Kırk yıl sonra bir söz verdim, öğretmenlikteki ilk göz ağrıma gitmek için, Iğdır’ın Tuzluca İlçesinin Uğruca köyüne. (O yıllarda Kars’ın ilçesiydi Tuzluca) Tabi sözlü sözdü bu. İki yıl geçti ama bir türlü tutamadım bu sözümü. Bu kez yazdığım gazetedeki köşemde yazılı söz verdim.
Bütün gerekçeler geçersizdi artık…
Bir hafta sonra gittim.
Peki bunun Yılmaz Seyrankaya ile ne ilgisi var?
Önce Yılmaz Seyrankaya kimdir, bir iki tümceyle onu tanıyalım isterseniz? Yılmaz Seyrankaya, Mut’taki sinema tarihinin bir numaralı adıdır. Ve ilginç bir kişiliğe sahiptir. Şimdiki kuşak doğal olarak bilmez onu. Bu yüzden de Yılmaz Seyrankaya ille de yazılmalıdır.
Peki kim ya da kimler yazabilir onu?
Onu çok iyi tanıyan, onunla çok anıları olan ve de eli kalem tutan bir arkadaşım var.
Mut Çıtlık Dergisi adına söyledim kendisine. Kabul etti de.
Ama eline kalemi bir türlü almadı! Kaç söyledim, yine aynı.
Kalemi bir türlü eline almadı almadı, sonunda da yanına bir yoldaş buldu, o da kendisi kadar yetkin birisi, birlikte yazacaklar. Hatta Yılmaz Seyrankaya’yı Mut’ta en iyi tanıyan bir arkadaşımızın yanına gidecekler, ona Seyrankaya’yı anlattıracaklar, hepsini harmanlayıp bana getirecekler, Mut Çıtlık dergisinde de yayımlanacak.
Bu kadar…
Ama aylar geçti, bir türlü adım atmadılar. Kaç söyledim kendilerine, yine çıt yok.
Ve işte baktım ben de, sözle verilen söz bir türlü tutulmayacak, bu konuyu yazmaya karar verdim. Üç dört kişinin bildiği bu sözlü sözü artık binlerce insan bilecek, hatta dağlar taşlar bile…
Sanırım iki olayın benzerliği belli oldu artık…
Ve yine, bu işi yazıya dökmek zorunda kalışıma içten içten gülerek, o güzel insandan kalan son kırıntıları bu topluma yalnızca kendilerinin aktarabileceği bilinciyle, bir an önce kaleme sarılacaklarını umuyor ve kendilerine başarılar diliyorum. Kendilerinin Yılmaz Seyrankaya’ya ve Mut halkına borcudur bu.
Mut Çıtlık Dergisi sizi bekliyor…
Ben alkışlamaya başladım bile arkadaşlarımı!…