Süray VURAL, yediden yetmişe bütün Mu’tluların tanıdığı birisi. Kendisini Mut halk oyunlarına adamış birisi o. Bu söyleşiyi yaparken çok duygulandı; kimi yerde coştu, kimi yerde gözleri sulandı… İste ona sorduklarım ve söyledikleri:
Nihat MUSTUL: Süray Vural Mut’ta herkesin tanıdığı birisi. Ama yine de Çıtlık okurlarına kendini tanıtır mısın abi ?
Süray VURAL: 1942 yılında anam Gozlar yaylasında doğurmuş beni, Ayderesi denilen yerde.
Anam Fakırca, babam Gencali köyünden. Ama bildim bileli Mut’un Doğancı mahallesinde otururuz biz. Babam geçmişin siyasilerindendi. Demokrat Partiliydi. Hulusi Dayı derlerdi. Mesleği şoförlüktü. Üçü kız üçü oğlan altı kardeşiz. En büyükleri benim. İkizlerden Tayfun yıllar önce öldü…
Nihat MUSTUL: Sana “siz” diyeni pek duymadım Mut’ta. Ben de sen” diyorum işte. Bunu nasıl yorumluyorsun?
Süray VURAL: Vallahi hocam, beni kendilerinden birisi görüyorlar galiba. Ben de bundan hoşnut oluyorum. Bana birisi ‘sen’ dediği zaman daha içten buluyorum onu. ‘Siz, sizler’, hele hele ‘bey’ (kimse yanlış anlamasın beni) denildiği zaman, pek hoşlanmıyorum.
Bana ‘abi’ desinler, ‘Süray’ desinler, ama ‘Süray Bey’ denilince bir tuhaf oluyorum, sevmiyorum. Ben halkın içinden birisiyim. Babam da böyleydi aslında. Kendisinin arabası vardı, şofördü, ama yanında şoför taşırdı. Kendisi süremez miydi? Sürerdi tabi. Belki de bana oralardan geçti bu. Ve babam bize üç şey tembih ederdi.
“Yemeğin başında konuşmayacaksınız” derdi bir. Bana göre doğru.
“Yalan söylemeyin” derdi iki. Bu da doğru.
Bir de, “Sorulmadık yerden haber vermeyin” derdi üç.
Biz çok kardeştik ya, yemeğin başınaa bir oturalım, bizi tanımayan birisi, ‘bunlar küs’ derdi. Vallahi! Yemek yemek için oturuyoruz hocam, doğrusu bu, konuşmak için değil… ,
Nihat MUSTUL: Çocukluğundan, gençliğinden, o büyülü sinema günlerinden biraz bahseder misin?
Süray VURAL: Oooo, hocam!..
Çocukluğum…
Şimdiki Cuma pazarının olduğu yer yemyeşil çayırlık. Kenarları da kavak dolu, daha önce de murt vardı. Arklardan hani hani su akardı. Biz top oynardık o çayırlıkta. Sonra çizgi, çivi, mucuk, esir alma, uzun eşek, tın tın gibi oyunlar oynardık. Şimdiki orman işletmesinin yeri top sahasıydı. Yine orada da top oynardık. Bizim büyüklerimiz de Mut İdman Yurdu’nun çatısı altında futbol oynarlardı, müsamere yaparlardı. Ben gıpta ederdim onlara.
50’li yıllardı, Mut İdman Yurdu spor kulübüydü ama kültür sanatla da iç içeydi. Etkinlikler yoğundu; çalgılar çalınır, türküler söylenir, oyunlar oynanırdı. Komşu ilçelere bile müsamere gösterisine gidilirdi. Ben de bunları seyrede seyrede büyüdüm. Futbol, voleybol maçları yapılırdı, onlara da imrenildim, ‘ileride bende oynayabilir miyim’ diye düşünürdüm hep.
Derken işte, sinema olayı başladı. Mut’ta ilk sinemaTevfik Hocanın Belediye Başkanlığı döneminde açıldı. Şubede bir binbaşı vardı. O zamanlar binbaşı, yüzbaşı gelirdi Mut’a. O binbaşı ilgilenirdi, makinistse bir erdi. Çınaraltı’nda Memurlar Kulübü vardı, ilk kez orada açıldı sinema. Yazlığı da şimdiki su işletmesinin ordaydı.
Kunduracı Şavkı Usta tahsildardı, bileti o satardı. Sümüklü İsmail vardı, boruyla mahallelerde o bağırırdı. Şöyle derdi:
– “Alo alo, dikkat dikkat! Bu akşam Şehir sinemasında saat on dokuzda, otuzda (on dokuz otuz demezdi) İstanbul Canavarı ve Suçlu Benim, iki film birden. Dikkat dikkat, iki film birden, erken gelen yer kapar!..”
Sportif ve folklorik etkinliklerin içinde geçti hep günlerim.
Seyrankaya Sinemasının sahibi Abdullah Amca ve oğlu Yılmazla aram çok iyiydi. Yediğimiz içtiğimiz ayrı gitmezdi. Beni severlerdi, güvenirlerdi. Aslında o bina sinema olarak yapılmamıştı ilk başta, Abdullah Amcayla Taşkıran Necip sinemaya çevirdiler orayı. Sonra da ayrıldılar. Benim de ilgim vardı sinemaya karşı. Abdullah Amca ölünce bütün iş Yılmaz’a kaldı. Yazlık sinemayı o açtı. Ve benim adımı verdi. “Süray Sineması” oldu orası. Bana, “al, tut, ne yaparsan yap” derdi.
Ben bir ara belediyede de çalıştım, beş yıl kadar. Mahalleli çocuklar şöyle sorardı bana; hani belediyede çalışıyorum; halkoyunları ve futbol oynuyorum, sinemayla uğraşıyorum, her şey var ya, “Süray abi bugün sinemada ne var, ekip oynayacak mı, maç ne zaman?…” Eeee, birisi de yazmış, “sinemada kral, futbolda kral, belediyede kral, Dayı’nın oğlu Süray VURAL.” Bunu halk yarattı hocam, çocuklar, ben değil. O zamanlar böyleydi.
Nihat MUSTUL: Mut Halk oyunları denildiği zaman Mut’ta tartışmasız ilk akla gelen sensin. Peki nasıl başladın bu işe?
Süray VURAL: Ta çocukluğumda ilgim vardı bu işe benim. Bir türkü, bir çalgı sesi duydum mu bir hoş olurdum, çok etkilenirdim. Oyun oynayanları görünce de öyle olurdum. Düğünlere çok giderdim, düğünler çekerdi beni.
Şimdiki düğünler eski düğünlerden çok farklı tabi. O zamanlar gece cümbüşleri, şafak davulu, gelin okşaması, damat tıraşı olurdu. Bir gün evin önünde oturuyorum, bir gırnata çalıp duruyor, garip garip. Anama dedim ki,
– “Ana gııı, şu gırnata çalıp duruyor ya, içime bişey oluyor benimi”
“Git” dedi anam bana, “baban gelmeden seyrediver de gel.” Tık dedi mi içime bişeyler oluyor hocam, yerimde duramıyorum. Yine bir düğüne gittim, Gırnatacı Durasan, kardeşi Davulcu Ali, Kemancı Durmuş!.. Gasap Ahmet de aşağıdan çıkıp geliyor, heybetli birisi,
– “He he heeyyy!.. Oğlum Durmuş! Çal da bir oynayalım be!..”
Bir başladı hocam!.. Dar aram dararam… Allah allah, allah allah!.. “Ben bunu oynarım” dedim kendi kendime.
Sabahattin, Nurettin, ne yaparız, ne yaparız?., ilk önce dört kişi olduk biz. Bizden önce ağabeylerimiz vardı, Oktay abi, Ramazan abi, ama onlar profesyonel (parasal) bakıyorlardı bu işe. Bu yüzden de Mut dışına gittiler. Bir ara ben de böyle düşündüm aslında. Ama sonra Mut’un çocuklarını düşündüm. Öyle zaman oldu ki, erkeklere bile izin alırdık ailelerinden. Kız zaten yok. Ben, Sabahattin, Nurettin, bir de Mehmet Örs, dört kişiyiz ilk başta. Hepimiz top da oynardık halk oyunları da.
Karacaoğlan şenlikleri başladığında da bu dört kişiydik. Zamanla çoğaldık tabi. Sonra, lise yoktu daha, ortaokulda başladık, bir bir kızları katmaya başladık işin içine. Celal Taşkıran’ın kızı Sibel, Melek Karaağaç, Av. Müfit Seymen’in kardeşi Nilgün, Mehmet Özcan’ın kızı Gülperi. ilk bunlardı.
Gülperi deyince, söylemeden geçemeyeceğim, Karacaoğlan Şenlikleri var, kızları da çıkaracağız, Gülperi için Mehmet Özcan’dan izin istemeye gittim. Yav Süray, beni yanlış anlama da, olmaz” dedi. Bunu hiç unutmuyorum. Hocam gittik altı tane kız getirdik Ankara’dan. Bizim avukatın kardeşi vardı Utku, onunla. Çorçillerin bulgur ambarı vardı, orada çalıştırdık kızları. Birlikte oynadık, kızlarla erkeklerin birlikte oynadıklarını görsünler diye. Bana “yahu Süray, nerden buldun bunları?” diyorlardı. Ben de “Hepsi Mutlu bunların” diyordum. “Biz hiç görmedik.” “Bunlar görmediğiniz Mutlular, Ankara’da oturuyorlar.”
Yine Adıyaman’a gideceğiz, bir tek Nilgün var, yine gittik Utkuyla, bu kez de yedi kız getirdik. Az önce saydığım kızların hepsiyle İçel şenliğine katıldık. Müfit Seymen Kültür ve Turizm Derneğinin başkanıydı.
Böyle böyle başladı işte hocam. Sonra da arkası geldi. Şimdi de kız çok erkek az. İlgi çok aslında. Birde ilgi duyanlara ilgi duyulsa!…
Nihat MUSTUL: Gerçekten de bu konuda haklı bir ünün var. Ustasın, uzmansın. Hangi okulu bitirdin? Halk bilimi hakkında neler söyleyebilirsin?
Süray VURAL: Alaylıyım ben hocam. Ortaokula gittim ama onu bile bitirmedim. Mut’un folklorik olarak çok büyük bir kültürü var. Buna halk bilimi de diyoruz. Çok geniş bir alan. Öyle bir kaynak var ki Mut’ta… İşte dört tane tahtacı köyümüz var; Kayabaşı, Kumaçukuru, Sınabuç, Köprübaşı, merkezde de bunlardan meydana gelen iki mahallemiz. Mersin tarafı; sağa bakıyorsun aşiret, sola bakıyorsun aşiret, Yörük aşiretleri, geliyorsun bu tarafa, yine öyle, biraz yukarı çıkıyorsunuz, yine Yörük, Türkmen, Sarıgeçili kültürü…
Öyle bir kültür var ki… Ama sahip çıkabiliyor muyuz, yararlanabiliyor muyuz? Hayır.
Seyirlik oyunlarımız, halkoyunlarınıız…
Kim ne derse desin, bizi tanıtacak olan folklorumuzdur, halkoyunlarımızdır. Tamam, kayısı, erik, zeytin de olsun, ama folklor da olsun, kültür de olsun. Folklor konusunda Mut’ta genel bir alan araştırması yapılmadı aslında, yapıldı diyen yalan söyler. Bazen geliyor bir iki genç. “Bizi şu gönderdi bu gönderdi…”, “Akşama Mersin’de olacağız”, zaten ikindin geliyorlar, var vok Alahan, başka şey yok sanki.
Mut’ta, bilene de pek bir şey sormazlar…
Ne olursa olsun, bu konuda eksiğimiz çok hocam. Bu büyük bir kayıp Mut için, halk bilimimiz için. Benim işim halkoyunları, bunu da yaptığıma inanıyorum, Ama halk bilimleri bununla bitmiyor ki 100’e yakın köyü var Mut’un, Mersin’in hangi ilçesinde var bövle bir varsıllık? Öyle mi?
Ben şimdi batırık oyunu yaptım, ilk olarak da 19 Mayısta oynadık. Batırık oyunu. Yahu bir sor, bir sahip çık ha! Daha bir kişiye rastlamadım.
Nihat MUSTUL: Kendini halk oyunlarına adamış birisisin. Yüzlerce öğrenci yetiştirdin, onlarca yarışmaya katıldın. Bu konuda neler söylemek istersin?
Süray VURAL: Doğru, çok öğrenci yetiştirdim. Bu yüzden de çok mutluyum. Öğrencilerim hakkında güzel şeyler duyunca daha da mutlu oluyorum. İnsan bu, diktiği fidanın meyve vermesini istiyor. Değil mi? Sen de öğretmensin.
Konservatuarlara gidenler oldu, Anadolu Ateşi’nde oynayanlar var. Bunlardan mutluluk duyuyorum. Ben şunu istiyorum onlardan; bu işe gönül vermelerini, bırakmamalarını, çünkü bu iş biraz da gönül işi, içinden gelecek insanın. Ama ne yazık ki yetiştirdiklerimin içinde Mutlu olup da ‘ben Mut içinim’ diyeni pek görmedim. Açık konuşuvorum, belki Mut olmasa Süray Vural olmayacaktı, Süray Vural olmasa da böyle bir Mut halk oyunları olmayacaktı. Bana 67 yılında kadrolu bir öneri getirdi kolejin birisi. Ama ben Mut halk oyunlarına adadım kendimi, gitmedim.
Nihat MUSTUL: Mut halk oyunlarını Mut dışında oynayan var mı, ekip olarak?
Süray VURAL: Ne yazık pek yok. Geçmişte yalnızca Folklur’cu öğrenciler yaptı bunu. ODTÜ’ye bağlı bir dernek bu da. 80’li yıllarda buraya da geldiler. Şimdilerde de. Mersin’de bir ilköğretim okulu var, müdürü Mutlu, güzel insan Akif Delice, o okulda oynanıyor, okulun ekibi var.
Nihat MUSTUL: Peki bir yerlerden maaş alıyor musun, sosyal güvencen var mı?
Süray VURAL: Hocam, yaptığım iş için hiçbir yerden maaş almıyorum. 1o yılı geçti, SSK’dan emekli oldum, tek gelirim bu.
Yaşamım hep böylesi etkinlikler içinde geçti. Demin de dedim va, beş yıllık bir çalışmam vardı belediyede, Onun üzerine askerlik borçlanmasını yaptırdım bir ara. Ama parasının bir kısmını ödeyemedim, sağ olsun bir arkadaşım ödeviverdi. Kalan kısmı da giriş çıkışlarla inşaatlarda, şurda/burda, son olarak da belediyede göstererek emekli olabildim. Bu konuda bana yardımcı olan dostlara çok teşekkür ediyorum.
Nihat MUSTUL: Diyelim ki bu işi yapamaz oldun yarın. Bunu yapabilecek birisi var mı peki, böyle birini yetiştirdin mi?
Süray VURAL: Ah hocam ah!..
Benim en büyük derdim bu işte. Ben şimdi çocuklara hep bunu söylüyorum,
“Gün gelecek ben olmayacağım, sorumluluk sizde, ona göre…” diyorum. Ama ne yazık ki bir Süray Vural gözükmüyor ufukta.
Nihat MUSTUL: Ne olacak o zaman Mut halk oyunları?
Süray VURAL: Belki de bitecek. Ben açık konuşurum, eskiden bazı arkadaşlar, şimdi kimisi öldü ya, bir tantana bir tantana, “Biz de yaparız bunu” diye beni dışladılar. Benim için iyi de oldu bu, o sırada beni de Sakarya Üniversitesi Konservatuarına çağırdılar. Orada derse girdim. Ve yaşamımda ilk kez yaptığım İşten para aldım, para! Konumum iyi. Ama geri döndüm. Bana soruyorlar şimdi, “Niye yetiştirmedin?” Sanki ‘kendimden başkası olmasın!
Daha ne yapayım ben. Ama değil. Ben de diyorum ki, festival olsun Süray, düğün/seyran olsun Süray, açılış olsun Süray, gece olsun Süray… Yahu siz ne yaptınız peki? Bu öğrencilerin hepsi lisede, şurda burda, var mı oralarda yeterli bir çaba? Yok. Hangi okulumuzda var böyle bir kalıcı çalışma? Yok. Bu biraz da sevgi işi, içinden gelecek insanın, dedim ya. Şu üç harlli yeri kimse unutma: borçluyuz buraya.
Nihat MUSTUL: Peki oyuncuların giysileri nelerdir, bunlar nasıl hazırlanır, renk, kumaş, desen değişikliği zaman zaman olur mu?
Süray VURAL: Hocam ben yöresel şeylere özen gösteriyorum. Tabi yılların birikimi bu. Bu giysiler fabrikasyona döndü yavaş yavaş. Burada da yaptırıyoruz biz, dışarıda da. Dışarı dediğim de Gaziantep. Dışarıda daha ucuza mal oluyor. İstediğimiz şekilde siparişler veriyoruz. Mut özellikleri önemli tabi.
Kızların giysileri; baştan başlarsak başlık, takılan var tabi, sonra üstte cepken, altında üçetek, üçeteğin üstüne bağlanan darabulus, darabulusun üstünde bağcak kemer, üçeteğin altında önü ve yakası işli içlik, yerli dokuma, dize kadar iner, onun altında don, paçaya kadar, paçası lastikli, ayakta da kırmızı edik.
Erkeklerin giysileri; başta yün başlık, üstte beynamaz babası, biz şimdi gök haba yaptırıyoruz, eskiden gök ha-ba da giyilirmiş Mut’ta, onun alanda yöresel dokuma gömlek, sonra şalvar, şalvarın üstüne beyaz dokuma kuşak, ayağa kenarları yanışlı beyaz yün çorap, ayakta da siyah yemeni.
Tabi ikisinde de aksesuarlar. Oyun kaşıkları…
Sazları sormadınız ya, ben söylüyorum; belli zaten; gırnata (klarnet), koltuk davulu, kabak kemani. Kabak kemani kemandan daha önceymiş Mut’ta. Çok önceleri kabak kemaniyle uzun saplı saz çalınırmış aslında. Gırnata daha sonra. Palantepeli bir Kerim varmış, askerde bandocuymuş. Bir asır öncesi bu. Si bemol klarnet çalarmış. Gelirken böyle bir klarnet getirmiş. Bakmış ki buranın havalarına da uyuyor… İşte klarnet böyle gelmiş Mut’a. Gırnatacı Kerim kalmış adamın adı da.
Değişikliğe gelince, günümüz koşullarında oluyor tabi. Amacım daha da güzeli yakalamak. Her oyuna kendi hayal gücümü, gördüklerimi, düşündüklerimi eklemişimdir. Daha önce söyledim ya, Gasap Ahmet’in, Şevki Usta’nın, Muhitin Amcanın oyunlarından hep etkilenmişimdir. Bu etkilenmeler motiflere de yansıdı. Süreç bu. Oyuncuya göre bile değişebiliyor.
Nihat MUSTUL: Oynamak nasıl bir duygu? Gençlerin halk oyunlarına ilgisi nasıl?
Süray VURAL: Öyle bir duygu ki… Ama çalan iyi olacak. Gırnatacı Hüseyin vardı, Şeytan Ahmet derdi ki,
– “Süray, Hüseyin gırnatayı çalacak, ayakkabım oynar, ayakkabım!”
Öyle birisi çalınca, tek zeybek, ben kendimden geçerim hocam, yaşarım. İyi oynayanı görürsem yine aynı olurum, gözlerim yaşarır Anlatılmaz bir duygu bu.
Eski oyuncular vardı; Köşker Kamil, Gasap Ahmet, Kunduracı Şefik, Muhittin Yalçın…
Abooo, ne oynarlardı, nasıl döktürürlerdi!.. Gara Sait de öyleydi, düğünlerde.
“Ak bıçak gara bıçak
Baban dükkân açacak
Garşıda gavun yerler
Biz de varsak ne derler
Ak boya gara boya
Sevmedim doya doya.
Onlar bir ekoldü hocam. İlgiye gelince, ilgi iyi ama, yalnızca benim ilgim yetmiyor.
Nihat MUSTUL: Belli başlı Mut oyunları hangileridir, ya Batırık?..
Süray VURAL: Hemen aklıma gelenler; Aslan Garam, Hanım Ayşam, Fındık, Tımbıllı, İrfanı, Kibar Kız, zeybekler, mengiler…
Batırığı ben yaptım, yeni daha. Şiirini yıllar önceki cönklerden buldum. Şöyle:
“Sabahleyin erken yaprağa saldı kızını
Hazır etti bulgurunu tuzunu
Gele gele yola dikti gözünü
Yandı canım batırığın elinden
Kimileri sütlü aştan yaparlar
Kimileri kendir ceviz katarlar
Zengin olan taze etten yaparlar
Yandım canım batırığın elinden.”
Nihat MUSTUL: Peki bir anını okuyucularımızla paylaşabilir misin?
Süray VURAL: Çok anı var aslında.
Ankara’da Lunapark Aile Gazinosu, tıklım tıklım aile, masalarda semaverler…
Zeybek oynuyoruz, dört kişiyiz, çalan da çalıyor…
Bir girdik Portakal’a, o dönüş müziği var ya, haydaaa!..
Ortalık toz/duman, bir kalkıştı insanlar havaya, bir alkış tufanı, semaverler hep yerde.
Allah allah!.. Bunlardan hep güç aldım ben, çok hocam, çok…
NİHAT MUSTUL: Derlediğin hiç Mut türküsü, Mut deyişi var mı?
Süray VURAL: Türküler çok hocam. Henüz bitmeyen birisi var, yıllardır toplamaya çalışıyorum. Şimdilik şöyle:
“Körmenni’den gece geçtim yalınız
Çemberimi alagoydu çalınız
Dağ başında galagaldım yalınız
İftiradır ettin bana a çocuk iftira
Allah bizi bu dertlerden gurlara
Körmenni’den geçtiğimi görmüşler
Kıratımı kekilinden bilmişler
Vallah billah ben anlamam bu işten
İftiradır ettin bana ay anam iftira
Allah bizi bu dertlerden gurtara.”
Birisi daha:
“Mut ortası yol mudur
Yoldan geçen yar mıdır
Kız yanağın kızarmış
Elma mıdır narinidir?”
Nihat MUSTUL: Öğrencilerinle birlikte sayısız yarışmalara katıldın, ödüller aldınız…
Süray VURAL: Tam da öyle. Birincilikler, ikincilikler… Lise olarak, belediye olarak…
Bunlar bizim mutluluğumuz. Çok Mut dışına çıktık, hep bir numarayız hocam. Ama Mut’ta da zurnanın zırt deliği değiliz. Oyle. Bir vere giderken mola veriyoruz, çocukların sakız almaları bile benim zoruma gidiyor. Onlar züğürt ben züğürt. Giderlerimizi Belediye karşılıyor ama…
Haa, yapan yok mu, geçenlerde Kadir Deveci, lokantanın önünden çocuklarla geçerken çağırdı, yedirdi içirdi, bir değil ki yaptığı…
Çocuklar bu memleketin çocukları, gözlerim sulanıyor…
Nihat MUSTUL: Bildiğim kadar hiç evlenmedin. Peki nasıl bir duygu bu? Denildiği gibi sultanlık mı, yoksa kimi haklara kavuşamamak mı?
Süray VURAL: Valla orasını ben de bilemedim hocam. Şöyle söyleyeyim, “Bekârlık sultanlıktır” diyen nasıl demiş onu bilmiyorum. Evde kalmışlar beni hoş görsünler, sokakta kalacak değiliz ya, şimdi benim gibi evde kalmış biri, ona sormuşlar tabi, ‘bekarlık nasıldır’ felan diye, o da öyle demiş işte, belki de diyeceği başka bir şey yoktu, böyle deyip çıkmış işin içinden. Ama bana göre hiçbir zaman bekârlık sultanlık değildir. Tamam, bağımsızsın, çok sorumluluğun yok, şu, bu… Ondan değil, istemez mi? İnsan her şeyi ister.
Biryandan da işte benim çocuklarım, öğrencilerim, bundan da mutluluk duyuyorum. Elbette insanın bir hanımı olmalı. Şimdi insanın bir başkasına davranışı, onun sana, senin ona ihtiyacın, elinden bir tutanın…
Nihat MUSTUL: Evlenmeyi düşünmüyor musun? Kimisi 80 yaşında bile evleniyor.
Süray VURAL: Şimden sonra ne yapacağım hocam? Ne yapayım yani, bu yaştan sonra birisini alsam, bir yerde unutur giderim. Bir yere vardım, bir yere vardım, akşam da eve, ulan yanımda hanım yok, unutmuşum! Alışmadım hocam, alışmadım!
Nihat MUSTUL: Hiç aşık oldun mu abi? Biliyorum ki senin aşkın Mut halk oyunları…
Süray VURAL: Hocam zaten sorarken yanıtını verdin. Benim aşkım budur. Halk oyunları, buna hizmet edenler, bu çocuklar… Benim aşkım işte bunlardır. Başka bir şey yok.
Para nasıl kazanılır, zaten ona hiç aklım ermez. Babam yıllardır siyasetçilik yaptı, ona hiç aşkım yok zaten. Sevenlere hayırlı olsun, ben sevmiyorum siyaseti. Bu çocuklar benim her şeyim, anneleri babaları da öyle. Vardığım zaman “niye geldin” demediler hiç, “niye gelmedin” dediler hep. Yolda sokakta hangisi görse sarılıyor bana, işte aşk bu. Bir gün Atatürk Bulvarında gidiyorum, bak bu bulvarın ad babası da benim.
Nihat MUSTUL: Nasıl?
Süray VURAL: Belediye Başkanı bir yere gitmişti, yerine Kemal Esen bakıyordu, Belediyenin önünde karşılaştık, yukarı çıkardı beni, çay içiyoruz. Dedim ki.
– “Atatürkçüyüz deniliyor ama hiçbir yerde Atatürk’ün adı yok. Silifke Caddesinin adı Atatürk Bulvarı olsa…”
Hemen bir dilekçe yazdık, altını imzaladım. Belediye Meclisinde de oybirliğiyle kabul edildi. Neyse, bu bulvarda gidiyordum, bir çocuk gelip bovnuma sarıldı, yeni öğrencilerimden birisi. Bu yetiyor İşte bana, para pul palavra.
Nihat MUSTUL: Yemekle, bulaşıkla, ev işleriyle aran nasıl peki? Günde kaç bardak çay içiyorsun?
Süray VURAL: Ev işleriyle, yemekle aram çok iyi. Her şeyi yaparım, ederim, tutarım. Çay da ortadadır. Sabah kalkınca bazen kahve bazen çay içerim. Bir gün nasıl olsa doktor diyecek diye şekersiz içerim. Yıllardır sığara içmem, tuz kullanmam. Çayı dışarıda pek aramam, ama içmem de diyemem.
Yemeklerden, eski annem babam yemeklerini severim. Pişirirken de öyle pişiririm.
Örneğin taze fasulye, onun bir doğrama şekli var, kimisi ortadan kırıverir, ben şöyle yan yan doğrarım, annem de öyle doğrardı. Yeşilliği çok severim. Affedersiniz bir tasmam eksik. Çayıra çakıverecekler beni, haşır huşur çayırı bitiririm. Her sabah bir boğum maydanoz yerim. Mut’un yeşilliği bol ya, kışın tere, roka… İşim gücüm onları yemek. Sabah, öğle, akşam… İnanır mısın, bazen halk oyunları için yesilligi az yerlere gittiğimizde yanımda yeşillik götürürüm. Çocuklar bile alıştı buna, bir yere giderken, “Hocanın yeşilliği” derler hep. Acıyı da çok severim, bayılırım, patır putur…
Nihat MUSTUL: Son olarak da şunu sormak istiyorum. Çıtlık Dergisi hakkında neler düşünüyorsun?
Süray VURAL: Bana “Folklorun Mehmetçiği” diyorlar. Ben de sana “Çıtlık’ın Mehmetçiği” diyorum. Bir de şunu söylüyorum, gülün güzelliği anlatmakla olur mu? Olmaz. İlle de koklamalısın. Çıtlık’ın güzelliği de anlatmakla olmaz, onu okuyanlar bilir, 0 çıtlığı, o melengici, onun kavurgasını yiyenler, kahvesini içenler bilir, onun türküsünü söyleyenler bilir.
Nihat MUSTUL: Türküsü?..
Süray VURAL: Gün görünmez melengicin dalından
Kimse bilmez biz garibin halinden
Evdeyisen arayayım bulayım
Gökteyisen merdivenler kurayım
Haydi haydi atamaz oldum
Geceleri ayazdan yatamaz oldum.”
Nhat MUSTUL: Her şey için çok teşekkür ediyorum. Ömrün oynadığın oyunlar kadar uzun olsun!
Süray VURAL: Ben de teşekkür ediyorum.
Not: Bu söyleşi Mut ÇITLIK Kültür Sanat Dergisi sahibi Nihat Mustul tarafından yapılmış ve Çıtlık Dergisinin 8’nci sayısında (2008) yayınlanmıştır.