Geçenlerde Facebook’ta
gezerken, Kozlar aşığı dostum Sadık Keskin’in bir paylaşımında, eski Mut
avcılarından bahsederken avcıların şimdiki İş Bankası‘nın
yerinde bulunan Gara Rıfat’ın pastanesinde toplandıklarını ve ordan ava çıktıklarını
okudum. Ben de babamların 60 yıl önceleri aynı pastanede toplanarak ava
gittiklerini hatırladım. Bundan 60 yıl önceleri Mut, şimdiki gibi geniş bir alana yayılmamıştı. Kızıldağ
ve Sarıtaş mevkileri yerleşim alanlarına uzak bakir bölgelerdi.
Keklik, Tavşan gibi av
hayvanları, nerede ise Mut’un yakınlarına kadar gelirlerdi. Yani avlanacak av
fazla idi. Avcılarda şimdiki gibi otomatik silahlar yoktu. En fazla bir atmada
peş peşe iki atış yapabilen çifte tabir edilen tüfekler vardı. Bundan dolayıda
daha az hayvan avlandığından av boldu.
Çocukluk yıllarımızın belli
başlı avcıları olarak; Kaymakam Haluk bey, Kale Mahallesi’nde Bukay Tüzün’lerin
evinde otururdu. Babam Kasap Nuri, Hatıpların Hüsnü Efendi, Adana’lı Ramazan, Ahmet
Kavastan, Movak Ali ve diğer Ali Kirazlı, Hıfsı Kılıç gibi gençleri sayabiliriz.
Bir de yaşlılardan Koca Sadık (Sadık Oral). Avcılar Derneği henüz kurulmamıştı.
Av kuralları biraz daha yaşlı ve tecrübeli avcılar tarafın konulurdu. Örneğin
bir avcı bir günde 4 adet Keklikten fazla vuramazdı. Avcılar, kullanacakları
fişekleri bir gün önceden kendileri hazırlardı.
Babamın çifte atar tüfeği, bir
de Doç isimli av köpeği vardı. Köpek her avcıda vardı, zira avcının en büyük
yardımcısıdır. Dağda köpek avcıdan elli, yüz metre ilerde gider, keklik kokusu aldığı
çalının uzağında durur ferma yaparak av olduğunu haber verir. Avcı hazırlığını
yapar köpeğe haydi çıkar diye komut verir, çalının içerisine atlayan köpek, kekliği
uçurur, havada iken avcı uçara tüfeği ateşler, vurulan keklik belki beşyüz
metre ilerilere, belki bir derenin kenarına düşer. Bu arada köpek avı düşeceği
yere kadar takip eder, düştüğü yerden alarak avcıya getirip teslim eder. Köpek
olmasa düşen avı bulmak imkansızlaşır…
Kışın birinde, Cumartesi günü
Kozlar’a av partisi düzenlendi. Basri Ertan’ın burunsuz Bedford kamyonu
kiralandı. On beş, yirmi kadar avcı köpekleri ile beraber kamyona binerek
Kozlar’a gidildi. Babam benide götürmüştü. Kozlar’a girişte, Yıkılgan’da
avcılar inerek, dağıldılar. Akşam toplanma yeri olarak bizim ev verilmişti. Akşam
yaklaşırken, hizmet etmek için getirilen gençler meşe odunundan, ocağa büyük
bir ateş yaktılar. Bu arada civardan tüfek sesleri geliyordu, sanki sanırsın
harp var…
Dönen avcılar vurdukları
kekliği koyuyorlar gençler onların tüylerini yolarak, pişirmeye hazır hale
getiriyorlardı. Akşam toplanıldı, her avcı dört keklik getirmişti, fazlası
konan kural gereği yasaktı. Elli altmış adet kekliği, 15-20 kişi sabaha kadar
kor ateşte pişirerek, ben de dahil, kendimize ziyafet
çektik. Ertesi gün avlanan
keklikleri herkes evine götürecekti…
Gecenin bir yarısı, sohbete
geçildiği bir anda, Ahmet Kavastan ile beraber Mersin’den gelen Ziya isimli bir
arkadaşa Kaymakam Haluk bey dedi ki; “Ziya usta şöyle gerçek bir avcı yalanı söyle
de dinleyelim” “Olur Kaymakam Beğ” dedi ve başladı Ziya usta: “Bir tarihte
Tarsus’ta, Namrun Yaylası’na şimdiki gibi ava gittik. Kamyonda giderken benim köpek
devamlı köşede oturan arkadaşa havlıyor. O kişiyide tanımıyorum, kim olduğunu bilmiyorum,
ilk defa geliyor. Adama mahçup oluyorum bir taraftan. Neyse, Namrun Yaylası’na
vardık. Dağa çıkmadan önce muhtara isimlerimizi yazdırıyoruz. Ama benim köpek o
arkadaşa havlamaya devam ediyor. Sıra bu arkadaşa geldi, muhtar: “Adın, soyadın
ne?” dedi. “KEKLİK” demez mi !!! Kaymakam Beğ, benim köpek adama soyadı KEKLİK
olduğu için havlıyormuş meğer.”
Gece yarısı uyumuşum, bizim
avcılar sabaha kadar eğlenmişler. Sabah tekrar dağıldılar akşam Mut’a geldik.
NECATİ UĞUR GÜRGEN