sağlık diyorum.
ALİ DEMİRDAĞ: Ben de çok teşekkür
ediyorum.
Not: Bu söyleşi MUT ÇITLIK Kültür Sanat Dergisi sahibi Nihat Mustul
tarafından yapılmış 2009 yılında Mut Çıtlık Dergisinde yayınlanmıştır.