DOLAR
38,8520
EURO
43,3708
ALTIN
3.997,10
BIST
9.668,36
Adana Adıyaman Afyon Ağrı Aksaray Amasya Ankara Antalya Ardahan Artvin Aydın Balıkesir Bartın Batman Bayburt Bilecik Bingöl Bitlis Bolu Burdur Bursa Çanakkale Çankırı Çorum Denizli Diyarbakır Düzce Edirne Elazığ Erzincan Erzurum Eskişehir Gaziantep Giresun Gümüşhane Hakkari Hatay Iğdır Isparta İstanbul İzmir K.Maraş Karabük Karaman Kars Kastamonu Kayseri Kırıkkale Kırklareli Kırşehir Kilis Kocaeli Konya Kütahya Malatya Manisa Mardin Mersin Muğla Muş Nevşehir Niğde Ordu Osmaniye Rize Sakarya Samsun Siirt Sinop Sivas Şanlıurfa Şırnak Tekirdağ Tokat Trabzon Tunceli Uşak Van Yalova Yozgat Zonguldak
Mersin
Az Bulutlu
28°C
Mersin
28°C
Az Bulutlu
Pazar Az Bulutlu
25°C
Pazartesi Parçalı Bulutlu
26°C
Salı Parçalı Bulutlu
24°C
Çarşamba Parçalı Bulutlu
25°C

Nihat MUSTUL

YAZARIN KALEMİNDEN

KÜÇÜCÜK YAŞAM KESİTLERİ / 48

A+
A-

“Babam hayırsızmış; çok avratla düşüp kalkmış, anamı dövmüş durmuş, sövmüş saymış. Anam da nöğürsün, o yıllarda bir orman askeri varmış, bir gün anamı kaçırmış gitmiş bu asker.
Bu yüzden el kapılarında büyüdüm ben. Kimi kovdu kimi dövdü.
Köye bir öğretmen geldi. “Bu çocuk okusun” dedi yanında kaldığım adama. “Sığır gütmesi için bakıyorum buna ben” dedi o da. Okutmadı beni.
Amelelik yaptım hep.
Derken ben öksüz, hanım öksüz iki öksüz bir araya gelip evlendik. Kel ketel bir de ev yaptırdık.
Anamın Aydın Söke’de olduğunu öğrendim. Konya’ya gitmesini bilmem daha. Ana işte, gidip buldum. Bir gece yattım yanlarında. Tanımadı bile beni.
Babamın eli ayağı tutmaz olunca aradı buldu beni.
Babamın öldüğünü biliyorum. Ama anamı bilmiyorum…”
+++
Yayla zamanıdır. Yayla da Sertavul yaylasıdır…
İkisi de aynı köydendir. Ama şimdi Ali Mut’un içinde, Ahmet başka bir köyde oturmaktadır.
Kahvenin önündedirler. Konu döner dolanır camiye gelir. Ahmet derki Ali’ye:
“Yahu kendin geliyorsun camiye, ne güzel. Kiracın Osman’ı hiç görmedim daha, onu da alıştırsana!”
Ne zaman karşılaşsalar hep aynı şeyleri söyler Ahmet. Ali ise bıkar bundan.
Bir gün cami çıkışında yine yan yana yürürler. Yine söylenir Ahmet. Ali’nin bardağı taşar bu kez:
“Görüştüm Osman’la, söylediklerini söyledim kendisine. Aynen şunları söylememi söyledi sana: ‘Kendisinin üç oğlu var. Hiçbirisi camiye gitmez. Beni boş versin, önce oğlanlarını getirtsin camiye, geçirebilirse onlara söz geçirsin!’”
“Hah hah hah!..”
Sesi kesile kalır Ahmet’in.
+++
“Oğlanla alt üst otururuz. Dün akşam tıkır tıkır indi geldi torun. Babaannesi mutfakta:
“Çay içecekseniz yukarı çıkacakmışsınız babaanne!”
“Çay içecek minbeee?”
“Bilmem, içebiliriz.”
“Deden çay içmeyecekmiş oğlum!”
Sabahı zor ettim. İlk işim çaydanlığı da, yedek çaydanlığı da saklamak oldu. Bu evde çay içilmesini istemiyorum arkadaş, içimden gelmiyor.
Bir gün sonra akşamdan bir telefon, dayım arayan:
“Sabah kahvaltıya size geliyoruz.”
Ne yapayım, buluverdim çaydanlığı.”
+++
“Tavşanlar babamın eline ayağına çok dolanırdı. O yıllar biraz da öyleydi zaten.
Yayladayız, babam koyunları gütmüş, çadıra doğru geliyordu. Çadıra yaklaşırken yabancı birisiyle karşılaştı. Babamın elinde de iki tavşan var. Ama omuzunda tüfek yok. Adam şaşırarak sordu:
“Yahu amca nedir bu, tüfeğin bile yok?”
“Ben böyle avlarım tavşanı!”
Evet, babam çolaktı, tüfek kullanamazdı…”

Yazarın Diğer Yazıları