Birçok
arkadaşım, dostum ve okurum bilir ki, Sertavul yaylasında benim bir “Özgürlük
Yolum” var, Sertavul’a göçünce de sabah yürüyüşlerimi hep bu yolda yapar, ilk
yürüyüşümü de yazıya dökerim.
Sözün kısası, Özgülük Yolumla ilgili yazılarım artık
gelenekselleşti.
“Toroslarda Güneş Erken Doğar” desem de, güneşin benden birinci
olduğunu pek görmedim daha. Ama bugün evdeki hesap çarşıya uymadı! Dünkü geliş yorgunluğundan mı, hava
değişiminden mi nedense, sabah uyandığımda güneş birinciydi.
Yolumun üzeri, dönüşte uğrarım aslında Çocuk Parkı’na.
Oradaki spor aygıtlarında yarım saat kadar çalışırım. Bugünse, tuvalet
gereksinimim oluştu, giderken de uğrama
gereği duydum. Ama iki tuvalet de kapalı!.. Oysa park işletmeye açılmış, belli.
Anlaşılan o ki, işletmeci akşam giderken kapatmış, gündüz ne zaman gelirse, o
zaman da açacak!
Burası Sertavul’un tek genel tuvaleti, yol üzerinde,
sabahları nice araç duruyor önünde, kahvaltı edenler, su dolduranlar, tuvalete
gitmek isteyenler oluyor. Ve tuvalet kapalı! Bu yanlışın bir an önce
düzeltilmesi gerekir.
Bu, bu kadar…
Asıl derdimse
Özgürlük Yolum. Özgürlük Yoluma yönelmem, bir yıldır birbirini görmeyen iki
büyük sevgilinin coşkulu büyük buluşmasıdır tek sözcükle.
Dün öğleden sonra yağmur yağdı ya; ortalık ışıl ışıl,
pırıl pırıl. İçimden bir ses, “Bu buluşma için yağdı bu yağmur” der gibi, “Bu
konularda yukarıyla aram çok iyi” sesimi bütün arkadaşlarım duyar gibi…
Her yer; ağaçlar, çalılar, çiçekler, taşlar pırıl pırıl
yıkanmışlar, sanki bayram, sanki konuk gidecekler bir yere, sanki konuk gelecek
birisi; ben… Hele o pinar yapraklarının ışıltısı, ot ve çiçeklerdeki çiy
taneleri… Hepsi o kadar yıkanmış, tertemiz ki, dün gelince yıkansam bile
utanıyorum karşılarında.
Özgürlük Yolumun ilk günaydıncısı, en bilgesi, nice
dallarını yitirse de dev çam ağacı…
Yeşilin en koyu dönemi…
Benim için bir coşku da, toz tomalarının (Çakıl ocağından
çakıl taşıyan kamyonlar) henüz göreve başlamamış olması…
Bir yanda pırıl pırıl bu kadar temizlik, renk renk
onlarca çiçeğin bana günaydını, doğanın büyüleyici güzelliği, bir yanda da
insanın doğayı, Özgürlük Yolumu kirletişi, kaç traktör pisliğin yol boyuna
dökülüşü…
Özgürlük Yolumun ilk köpekleri, iki tane, birisi sarı,
birisi alaca bulaca. Islık çalıyorum, el sallıyorum. Birisi biraz bakıyor,
birisi hiç oralı değil…
Sanki ciğerim yetmeyecek temiz havaya, oksijene…
Sonra tenimi iliklerime kadar okşayan sabahın serin yeli…
Bütün umudun sende sevgili arkadaşım, bütün umudun
sizlerde sevgili arkadaşlarım, umarım bir gün buraya “Özgürlük Yolu” tabelasını asarız, ya da asarsınız. Çünkü az
özgürleşmedim burada ben; nice yazımın birkaç cümlesini, onlarca şiirimin bir
iki dizesini burada yazdım, kimi öykülerimi burada kurguladım…
Ayy! İçimi bir kaygı kapladı bir anda, hiç kuş sesi yok!
Varsa bile başka sarhoşluklardan duymadım.
Ama o da ne!.. Onlar benim kaygımı duymuşlar; bir anda karga sesleri,
sincap sesi, birkaç çeşit serçe sesi, tanıyamadığım yırtıcı bir kuş sesi…
Ohoo!.. Bir tane, hayır hayır üç tane karağan!..
İnanamıyorum gözlerime. İlk görüyorum
bunları burada. Utandım tabi. Oysa karağan Mut’un en yüksek basamaklarında
değil de, orta ve aşağı basamaklarında yetişen bir çiçek.
Büyük tutkumun büyük satır araları, yarın sabaha kadar
hoşça kalın!…