Ablam çocukken babaannemin yanında kaldığından dolayı ortak anılarımız oldukça azdır. Bu anılar daha çok beş yaş sonrası yaz tatilleriyle sınırlı. Dağlarda kekik topladığımızı, inek otlatmaya gittiğimizi, kedi yavrularıyla ilgilenişimizi “KONARI” başlıklı yazımda aktarmıştım.
Ablam benden beş yaş daha büyüktü ve ailemizin ilk çocuğuydu. Annem onu doğurduğunda 16 yaşında imiş. Hem bu yüzden hem Uysallarda kız çocuğu az olduğu için hem de anne tarafımızın ilk torunu olduğundan hemen herkes onunla çok ilgilenmiş, kazasız belasız büyümesi için elinden geleni yapmış.
Babaannem ona en sevdiği ve 18 yaşında kaybettiği kızı Ayşe’nin adını vermiş. Ayşe halamı da herkes çok beğenir ve severmiş. “Hastalıktan değil, nazardan öldü.” diyorlardı hep.
Ablam adı verilene çekmişti. Becerikli ve ferasetli idi. Çok az konuşur asla boş laf etmezdi. Bir şeyi söylemek için en uygun zamanı kollardı. Dedemden ya da babamdan bir şey isteyeceği zaman önce onların gönüllerine gider, hizmetlerini yapar daha sonra dileğini söylerdi. Düşünceliydi.
Matematiği kuvvetliydi ve mühendis zekasına sahipti. Eve gelen otomatik makinaları kendisi kurar ve çalıştırırdı. Evde elinin değdiği yer belli olurdu. Kendi kendine dikiş dikmeyi öğrenmişti.
Ablam ilkokulu bitirdiğinde, Konya Yüksek İslam Enstitüsünde öğrenci olan iki amcamdan (Kerim ve Nebi UYSAL) Isparta’ya yatılı Kız İmam Hatip Lisesi açıldığını öğrenir ve ısrarla orada okumak ister.
Sözü daha çocukken bile etkilidir ve daha on yaşında iken yatılı okula gider. Isparta’da üç yıl kalır.
Derslerinde başarılıdır ama ne yazık ki, okul kapatılır. Bunun üzerine Mut’a geri döner.
İmam Hatip Meslek okulu konumunda olduğundan ablam Mut Ortaokulunda son sınıfı tekrar okumak zorunda kalır. Küsmez aksine çok çalışır ve lisede okul birincisi olur.
O yıla kadar lise birincilerine istediği fakülteye girme ayrıcalığı varken ablamın sınava girdiği yıl bu hak kaldırılır maalesef. Aldığı puanla Hacettepe Üniversitesinde Kimyagerlik Bölümünü kazanmıştır.
Bu bölüm de elbette güzel bir bölümdü ancak eğitimi çok ağırdı ve ablam bir hayli yorulmuştu okul bitene kadar.
Mezun olduğunda bir süre evde oturdu. Ardından her derdimize derman olan rahmetli amcam Ahmet Uysal’ın bir arkadaşı sayesinde Konya Çimento Fabrikasına işe alındı.
Daha sonra komşumuzun oğlu Ziraat Yüksek Mühendisi Aydoğan ARI ile evlendi. Yavuz adlı bir oğulları ve Emine adında bir kızları oldu. Anneannem yedi yıl yanlarında kalarak çocuklarını büyüttü.
Sonraki yıllarda Konya’dan ayrılıp kendi istekleriyle Kars’a giderler. Bir süre sonra Zonguldak Ereğli’ye, sonra da Kırşehir’e taşınırlar. Akabinde ne yazık ki, ablam hastalanır. Beyin kanseri teşhisi konur. Önce görme yetisini kaybeder. Bu şekilde on bir yıl yaşar. Son birkaç yıl çok daha zor geçer. Bu on bir yıl boyunca eniştem bir an olsun yanından ayrılmaz ve ablama sevgisiz bir kaşık su dahi vermez.
Ablamın hastalığını öğrendiğinde eniştemin saçları kısa sürede yarı yarıya ağarmıştı. Hastahanenin mescidinde namaz kılmış ve Allah’tan çocuklar için bir süre ömür istemişti.
Ablam hastalıkla yaşadığı on bir yılda, son bir iki yıl hariç kendini bırakmamaya çalışmış gerek evi gerekse ailesi ile ilgilenmek için çok gayret sarf etmiştir.
Zor kıpırdanırken bile kocasının geliş saatinde toparlanır, üstünü başını düzeltir ve gülümsemeye çalışırdı.
Annesinin bakımında Emine’nin de büyük bir rolü vardı. On bir yaşından yirmi iki yaşına kadar annesiyle ve tabi ki babasıyla ilgilendi. Bütün okullarını annesine göre ayarladı.
Sonuçta abisi İşletmeci, Emine de İngilizce öğretmeni olur. Her ikisi de evlidirler ve birer çocukları vardır.
Ablam hastalandığında enişteme bazı arkadaşları onu baba evine bırakıp kendisinin evlenmesini tavsiye ettiklerinde eniştem: “Onlar evliliğin anlamını bilmeyen kişiler.” demiştir.
Yine eniştemin annesi bunları duyunca: “Öyle bir şey yaparsa sütümü helal etmem” demiştir.
Allah (cc) kendilerinden razı olsun.
Yine eniştemin bütün kardeşleri de gerekli anlayış ve yardımı sonuna kadar göstermişlerdir.
Teşekkürümüz hepsine…
Ablamın vefatından bir süre sonra bir rüya gördüm. Bir el bana bembeyaz çok kaliteli bir yatak örtüsü gösterip “bu eniştenin emeklilik hediyesi” diyordu.
Yatak örtüsü hanıma işaret ediyordu. Eniştemin çabalarının karşılığında Allah ona yine adı Ayşe olan, insanlara yakın, sevgi dolu bir hanım lütfetmişti. Ayşe hanım biz dahil ailede kim varsa herkesle çok sıcak ilişkiler kurdu.
Annemi göğüs ablamı beyin kanserinden kaybettik. Hem de arka arkaya. Çok acılı günlerdi bizim için.
Eniştem ve ailesine her şey için minnettarız.
İnsan olmanın önemini ortaya koydular ve bu zor imtihanda dimdik durarak vefa ne demekmiş gösterdiler.
Kazanmak ne yazık ki çok kolay değil.
Ne mutlu kazanabilenlere…