Gara Sait, “Ben hiç ilaç kullanmam; aspirin bile, doktor yüzü görmedim, hastane bilmem…” der ya hep, birkaç yıl önce birisi hastanede görür bunu.
“Ulen Sait Ağa, hani sen hiç hastane bilmezdin, ilaç kullanmazdın?..” der.
“Yengen yüzünden, yengen yüzünden” der o da.
Birkaç gün önce ben de Mersin’de bir hastanedeydim. Zaman zaman ben de, “Henüz düzenli kullandığım bir ilaç yok, benim tek ilacım doğa” desem de, birisi de bana aynı soruyu sorsa, “Durşen yüzünden, Durşen yüzünden” derdim ben de.
Sözü hastaneyle açtık, başlık da zaten hastane ya, hastaneleri ve hapishaneleri tıklım tıklım olan bir ülkeyiz. Bu da bizim, her yönüyle geri kalmışlığımızın bir ölçüsü.
Hastaneler insan sergileri kadar, büyük birer gözlem yerleridir de.
İşte bir gözlemim:
Bir kalabalık bir kalabalık ve durmadan değişiyor bu kalabalık. “Geçmiş olsun!” diyen diyene. Her gelen yarım saat, bir saat durup gidiyor, yenileri geliyor. Gece yarısına kadar bu hep böyle…
Türkçe konuşuyorlar, Kürtçe konuşuyorlar…
Meğer Bitlisli, Mersin’de yaşayan birisi kalp sıkıntısı geçirmiş, anjiyo olmuş, durumu pek iyi değilmiş…
Onlarca kişi yalnızca Kargıpınarı’ndan, Mersin’in başka yerlerinden, Bitlis’ten, Ankara’dan, İstanbul’dan, Antalya’dan… Kimisi yoldaymış daha…
Onlarda böyleymiş akrabalık, köylülük, arkadaşlık, komşuluk…
Bu yoğun kalabalık karşısında kendimi, bizi sorguladım biraz…
Söz hastane olur da bir şey daha aklıma gelmez mi!?..
İşte “eczane” olmuş bir yakınımın sözleri:
“Şu sindirim hapı, şu ikisi unutkanlık hapı, yaş 65’i geçti ya, şu biri de kan cıvıtıcı, biri de şey hapı, çöğdürememe, şu da ayaklarımdaki sızı için. Bir günlük ilaçlarım bunlar. Haa, bir de akşamdan akşama astım hapı ve fısfıs var. İki de göz damlası…”
Hastane yüzünden, kaldığımız evin balkonundan bir de şiircik:
APARTMAN
Balkon balkon üstüne
Çamaşır çamaşır üstüne
Damla damla üstüne…
*Durum anlamına gelen hal yabancı bir sözcük. Ama burada “durumları” değil, ille de “halleri” dedim.