Mahalleler
Çocukluğumda, 1940’lı yıllara kadar Mut’un dört mahallesi vardı; Kale Mahallesi, Doğancı Mahallesi, Pınarbaşı Mahallesi ve Meydan Mahallesi. Meydan Mahallesine bağlı bir de Hamidiye Mahallesi vardı ki, Sultan Hamit’in Padişahlığı zamanında Makedonya göçmenlerinin, şimdiki Karaman Caddesinin sağ tarafına yerleştirilmesiyle Hamidiye adı verilmiş ise de halk (göçmenler, muhacirler anlamına) Macırlar demişlerdi. Mutlular bu mahallelerde oturmakta idiler.
İçme Suyu
O zaman Mut’ta iki çeşme vardı;
Birisi şimdiki Kale Pınarı, diğeri ise şimdi Baykan Oteli önünde yolun altında kalan Köşk Pınarı. Kayaların arasından gürül gürül aktığı yerin üzerine Osmanlı mimarisi tipinde güzel bir çeşme yaptırılmıştı, çeşmenin, başka çeşmeler gibi oluğu ve kurnası yoktu; doğal durumunda yan tarafından akan su bir havuza alınmıştı, hayvanlar oradan su içerlerdi.
Kale pınarı; Çınar altındaki yukarı havuzun olduğu yerde tahtadan yapılmış bir çeşme idi. Sonradan şimdiki yere alındı. Kale Pınarının suyu Kale Değirmeni dediğimiz küçük bir değirmeni de çalıştırırdı. Bir de değirmenden sonra dabakhane dediğimiz deri işleme tesisi vardı (1930’lu yılların sonuna doğru) bataryalı radyoların Mut’a gelmeye başlamasıyla; Şavkı Usta Kale Pınarının suyundan azıcık bir su alıp küçük ve basit bir şarj dinamosu koyarak (anımsayabildiğim kadarıyla) 25 kuruşa radyo bataryalarını şarj ettirirdi.
Mutlular bütün su gereksinimlerini bu iki çeşmeden alırlardı, onun için bilhassa ikindi üzeri çeşme başında büyük izdihamlar olur, su almakta halk (çokça çocuklar) büyük zorluklar yaşarlardı. Çeşmeden su getirecek kimsesi olmayanların suyunu, sucu dediğimiz kimseler getirirlerdi. Anımsayabildiklerim: (Sucu Sultan, Sucu Fadime, bir de erkek sucu vardı adını anımsayamadım) Bunların bir eşeği, dört gaz tenekeleri olur akşama kadar abonesi oldukları evlere su taşırlardı. Evlere bin zorlukla getirilen su; evlerde bir kenara özenle yerleştirilmiş büyük toprak küplere boşaltılır, oradan kevki ile alınıp kullanılırdı.
Bahçe evlerinde; evin yakınında, gölge bir yere, yaklaşık 1 tonluk bir kuyu açılır, üzeri kalınca toprak ile örtülür, içi, dışı çamurla bir güzel sıvanıp evin yakınından akan bahçe suyundan alınan su ile şafak sıralarında doldurulup ağzı kapatılır. Önüne konan kevki ile alınıp kullanılırdı.
Süt Gereksinimi
Mut’ta her evde bir veya iki inek bulunurdu. Mutlular süt ve yoğurt gereksinimini bu ineklerden alırlardı. İneğin gündüz bakımı (güdülmesi, sulanması) çobanlar tarafından yapılırdı. İnek sahipleri mahallenin belirli bir yerinde sabah güneş doğmadan ineklerini toplar çobana teslim ederlerdi. Bu işi de çokça çocuklar yapardı. Her inek sahibi çobana getirdiği inek için keseneli ücretten ayrı bir bazlama (kayıt dışı bir vergi) getirmek zorunda idi. Bazlama gelmezse çoban ineği götürmezdi. Meydan Mahallesi çobanı Halil ağanın ayrı bir tafrası vardı, biz çocuklar neden bilmem ondan çok korkardık
Çamaşırlık
Buna Yunaklık da denirdi. Köşk Pınarına yakın bir yerde, doğu tarafında bir Roma Hamamı yıkıntısı vardı, onun ön kısmına epeyce geniş dikdörtgen plan üzerine yapılmış, üzeri açık bir yapı idi. İçerisine kazan ocakları yapılmış her ocağın önüne de üzerinde çamaşır yıkamak için yunak taşları konmuştu. Suyu Köşk Pınarının artan suyundan, kayadan oyma bir kanalla çamaşırlığın içine alınır gene bir kanalla boydan boya akıtılarak çamaşır yıkayıcıların su gereksinimleri giderilirdi. Her yunak taşının yanında hamam kurnası gibi taş kurnalar vardı, kanalla gelen su bu taş kurnalara taksim edilmişti.
Lokantalar
Mut’a gelen yabancıların, köylerden gelenlerin karınlarını doyurmaları için aşçı Ahmet’in aşçı dükkânı vardı. Ahmet Ağa, orada karısı Hasibe Aba ile paça yapar, kuru fasulye, pilav pişirir müşterilerine sunarlardı. Onların pişirdiği yemeklerin lezzetini başka bir yerde bulmak olanağı yoktu dersek fazla mı abartılı olur? Ama hakikaten nefis, hakikaten lezzetli olurdu.
Bir de helvacı dükkânı vardı. Helvacı Hasan Usta (Karaağaç), oğlu Kadir Karaağaç, damadı Fahri Çınar beraber çalıştırırlardı. Hasan Usta (soyadından da anlaşılacağı gibi) Şarkîkaraağaçlı idi. Mut’ta bir helvacı olmayınca; Ali Efendi (Ali Ataışık) Şarkîkaraağaçtan getirip Mut’a yerleştirmiş idi. İç çarşıda iki üç basamaklı bir merdivenle girilen dükkânın tabanı toprak, duvarları çamur sıvalı idi. O zamanlar masa, sandalye bilinmezdi. Dükkânın içinde yarıdan bir tarafında, tek tahtadan yapılmış, karşılıklı iki oturak, arasına da masa yüksekliğinde o da tek tahtadan, çok basit bir (masa diyelim) tezgâh yapılmıştı. Cuma günleri köylerden gelenler; gelirken azıklarına biraz yufka ekmek koyarlar, bir peşkire sarıp bellerine bağlar Mut’a gelirlerdi. Acıktıkları zaman helvacıya gelip 10-15 kuruşluk helva alıp yufka ekmekleri ile yiyerek karınlarını doyururlardı. Dükkânın ilk kısmından bir kapı ile girilen ikinci kısmı vardı; orada dink denilen at gücüyle çalışan bir düzenek vardı. Gözleri kapatılan bir at dink taşına bağlanmış devamlı dönerdi. Her halde orada helva ana maddelerinden birisi olan tahin üretilirdi.
Kahvehaneler
Mut’ta o zamanlar, (1950’li yıllara kadar) üç tane kahvehane vardı. Oralarda müşterilere kahve, çay, bazen ayran, süt de verilirdi. Kahvehanelerde eğlence oyunları da pek sınırlı idi. En çok oynanan tavla oyunu, en eğlencelisi de dama oyunu idi. Domine de aranan oyunlardan idi. Dama oyununun seyircisi de oyuncusu kadar heyecanla oyunu takip eder, oyun bitmeden seyirden çekilemezdi.
Şimdi ne o oyunlar, ne oyuncuları ne de seyircileri kaldı.
Eski Mut Yaşantısından Anımsamalar
Doğan Atlay (28.04.1930 – 10.04.2013)