Gezi ve doğa yürüyüşleri yazıları yazmasını seviyorum, böyle nice yazılar yazdım, bu yazılarımın bir kısmı Cennetlere Gidiyorum kitabımda yayımlandı. Ama nedense, aslında haklı bir gerekçem de yok, epey bir zamandır bu tür bir yazı yazmadım. Şimdi ise yeni bir gezinin, yeni bir doğa yürüyüşünün arkasından kolları yeniden sıvadım. Tabi ki Mut Çıtlık Doğa Gezginlerinin 98. gezisi ve doğa yürüyüşü bu.
Bu kez yönümüz Bağcağız, Zeyker Yaylası, Hacıahmetli, Çukurbağ. Doğa yürüyüşü olarak da Çukurbağ-Narlı arası. Mevsimse sonbahar…
Evet sonbahar; doğanın bütün renklerini; yeşil, kızıl, sarı ve onların tonlarını kuşandığı coşku dolu günler. Hele çıtlıklar ve sumaklar kıpkızıl, hele yeşilin içinde… Sanki derinden birisi, “İlkbahar rakıysa sonbahar da şaraptır” der gibi…
Elbette ki doğa kendisinden yana olanlardan yanadır. Ve sonsuz konukseverdir. Bu yüzden de işte bizi gelecek diye, iki gün önceden yundu yıkandı, temizlendi paklandı.
İlk durağımız, yukarıdan inip gelirken, en renkli Sümerbank basmasını giymiş Çukurbağ Köyü. Köy muhtarı İsmet Günay ve eşi emekli öğretmen Sebile Günay’ın bizi Atatürk Parkında ağırlamaları. Bahçelerinden topladıkları nar, elma, iğde, muşmula, giyecek elması… Doya doya! Arkasından tavşan kanı çay!.. Teşekkürler ikisine de!
Çukurbağ’da gözleri dolduran, sanat eseri gibi iki eski yapı. Birisi eski cami, birisi Hacı Dabak’ın evi.
Çukurbağ’dan geçilir de ceviz başaklanmaz mı?!..
Ve Direkkaya!.. Mut’un en görkemli kaya başyapıtı. Aşağısı göndere, uçurumların dibi, Kurtsuyu’nun bir kolu buradan akıp gider. Direkkaya Çukurbağ sınırları içindedir ama onu en çok saat olarak İbrahimli köyü (Benim köyüm) kullanmıştır. Özellikle davarcı kadınlar, bu kayanın gölgesine göre, öğleden sonra davar sağmaya giderdi.
Eskiden bütün soğanlar Hacınuhlu soğanı (!) olurdu, şimdi de bütün domatesler ve salatalıklar sanki Narlı’dan!
Bugün Kasımın 17’si, daha tarladan domates, salatalık toplayanlar var. Ve bize salatalık, domates sunumları…
Karşı benim köyüm, İbrahimli… Ne sığırlar güttüm şuralarda…
Yürüyüşümüze ilk katılan iki gence, avucuma sakladığım bir şeyi sormam, bilene imzalı bir kitap, gelecek yürüyüşte…
Doğada mümkün mü aç kalmak!? İşte alıç, yeter ki yağmur yağsın! Ve sözü yapıştırıyor Mehmet Çiftçioğlu, “Aslında yağmur yağar, ah doğanın dengesini insan bozmasa!..”
Yürüyüş yolumuza altı kilometre desek de, yedi kilometreden aşağı değil burası.
İniş aşağı yürümek yokuş yukarı yürümekten daha bir zor…
Ve geldik Narlı’yaaaaa!..
Mut’un içme suyunun geldiği yer, kahvenin önünde masalarımız, çaylarımız hazır, iki saattir yürüyoruz, karnımız acıkmış, açıyoruz azıklarımızı masalara, “Yarin yanağından başka her şey ortak…”
Çukurbağ gibi Narlı da Mut’un en yeşil köylerinden birisi, al kayısının merkezi…Yol göstericimiz, (rehberimiz) buralı öğretmen Tuncay Uysal. Ona da teşekkürler…
Ve doğanın ikinci başyapıtına yolumuz, Narlı çağlayanına…
Her yer orman dudu, yiye yiye…
“Herkes olmakla ışık olunmaz kimseye, aykırı olmakla olunur ışık.” Sebile Günay’ın beyninden, ağzından çıkıyor bu sözler…
Aslında hiçbirimiz ummuyorduk böyle bir çağlayanı. Şelale ya da şellale değil, inadına çağlayan!..
Gelmeyenlerin, görmeyenlerin en büyük kaybı, daha insan ayağı yeterince dokunmamış bir başyapıt, şaşkınlığımız ve coşkumuz doruklarda…
Güneş, “artık ben buralardan gidiyorum” der gibi, zaten Mut da bizi çağırır gibi…
Ve yönümüz yeniden Mut’a…